Adaletsizlik yıkım getirir!

Abdulbaki Erdoğmuş Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Pixabay

Coğrafyamızda, ülkemizi de kuşatan derin bir kriz ve kaos yaşanmaktadır. Bir taraftan “demokrasi için savaş” iddiasıyla küresel terörün yıkım, yağma ve talan operasyonları sürerken, diğer taraftan “vatan-devlet-din” iddialarıyla yerel iktidarların ve örgütlerin yıkım, yağma ve talanı devam etmektedir.

Kara bulutlar üzerimize çökmüş, koyu karanlığa mahkûm edilmişiz. Aynı coğrafyanın farklı örgütleri ve devletleri yüklendikleri “vekâlet” ile birbirleriyle savaşıyorlar.

Coğrafyanın insanları olarak bizler de, her şey göz önünde yaşanmasına rağmen farkında olmamak, görememek veya sessiz, tepkisiz, gayretsiz davranmak zilletini yaşıyoruz.!

Belki de daha önemlisi, bu derin krizlerin adaletsizliğe, hukuksuzluğa, talan ve yağmaya gerekçe yapıldığını bildiğimiz halde iktidarları meşru ve itaat edilmeye mecbur görmemizdir. Bizi helak/yok oluş noktasına da yaklaştıran bu tavrımız olsa gerek…!

Bir devlet ve toplum için en büyük felaket veya büyük felaketlere yol açan en önemli neden adaletsizliktir.

Adaletsizlik, hem devletler hem de toplumlar için yıkım getirir. Yıkımın süresi bizim açımızdan uzun görülebilir ancak mukadder olan, devletler ve toplumlar açısından hiç de uzun değildir.

Toplumun çoğunluğu, iktidarların hamasi politikalarına aldanmış olsa da, makul kesimler, vicdan ve ahlak sahipleri adaletsizliğin neden olduğu haksızlığın, hukuksuzluğun, ayırımcılığın, yoksulluğun, yağma ve talanın farkındadırlar.  

Biliyorlar ki adaletsizlik, sadece devleti/yönetimi, iktidarları ifsat etmez, siyaseti, ahlakı, dindarlığı ve toplumu da ifsat eder, bozar ve yıkıma götürür.!

Ne yazık ki, günümüz itibariyle coğrafyamızda adaletten, adil yöneticilerden, adalet sisteminden ve adil bir toplumdan söz etmek kabil-i imkân değildir. İddiası dahi trajikomik olur!.. 

Bir devletin anayasası ve yasalarının olması adaletin varlığına delil olmadığı gibi hukukun var olduğu anlamına da gelmez. Hukukun var olmadığı yerde adalet aramak ise beyhude bir uğraş ve boş bir iddiadan ibarettir.

Çoğunluğun kendisini “Müslüman” olarak ifade ettiği bir ülkede ve toplumda adaletsizliğin, hukuksuzluğun meşrulaşması İslam açısından ciddi bir problem görünse de, dinbazların öncülük yaptığı Müslüman çoğunluk için sorun oluşturmadığı çok açıktır.

Sorun olması bir tarafa, egemenlik/devlet-ulu’l-emir gerekçeleriyle adaletsizliğin desteklenmesi, itaat edilmesi bir “devlet, vatan ve din bekası” olarak görülmektedir. Toplumsal ahlakı bozan nedenlerin başında da böyle bir siyaset ve din anlayışı gelmektedir.

İtiraf etmeliyim ki, bu coğrafyada adalet sorununu yazmakta zorlanıyorum. George Orwell’in dediği gibi:

Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçekleri söyleyenlerden de o kadar nefret eder.


Türkiye başta olmak üzere bu coğrafyada adaletin varlığından söz etmenin bir fanteziden ibaret kalacağını biliyorum. Ancak adalet arayışının insani, ahlaki vicdani ve İslami bir zorunluluk olduğunun da bilinmesi gerekir. 

Adalet; insanlar için olduğu kadar, evren ve içindeki bütün varlıklar için de gereklidir.

Adalet, bir ihtiyaçtan öte her insan için bir onur, şeref, haysiyet ve insanlık sorunu, müminler için bundan fazlası olarak Allah’a imanın olmazsa olmaz bir şartıdır.

Adalet, imanın ve İslam’ın direğidir. Diğer esaslar gibi adalet ilkesi yerine getirilmezse iman eksik, hatta geçersiz olacaktır.

İslam, adaleti bir kâinat nizamı olarak tanımlamasına rağmen Müslümanlar olarak ne yazık ki adalet inancı ve hukuk kaygısı olmayan toplumlara dönüştük.

Oysa hukuk; amacı, felsefesi ve ruhu ile var olduğunda ancak ADALET söz konusu olabilir. Bir bakıma adalet, hukukun şeref ve namusudur.!

Hukukun geçerli olmadığı bir ülkede ve toplumda hiç kimsenin onur, haysiyet, şeref ve namusu güvende değildir. Hukuk yoksa vatan da, vatandaş da, millet ve devlet de savunmasızdır..!

Augustinus’un dediği gibi:

Adalet olmayınca devlet büyük bir çeteden başka nedir ki?!.


KHK-OHAL ve kayyım atamaları gibi uygulamaların nasıl bir trajediye yol açtığına bakmamız, Augustinus’un dediğini kanıtlamak için yeterlidir, sanırım!..

Çünkü hukuk devleti, yöneticilerin keyiflerine göre yönettikleri bir devlet değil, keyfiliği önleyen bir devlettir.

Hukuk devletinde beraat-ı zimmet esastır. Suçu sabit olmadan suçlu ilan eden, masum bir insanı/suçsuzu suçludan ayırmayan bir hukuk “hukuk” değildir, olsa olsa zulmün örtüsü/kılıfıdır.

Hukuka/yargıya güven azaldıkça masum insanlara yönelik tehditler de artar. Masumiyetini ispat imkanı bulamayanlar kaçış yolları arar, kurtuluşu ülkesini, yurdunu, memleketini, ailesini, evini terk etmekte bulur..!

Adalet mülkün temeli olduğuna göre, bir devlete aidiyet duygusu, adalet ile güçlenir.

Adil olmadıkça bir devlete güven duyulmaz. Güven de ancak adaletle sağlanır.

Devletin kendisi hukuksuzluğu, adaletsizliği ‘norm’ kabul ettiğinde, toplumda da adaletsizlik, hukuksuzluk, keyfilik, kuralsızlık normalleşir.

Ne yazık ki, ülkemiz tam da bu tarife uygun düşmektedir. Hukuki ve siyasi olarak adaletsiz, eşitsiz bir yönetim sistemi var!

Bundan daha vahim olanı; Bu durumun iktidar ve çoğunluk tarafında meşru ve normal görülmesidir.

Kuşkusuz bu kabul, devletin de hukuksuzluğunu, eşitsizliğini, adaletsizliğini normalleştirmektedir. Bu durum, koyu karanlık bir ülke olmak için yeterli değil mi?

Gerçek şudur ki adaletsizlik, bizi ve ülkemizi hızla bir çöküşe, çürümüşlüğe ve yıkıma götürmektedir. Din ve devlet hamaseti bu çöküşü hızlandırmaktadır.

Yurtseverlik, vatanperverlik, hamiyetperverlik, hürriyet ve istiklal taleplerimiz ancak adalet ile değerli olur. İnsan onuru, kâinat nizamı ancak adalet ve hukukun üstünlüğü ile korunur!

Adalet, herkese ve her kesime lazımdır ancak mazlumlar için bir ödül, zalimler için bir ceza olduğu asla unutulmamalıdır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU