30 yılı Ömer El Beşir rejimi olmak üzere neredeyse 40 yıl süren diktatörlüğün ardından Sudan ‘normalleşme’ adımları atıyor.
‘Normalleşme’ dediğim, kırbaç cezasının kaldırılması, kadınların ve kız çocuklarının sünnet edilmesinin yasaklanması, kadınların çocuklarıyla birlikte erkeklerden izin almaksızın gezintiye çıkabilmesi gibi uygulamaları içeriyor!..
Sudan ‘normalleşme’si bu!..
Neredeyse bir insan ömrü kadar süreyi bu insanlık dışı uygulamalarla, iç savaş cehenneminde, hırsızlığı karakteri haline getirmiş berbat bir diktatörlükle yönetilerek, açlık ve susuzlukla uğraşarak geçirmiş koskoca bir nüfustan söz ediyoruz.
Şimdi biraz ‘normalleşerek’ nefes almaya başlamaları bizi sevindiriyor.
Halbuki Sudan’da yolsuzluklar, baskıcı yönetim, ayrımcı politikalar son bulmuş değil.
Alabildikleri sadece bir parça nefes…
Peki, bir ülke nasıl bu hale gelir?
Petrol, doğalgaz ve başka önemli yeraltı kaynakları olan ülkenin zenginliklerini hortumlayıp götürmek isteyen çokuluslu şirketler oradaki insanların yaşamlarını umursamadı tabii.
Uluslararası kapitalizmin işleyiş yasası böyle…
Din dozunu ve buna koşut olarak baskısını giderek artıran rejimin her türlü rezilliğine müsamaha gösteren ‘uluslararası topluluk’, yani emperyalist hiyerarşi, kendi güncel ticari ve mali çıkarları için milyonların El Beşir idaresi altında rezil bir hayat sürmesine göz yummuş oldu.
Hileli seçimler, medyanın kontrolü, muhaliflerin bastırılması ve yok edilmesinin yanı sıra El Beşir kendisine yandaş bir sermaye, yani yerel suç ortakları da yaratmıştı.
Açlıktan kırılan nüfusa oranla dev gibi bir ordu ve kolluk kuvveti de vardı Sudan’ın, daha doğrusu El Beşir’in.
Bir süre sonra zaten diktatör ile devlet bütünleşiyor, ülkenin olan diktatörün oluyordu.
İktidardan devrildikten sonra sadece Sudan’da El Beşir’in tespit edilebilen 4 milyar dolarlık varlığına el kondu.
Fukaralıktan ve açlıktan insanların öldüğü bir ülkede 4 milyar dolarlık servet…
Aile efradının ve yandaşların nasıl bir servet biriktirdiği, İsviçre’de ya da ‘vergi cenneti’ tabir edilen uyduruk finans merkezlerinde ne kadar paranın tutulduğu ise sanırım hâlâ muamma…
Sudan, bir ülkenin, üzerinde yaşayan nüfusla beraber mahvolmasına sadece bir örnek…
Bu esnada ABD’de havuzlu evlerinde yaşayan başka bir nüfus, 5 bin cc motorlu otomobillerine binerek işlerine gitmekte ve akşamları üçüncü sınıf Hollywood filmlerinde birkaç Amerikan deniz piyadesinin Afrika’daki vatandaşlarını ‘kötü insanlar’dan nasıl kurtardığını izlemektedir.
Obez olmalarına sebebiyet veren gıdalarla aşırı ‘beslenerek’…
Yani, kendi etrafında bir çıkar ağı yaratarak milyonlarca insana eziyet çektire çektire senelerce hüküm süren bir diktatör dünyanın geri kalanı için hiçbir sorun teşkil etmedi.
El Beşir Türkiye’de de devlet töreniyle karşılanıp ‘krallar gibi’ ağırlandı.
Birkaç muhalif ses dışında kimse konuyla ilgilenmedi. Kimse Afrika’nın o kadim ülkesindeki trajediyi düşünmedi bile…
Sudanlılar kendi kaderleriyle baş başa, on yıllar süren bir eziyeti yaşayıp durmuştu…
Ta ki bir gün yine kendileri bir hamle gerçekleştirene kadar…
Sudan’daki ‘normalleşme’ başını kadınların çektiği kuvvetli bir toplumsal isyan dalgasıyla başladı.
Mevcut koşullardan en çok etkilenen kadınlardı çünkü. Ve çok etkileyici bir hareketle ülke tarihinin sahnesine çıkıverdiler.
Kıssadan hisse: Küçük bir azınlık, bir ülkede yaşayan milyonların hayatını sadece kendi çıkarları için cehenneme çevirebilir.
O cehennemden kurtuluşun yolu, başkalarından medet ummaktan değil, cehennemi yaşayanların bizzat itiraz etmesinden geçer…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish