Filistin’in durumunu yakından takip edenlere ve üst düzey Filistinli yetkililere göre, eski ABD Başkanı Bill Clinton, Ürdün Kralı Hüseyin, merhum Filistin devlet başkanı Yaser Arafat, dönemin İsrail Başbakanı İzak Rabin’in katıldığı Eylül 1993’teki ünlü Washington toplantısında kabul edilen ve onaylanan Oslo Anlaşması miadını doldurdu ve kendisinden istenileni yerine getirdi.
Oslo Anlaşması’nın amacı, bir Filistin Ulusal Otoritesi ve kendisine bağlı organlar ve kurumlar tesis etmek, BM’nin tanıdığı bir devlet olarak -ancak işgal altında bir devlet- bağımsız bir Filistin devletinin önünü açmaktı.
Gerek Yaser Arafat döneminde gerekse Mahmud Abbas döneminde Filistin liderliği, Filistin Ulusal Otoritesi’nin bağımsız bir ülke olduğu temelinde hareket etti.
Bu devletin dünyanın birçok ülkesinde büyükelçilikleri vardı. Tüm uluslararası organlarda yer almaktaydı.
ABD dışında tüm büyük devletler tarafından tanınıyordu. Bu ülkeler onunla ilişkilerini bu temele dayandırıyorlardı.
Güvenlik Konseyi daimi üyesi ülkeler dahil neredeyse tüm dünya ülkelerinde temsilcilikleri bulunuyordu.
Oslo Anlaşması gereğince kurulan Ulusal Otoriteye etmedikleri hakaret bırakmayanlar, 27 yıldan fazla bir süredir var olan bu Otorite’nin gerçekten çok önemli başarılara imza attığını anlamadılar.
Filistin içinde veya Arap ve uluslararası düzeyde olsun en başından beri, tüm dünya ülkelerinde elçilikleri ve temsilcilikleri olan bağımsız bir devlet gibi hareket ettiğini, BM’ye bağlı bütün uluslararası kurumlar, bağımsız organlarda aktif bir şekilde varlık ve katılım gösterdiğini idrak edemediler.
Bu esasa dayanarak Yaser Arafat, gittiği her yerde herhangi bir devletin başkanının karşılanacağı gibi karşılandı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bu, mevcut Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve dünya ülkelerini ziyaret etmeyi, uluslararası toplantı ve konferanslara katılmayı sürdüren resmi Filistinli heyetler için de geçerlidir.
Burada, en başından beri bir devlet gibi hareket eden Ulusal Otorite’nin en önemli başarılarından birinin, Arap ve dünya ülkelerine dağılmış on hatta belki de yüz binlerce Filistinlinin vatanlarında dönmesini sağlamış olması olduğunu belirtmeliyiz.
Geri dönenlerin çoğu, Ulusal Otorite’ye bağlı kurum ve organlarda görevlendirilmişlerdi.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Oslo Anlaşmasından sonra iktidara gelen tüm hükümetleri ve kötü bir üne sahip mevcut Binyamin Netanyahu hükümeti ile İsrail başta olmak üzere bütün ülkeler, en başından itibaren Ulusal Otorite’yi bir devlet olarak görmüş ve bu esasa göre hareket etmişlerdir.
Ulusal Otorite’nin diğer önemli başarıları, dışarıda olduğu gibi içeride de güvenlik güçleri, kurumları ve organları olan bir devlet temelinde hareket etmiş olmasıdır.
Çok sayıda kültür ve medya kurumu, okul ve üniversite açmasıdır. Kendi yargı organlarına sahip olmasıdır.
Bütün bunlar, Oslo Anlaşması’nın kendisinden istenilen tüm amaçları yerine getirdiği, yeni bir aşamanın başlaması, tarafların ikisinin de bağımsız bir devlet oldukları temelinde müzakerelere dönülmesi gerektiği anlamına geliyor.
Bu noktada, Filistin liderliği bu esasa göre hareket ederek bir uluslararası konferans düzenlemelidir, ki bunu çok daha önce yapmalıydı.
Rusya, Çin, Avrupa ülkeleri ve ABD’nin katılımı ile bu konferansta, Oslo Anlaşması’nda belirlenen sınırlar içinde bağımsız Filistin devletini deklare etmelidir.
Nitekim Binyamin Netanyahu’nun acele ederek kötü şöhretli Yüzyılın Anlaşması kapsamında Filistin topraklarını “ilhak etme” kararını açıklamaya iten neden, belki de hatta kesinlikle budur.
Oslo Anlaşması aşamasının sona erdiği ve bağımsız Filistin devletinin kuruluşunu deklare etme adımının atılması gerektiği düşüncesi, uluslararası toplum tarafından desteklense de müzakereler yeniden başlatılmalıdır.
İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Batı Şeria’yı istila etme, İsrail’in burada inşa ettiği yerleşim yerleri ile Ürdün Vadisi’nin Batı Şeria sınırları içinde yer alan ve Ölü Deniz’e yakın bölümünü ilhak etme girişimi de buna yani müzakerelerin yeniden başlamasını engellemeye yöneliktir.
Bu adımın önünde çok sayıda komplikasyon olduğuna şüphe yoktur. ABD Başkanı Trump’ın açıkladığı ve bağlı kalmayı sürdürdüğü Yüzyılın Anlaşması’nın hedefinin, Filistinlilerin, bu alanda karar sahibi ve etkin ülkelerin çoğunun ve BM’nin desteği ile atacakları bu adımın önünü kesmek olduğu kesindir.
Bağımsız Filistin devleti, şu anda olduğu gibi uzun bir süre İsrail işgali altında kalsa da önemli olan, dünya ülkelerinin çoğunun, uluslararası kurumlarda, tüm siyasi, kültürel ve sosyal organlarında temsil edilen bu devleti tanıyor olmasıdır.
Bu bağlamda şunu hatırlatmakta da fayda bulunuyor:
Kasım 2004’te vefat eden Yaser Arafat’ın ölümünün doğal yollarla değil de İsraillilerin verdiği zehir ile gerçekleştiği yani bir suikasta kurban gittiği kanıtlanmıştır.
Bu suikastın amacı, bağımsız Filistin devletine giden yolun önünü kesmekti.
Bunun öncesinde İsrail ordusu, yine bunu engellemek için Arafat’ın Ramallah’taki ofisini ve karargahını kuşatıp yaklaşık 3 yıl boyunca kendisini abluka altında tutmuştu.
Arafat’ın ölümü hakkındaki bilgiler hala Fransızlar tarafından gizli tutuluyor.
Bu vesile ile Arafat’ın Ramallah’ta İsrail ablukası altında olduğu zaman yaşanan bir hadiseyi de hatırlatalım.
Arafat, abluka altında olduğu için Beyrut’ta düzenlenen Arap Ligi Zirvesine katılamamıştı.
Zirveye uydu telefon ile katılıp Arap liderlerine bir konuşma yapmak isteyen Arafat’ın bu isteğine, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad ve birkaç lider itiraz etmişlerdi.
Ama neyse ki itirazları kabul edilmedi ve Arafat’ın konuşması dinlendi.
Yine bu bağlamda, Hamas Hareketi’nin İran ve maalesef Katar’ın desteği ile 14 Haziran 2007’de Gazze’de Fetih Hareketi, Filistin Kurtuluş Örgütü ve Ulusal Otorite’ye karşı gerçekleştirdiği darbenin ve sonrasında yaşanan bölünmenin de bağımsız Filistin devletinin kuruluşunu ertelediğini belirtmeliyiz.
Çünkü Filistin devleti, Gazze yok sayılarak sadece Batı Şeria toprakları üzerinde kurulamazdı.
Hamas Hareketi’nin bu adımı, İsraillileri uykularını kaçıran bir dertten kurtardı.
Ama aslına bakılırsa İsrailliler bu kaygıdan kurtulamadılar; çünkü yakın zamanda resmi olarak deklare edilecek devlet, Filistin Ulusal Otoritesi’nin kontrolü dışında olsa da Batı Şeria’nın yanı sıra Gazze Şeridi’ni de kapsayacak.
Yukarıda bahsedilen her şeye rağmen, işgal altında da olsa bir Filistin devleti ilanın önünde halen gerçek zorluklar ve komplikasyonlar bulunuyor.
Mevcut ABD yönetiminin bu konuda, en fanatik Siyonistlerden bile daha fanatik olduğu, başkanlık seçimleri öncesinde veya sonrasında Yüzyılın Anlaşması’nı, Filistinlilere, Araplara ve dünya genelinde onlara destek ve yardımcı olanlara dikte etmeye çalışacağı biliniyor.
Ancak ne olursa olsun Filistin devleti deklare edilmelidir.
Bu adım, önümüzdeki günlerde Batı Şeria’da düzenlenmesi beklenen uluslararası konferansla atılacaktır.
Son olarak, Oslo Anlaşması’nın miadını doldurduğunu ve hedeflerini gerçekleştirdiğini bir kez daha vurgulamak istiyoruz.
Yeni aşamada, bilinen tüm zorluklara rağmen, Filistin devletinin (işgal altında olsa da) deklarasyonu ve tanınması şartıyla müzakerelere geri dönülmelidir.
Bu, gerek Filistinliler gerekse Rusya, Avrupa, Çin ve tüm etkili ülkeler, uluslararası bir kurum olarak BM dahil bütün dünya açısından kesin ve kaçınılmaz bir hale gelmiştir.
Filistin halkının ulusal haklarını elde etme zamanı yaklaşmıştır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu
© The Independentturkish