Macron, biz ve gerçek

Macron'un ziyaretinin, Hizbullah ve takipçilerinin bizleri "Doğu'ya yönelmeye" davet ettikleri; ama şimdi, Hizbullah dahil hep birlikte Batı'ya yöneldiğimiz bir zamanda gerçekleşmesi çok anlamlı değil mi?

Fotoğraf: AFP

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Lübnan'da yaptığı her şeyi onaylamayanlar olabilir.

Bilhassa Hizbullah'ın silahı konusunda daha fazlasını yapmasını isteyenler kesinlikle vardır. Ancak ikinci ziyaretinden önce yaşanan bazı şeyleri hatırlamakta fayda var:

Resmi muhalefet düzeyinde, Maruni Patriği Bişara er-Rai'nin tarafsızlık çağrısı hiçbir siyasi meyve vermedi.

Önceki başbakanlarda, özellikle de Saad Hariri'de görülen gevşeklik, Macron'un dayanabileceği güçlü bir baskı bloğu oluşmasının önüne geçti.

Halk muhalefeti düzeyinde, birleşmiş ve tutarlı paralel bir otorite oluşturmakta gerçek bir başarı elde edilmedi. Mezhepçi oluşum, bir kez daha, başka etkin oluşumların ortaya çıkışını engelledi.

İktidar düzeyinde: Kendisi tamamen çökmüş durumda. Kaderleri hala meçhul kurbanların üzerindeki enkazı kaldırmaktan aciz.

Sembollerine yağdırılan hakaretleri durdurmaktan aciz. En ufak bir reformu hayata geçirmekten aciz, azıcık bir haysiyetten bile yoksun.

Macron, Lübnan'da acı ve yıkımdan başka ne buldu?

Feyruz'u ziyaretinde folklor ve nostalji buldu.

Ama Feyruz ve folklor, bu çorak hale gelmiş ülkeye ne yapabilir ki?

Fransız Cumhurbaşkanı'nın Lübnan devleti ve toplumunu temsil ediyormuş gibi hareket etmesini sağlayan işte bu mutlak boşluktu. Kendisini bir Lübnan hiçliği karşısında buldu.

Fakat bazıları, bunda bizim sorumluluğumuza dikkati çekmek yerine, o hastalıklı oyunu oynamak ve eski sözleri "Fransa'nın sömürgeciliği ve Macron" yinelemek için kendisini bir fırsat olarak gördü.


Fransız General Henri Gouraud'un deklare ettiği "Büyük Lübnan"ın kuruluşunun 100'üncü yıl dönümü kutlamaları, bu sözleri kusmak için mükemmel bir fırsattı.

Halkını mülteci haline getiren, sayısız işgale ev sahipliği yapan, rejimini Rus ve İran kuvvetlerinin yardımıyla ayakta tutabilen, neredeyse günlük olarak seyretmekle yetindiği İsrail hava saldırılarına maruz kalan Esad Suriyesi de bu kutlamalardan geri kalmadı.

Fransız kuvvetlerine karşı verilen Maysalun Savaşı'na komutanlık eden ve bu savaşta hayatını kaybeden Yusuf el-Azma'yı andı.

Lübnan, Suriye ve muteber sayıda Arap ülkesinin yerel rejimlerinin yönetiminde harap hale gelmesi, sömürgeciliğin bize yaptıklarına dair o sıkıcı eleştiride tek bir harfi bile değiştirmedi.

Halklarımızın "manda yönetimlerinin geri dönmesi" (ki elbette geri dönmeyecek) isteklerinin gittikçe artan bir açıklıkla dillendirilmesi, eleştirmenlerin dikkatini çekmedi.

Hiç kimseyi Arap bağımsızlık projesinin ölümcül başarısızlığını düşünmeye sevk etmedi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Söz konusu gerekçeler değişmedi, hala aynı: Osmanlı İmparatorluğu'nu (birikmiş ve uzun süren ayrışması Birinci Dünya Savaşı ikliminde patlak vermiştir) yıkanlar Fransızlar ve İngilizlerdir.

Bölgemizi (hiçbir anlamda birleşik olmayan) bölenler ve yapay oluşumlar (dünya ülkelerinin üçte dördünden fazlası yapay oluşumlardır) kuranlar da onlardır.


Peki ama biz, sömürgeciliğin getirdiği modellere alternatif ve uygulanabilir formüller sunduk mu? Hayır.

Yönetişim, servet dağılımı, vatandaşların özgürlükleri ve genişletilmiş akrabalık sistemine bağımlılığı sınırlandırmak adına makul modeller oluşturduk mu? Yine hayır.


Eski ezberlerine sadık kalan bu tür eleştiriler hiçbir şeyi umursamıyor.

Sömürge karşıtı olarak bilinen her tür rejimi denemiş olduğumuz dikkatini çekmiyor.

Nasır Mısırı, Baas Suriye ve Irak'ı, Kaddafi Libyası'nda milliyetçilik bayrağını yükselten askeri rejimleri denedik.

Güney Yemen'de Marksist-Leninist rejimi ve "işçi sınıfın liderliğini" denedik.

Humeyni İranı ile Hasan Turabi ve Ömer el-Beşir Sudanı'nda Batı ile mücadele bayrağını yükselten İslami yönetimi denedik.

Sonuçlar genel olarak trajikti. Milliyetçinin İslamcıdan, onun da solcudan tek farkı, neden oldukları trajedinin boyutuydu.

Bu rejimlerin taklit etmeye çalıştığı Güney ve Doğu Avrupa'daki küresel modeller de ne daha iyi durumdaydı ne de daha uygulanabilirdi.


Eski Lübnan, tam da demokratik Batı ile ilişkileri nedeniyle, çevresine nispeten daha iyi bir parlamento deneyimi sunduğu için militan, solcu ve cihatçı silah, onu da tutup aynı bataklığa çekmeyi yeğledi.

Bu tam anlamıyla sığ projeyi gözden geçirmemizin, kabından taşacak kadar çok başarısızlıklarını kıt ve şüpheli başarılarıyla karşılaştırmanın zamanı geldi.

Gerçek şu ki, bu korkunç başarı eksikliğinden dolayı kendimizi tanımlamak için sömürgecilik karşıtlığı dışında bir şey bulamadık.

Sömürgecilik sona erdiğinde ise bundan da mahrum kaldık. Bir anlamımız kalmadı. Eski ezberleri tekrarlayıp duruyoruz. Var olmak için sürekli sömürgeciliği hatırlatıyoruz.

Macron'un ziyaretinin, Hizbullah ve takipçilerinin bizleri "Doğu'ya yönelmeye" davet ettikleri; ama şimdi, Hizbullah dahil hep birlikte Batı'ya yöneldiğimiz bir zamanda gerçekleşmesi çok anlamlı değil mi?

Keza, herkesin kabul ettiği gibi, bütün dünyanın ABD ve başkanlık seçimlerinin sonuçlarını beklemesi de manidar değil mi?

Sevsek de sevmesek de gerçek bu. Bir kere de olsa gerçeği yaşayalım.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Adem İpekyüz

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU