Kemalist iktidarın baskıcı Batılılaşma ve otoriter aydınlanma politikalarının yarattığı terör (yıldırı) altında solukların tutulduğu o uzun yeraltı dönemindeki oluşumlar, bu döneme ilişkin karakteristiklerini koruyarak varlıklarını sürdürmekle birlikte, daha Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden önce, ikinci kuşak İslamî hareketler boy gösterecektir.
Aydınlar tarafından çıkarılan dergiler etrafında oluşan bu hareketler, kendilerini Batılı değerlere de açık bir üslup içerisinde ifade etseler de, uygulanmakta olan tek yönlü ve baskıcı Batılılaşma siyasetlerini kadar gelenekselliği de eleştirerek, yeni geleneksel hareketlerin (Nurculuk, Süleymancılık, Işıkçılık…) aşırı temkinliliklerinden de uzak bir tavır izlemişlerdir.
Geleneksellik sadece dönemin ruhu icabı eleştirilmekte değildir. Çünkü toplumun içerisinde bulunduğu sinik ve savunmacı durumun bu geleneksel(ci) tutum tarafından üretildiği düşünülmektedir.
Öte yandan Batı’ya ait değerler ve düşüncelere açıklıkları ise aktüel durumun etkisi veya bu durumdan icazet alma endişesinden öte, Batı bilim ve düşüncesinin katkısına olan ihtiyacı hissetmelerinden dolayıdır.
Gerek Hareket dergisini çıkaracak olan Topçu, gerekse bir süre sonra Büyük Doğu dergisini çıkaracak olan Necip Fazıl, Fransa’da eğitim görmüşler ve oradan karmaşık duygularla ama berrak bir zihinle dönmüşlerdir.
Kompleksli değillerdir; ancak içlerini yakan var olan gerçekliği de tüm açıklığıyla kabullenmekte ve bununla hesaplaşmak için uzun soluklu bir strateji belirlemeye çalışmaktadırlar.
Her ne kadar muhafazakâr sosyolojiye ait olsalar da, ilanihaye burada yurtlanamayacaklarını bilmekte, kendilerine özgü bir ara-mekân oluşturmaya çalışmaktadırlar.
Yeni bir dil, yeni bir gençlik, Batı’nın olduğu kadar Doğu’nun da farkında olunsa da, doğrudan buralarda yurtlanmayan yeni bir yola çıkış.
1939 yılında Nurettin Topçu tarafından yayımlanmaya başlayan Hareket’i, 1943 yılından itibaren Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu’su izler.
Yayınına Mehmed Âkif Ersoy ve Eşref Edib tarafından başlanmış olan ve Şeyh Said isyanından sonra yasaklanan, 1948 yılından itibarense yeniden yayınlanmaya başlanan Sebilürreşad ise Âkif’in yenileşmeci çizgisinden saparak daha muhafazakâr bir çizgiye geriler.
Necip Fazıl’ın görece Doğucu çizgisine ve bohem bir hayat tarzına karşı, Nurettin Topçu, doğrudan sosyalizmi savunan, teknolojiye mesafeli, Anadolu milliyetçiliğine ve isyan ahlâkına dayanan “hareket” felsefesiyle, mütevazı bir fikir emekçisidir.
Nurettin Topçu, düşünsel anlayışını oluşturduğu II. Dünya Savaşı öncesi koşullarının da etkisiyle, “nasyonal sosyalist” ideolojiyi İslam'a uyarlayan, otoriter ve milliyetçi bir anlayışa sahiptir.
Ancak “sosyalizm” meselesine yönelmesi, başlangıçta komünizmi önleme gayesine de matuftur ve bu husustaki “komünizme karşı yeni nizam” yazılarını 1951 yılından itibaren yazmaya başlamıştır. 1
Sosyalizm terimini kullandığı ilk konuşması ise “1959’da İTÜ’de verdiği bir konferans”tır. 2
1960’lardan itibaren ise Hareket dergisindeki yazılarında da sosyalizmden söz etmeye başlar.
Ancak bu konuda yoğun tepki alacaktır ve hatta 1964 yılında bu yüzden, içerisinde bulunduğu “Milliyetçiler Derneği” bölünecektir. 3
Kendisinden sonra ise Hareket çevresinde sosyalizm terimi artık kullanılmayacak; bu kavram, toplumculuk veya cemaatçilikle ikame edilmeye çalışılacaktır.
Necip Fazıl'ın daha pragmatik, eklektik, felsefi bir bütünlük taşımayan, genellikle geleneksel kaynaklar ve akımlardan beslenen anlayışına karşı Nurettin Topçu, “İslamcı” düşünür ve aydınlar içerisinde sosyalizmi benimseyen ve savunan neredeyse tek şahsiyettir.
Gerçi onun sosyalizmi kendi deyimiyle Anadolu milliyetçiliğine dayalı “Müslüman Anadolu Sosyalizmi”4dir ve komünizmle bir ilgisi olmadığı gibi, sosyalizmi, özellikle komünizme karşı bir duruş olarak benimser.
Dolayısıyla bu, toplumculuk ve toplumsal dayanışmayı, üretimin planlanmasını, tüketimsel tevazuyu, israftan kaçınmayı ve toplumsal kaynakların adaletli bir biçimde bölüşülmesini savunan ve öngören muhafazakâr bir sosyalizmdir.
Sosyalizme düşmanlık, öncelikle “onu doğrudan doğruya komünizmle karıştırmaktan ileri geliyor" diyen Topçu'ya göre sosyalizm hareketinin “yarattığı ahlâki isyanlar, geçen asrın fedakâr sosyalist ruhlarını dile getirdi. Yoksullar ve yetimler için, çalışan nasırlı eller için, hakları çiğnenen mazlumlar için hayatlarını fedaya karar verip sosyalizm cihadına atılanlar bu gayret ve fedakârlıklarının sonunda pek az sonuç elde edebildiler." 5
Servet sahipleri, sömürücüler ve kapitalistleri eleştiren Topçu'ya göre bunlar, Halife Ömer gibi ısrarla fukaranın hakkını gözeten ve toplumun dirliğini isteyen sosyalizme düşmandırlar.
Topçu'ya göre sosyalizm, halk, hatta okuyanlar arasında komünizm ve anarşizm gibi tanıtılarak kötülenmek istenmektedir. Oysa sosyalizm bir hak ve adalet davasıdır.
"Sosyalizm nefsimizin müdafaası için değil de Allah'ın emri ve insanlığın hak davası olarak alınırsa gayesine ulaştırılabilir."
Hakikatte bu dava İslam'ın özünde bulunan hak davasıdır. Sosyalizm, çiğnenmesi halinde Allah'ın da affetmeyeceğini bildirdiği kul hakkının müdafaasıdır. Sosyalist olarak İslam'ın ta kalbinde yer alacağımızı bilemeyenler, kelimenin yabancı kıyafetine tutuluyorlar... 6
Oysa bizim “iktisadi sistemimiz, halkın tüm ihtiyaçlarını karşılayan, her ferdi iş ahlâkıyla seferber eden, asrın geçer deyimiyle ruhçu sosyalist sistemdir.” 7
Bu iktisadî sistem sınıfçı değil, toplumcu; maddeci değil, ruhçudur.
İnsanlar işledikleri toprak kadar çalıştıkları fabrikanın da sahibi olmalıdır diyen Topçu, bunun gerçekleştirilmesi için bir tür kooperatif sistemini savunur.
Devlet programı, devlet teşebbüsü ve devlet kontrolüne dayanan; devletin ortak işleteceği mahalli kooperatiflerin sermayesini kullanan, köylünün emeği ile çalışan, kârına köylüyü ortak yapan bir sosyalist sistem.
Bu sosyalizm, ana unsur olarak fabrika amelesini değil, işlettiği toprağın asıl sahibi olan toprak işçisini, yani köylüyü alacaktır. Ticaret hayatında ise loncaların yeni görüş ve ihtiyaçlara uygun olarak canlandırılması lazımdır. 8
Bunu uygulayacak olan ise millî bir devlettir. Teknikten önce insanı, iktisattan önce ise ahlakı düşünen; “sert otoriter, hür totaliter”, “kâinatın ruhunun yeryüzünde belirtisi” olan bir devlet.
Topçu, kapitalizme dayanan bir “serbest iktisat düzenine bağlanan milliyetçi, dincilere karşı çıkarken, sömürgeciliğe ancak İslam ahlakına ve emeğe dayanan yeni bir iktisadi sistemle karşı koyulabileceğini” 9 savunur.
Bu sosyalizm tanımının Osmanlı toprak ve üretim sisteminin üzerinden geliştirildiği açıktır.
Ancak bu sistem dağılmıştır ve köylüler kadar İslamcılar da gözlerini şehirlere ve modernliğe, ağır sanayiye ve silahlanmaya dikmişlerdir.
Batı’nın teknoloji ve sanayisinin alınmasını, ahlak ve kültürünün ise reddedilmesini savunanların tezi ise oldukça safdil bir yaklaşıma dayanır ve kısa sürede ortaya daha derin bir karmaşa çıkmıştır.
Çünkü Batı teknolojisi, belli bir mantığın ürünüdür ve o teknoloji, dahası teknolojinin üretilme ve kullanılma biçimi, kendi mantığını da beraberinde getirmektedir.
O nedenle Topçu, Batı’nın teknolojisindense, felsefesine daha açıktır. Hatta Batı’nın tekniğindense ahlakını da daha fazla önemsemektedir.
Çünkü özen duyulan ilmî/teknolojik başarıların arka planında ciddi bir düşünsel ve ahlaki gayret bulunmaktadır.
Bu gayret ise her türlü üretimin, verimin, medeniyetin temelindeki olmazsa olmaz koşuldur.
Nitekim İslam dünyası da geçmişte tüm insanlığa bunun örnekliğini vermişti.
Ruhsal ve zihinsel bir cehdin kemâline dayanmayan hiçbir çırpınışın olumlu bir netice vermeyeceği ise oldukça açıktır.
“Nasyonal sosyalizm” etkisi
Bir süre, Heidegger’i de baştan çıkaran 1930’lu yılların etkisi altında kalan Topçu’ya göre Alman millî sosyalizmi, devlet sosyalizminin 10 en mükemmel örneğidir.
Yeryüzünde ilahi iradenin gerçekleşmesi olan faşist devlet kendiliğinden ahlâkidir.
Otorite ideal olan milli irade tarafından istenilmiştir. Bu istek yoluyla milli irade Allah'a bağlanmaktadır. 11
Faşizmin siyasal ve toplumsal adaletsizliklere karşı çıkması, Yahudilere karşıtlığı, öte yandan proletarya karşısında köylülüğe ve kırsal erdemlere ilişkin yüceltmeleri, devleti ruhsal bir değer olarak ülküleştirmesi, Topçu'ya cazip gelen öğelerdir.
Henüz otuzlu yaşlarında olan Topçu’nun gerek Yahudilere ve Kemalizm’e karşıtlığı, gerek dindarlarla uyuşmazlıkları, gerekse o yıllarda revaçta olan (komünizm ve modernleşme karşıtlığı bağlamında) faşizmin etkilerinden sıyrılarak bu meseleleri ciddi bir biçimde düşünmediği oldukça açıktır ve ileriki yıllarda bu etkilerden sıyrılarak, bu bağlamdaki düşüncelerini daha çok İslam’ın seçkin temsilcileri ve Osmanlı’dan yola çıkarak ifade edecektir.
Ancak Topçu'nun savunduğu sosyalist sistemle faşizm arasında önemli uyuşmazlık noktaları da bulunmaktadır. En önemlisi ise Topçu’nun ırkçı olmamasıdır.
Onun milliyetçiliği Anadolu kültürünü esas alır ve bu konuda doğrudan Türk ırkını ve hatta Müslümanlığı bile olmazsa olmaz bir şart olarak telakki etmez.
Daha çok, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda rol oynayan Mevlana ve Yunus'un, ahilik ve dervişlerin manevi toplumculuğunu savunur.
Faşizmde olan şiddet, liderlik kültü, dine karşıtlık, mekanizm ve teknoloji tutkusu, Topçu'nun karşı olduğu eğilimlerdir.
Ancak o, İslamcıların Anadolu’yu ve Anadolu milliyetçiliğine dayanmayan ümmetçiliklerini olduğu kadar, sosyalizme olan tepkilerini de eleştirir.
Taklitçi değil, yaratıcı bir yenileşmeden yanadır. İnsanın aslî niteliğidir yaratıcılık. Bu nitelikten uzaklaştıkça, yeryüzü her açıdan çölleşecektir.
İslamcıların sanayileşme tutkusu ve biçimciliği kadar sol sosyalistler (Marxistler)’in maddeciliği ve bu toprakların ruhuna uzaklığı, onu her iki kesimden de uzak kılar.
Hak ve iktidar, muayyen ölçüler vererek başkasına ısmarlanan elbise değildir, ancak onlara inananların eseridir. Ancak bu şaşkınlıktan din bezirgânı sahtekârlar faydalanıyor ve davamızın İslam'a aykırılığından büyücü ifadeleriyle bahsediyorlar. Halk bilmiyor ki, hiç birisi dini ruha sahip olmayan bu şarlatanlar halkı din adına soyarlarken, çiğnenip darbelenen İslam dinidir. Bizim sosyalizmimiz İslam'ın ta kendisidir. 12
Bununla dinî devleti mi kastediyoruz? Asla! Din müesseseleşince herhangi bir ferdin eline geçiyor. Bizim istediğimiz devlet kurucusunun kendi iradesini Allah'a teslim etmek davasıdır. Bu gidiş bütün bir devlet psikolojisini yaratacaktır. 13
Gerçek bir kurtuluş, öncelikle “her şeyi başkalarından bekleyen miskin bir şark ruhundan” 14 kurtulmakla başlayacaktır.
Buna rağmen gençliğe olumlu bir ufuk açmaktan yoksun ve “…bütün bu tazyiklerin altında şuuru bunalan bir nesle yaranmakla şöhret yapan sahtekârlar, Sultan Abdülhamid’in örnek hükümdar olduğuna, yakın tarihin bunca belgelerine rağmen halkı inandırabiliyorlar.” 15
Dini sömürme yolunda İslamcılar, İslam’ın içteki düşmanlarıyla yarışmaktadırlar… Halifeyi getireceğini, Ayasofya’yı açtıracağını, hatta Meclisi Ayasofya’da toplayacağını söyleyen bu liderler, İslam’ın istismarcılığını yapmaktadır… (Oysa) Halifenin, devlet reisinden başka bir şey olmadığını bunlar elbette bilir. 16
Topçu’nun sosyalizmi
Sosyalizmi (toplumculuğu) esas alan bir devlet, toplumun devletidir ve toplumla ilişkisi tahakküme değil de rızaya dayanmalıdır.
Oysa Topçu bu konuda da, daha çok klasik siyasetnamelerdeki kutsal devlet imgesinden hareket etmektedir.
Devleti inşa edecek ve taşıyacak temel kavramlardan ilki ‘devlet varlığının esaslı unsuru’ olan otoritedir ve biraz önce bahsettiğimiz Yüce Allah’tan insan şahsiyetine doğru inen hâkimiyet ve irade kavramıyla doğrudan irtibatlıdır.
İkincisi merkeziyetçiliktir ve adalet ve mesuliyet prensipleri etrafında gelişerek bir hukuk ve ahlak nizamının adı olmaktadır.
Üçüncüsü halkın bütün ihtiyaçlarına uzanan, onları karşılamaya çalışan, mesuliyet iradesiyle birlikte kul hakkını merkeze alan hür bir totalitarizme dayanmış olmasıdır. 17
Doğal olarak tüm toplumun gözetimini esas alan bir sosyalizm, otoriterliği kadar bütünsel (totaliter) de olmalıdır.
Ancak her iki kavramın çağrışımları, özellikle 20'nci yüzyıl açısından, pek de olumlu değildir.
Kuşkusuz ki demokrasilerin de, liberalizmin de birçok zaafı ve kusuru bulunmaktadır; ancak şimdilerde her iki siyasal anlayışın da daha egemen ve dolayısıyla da bu anlayışların görece de olsa olumlu çağrışımlarla anıldığı şartlarda bulunmaktayız.
Otoriter ve totaliter sistemlerin temel sorunları ise, bu sistemlerin ancak olumlu şahsiyetlerin (“bilge-kral”ların) egemenliğinde iyi işlemesidir.
Oysa kötülerin eline geçtiğinde -ki, çoğu kez de böyle olmaktadır-, hiçbir denge ve denetleme mekanizmasının olmadığı bu sistemlerin felaketsi halleridir akılda kalan.
Demokrasilerde ise iyilik kadar kötülük de olağanlaşmaktadır belki ama bir ölçüde de olsa denge ve denetlemeye açıktır bu yapılar.
Otoriter sistemlerde sorumluluk bütünüyle otoriteye havale edilmekteyse, demokrasilerde ise sorumluluk toplumundur.
Dolayısıyla yaygınlaştırılmış bir sorumluluk kavramı, en azından kötülüğe duçar olma nispetini düşürmektedir.
Topçu ise, otoriter toplumculuk anlayışında, adalet ve mesuliyete, hürriyet ve eşitliğe nazaran daha yüksek bir değer atfeder.
Ancak hürriyeti ikincilleştirdiği yaklaşımlarda, ona daha çok serbestlik anlamını atfetmektedir.
Topçu’nun sosyalizm düşüncesi, doğrudan Anadolu toplumculuğunu esas almaktadır.
Dolayısıyla faşizm gibi kendi halkını da yaratan ve kurtaran bir “führer” ideali peşinde değildir.
Tam aksine tabandan tavana doğru giden bir örgütlenmenin bilincini, kendisini kurtuluşa erdirecek olan toplumsal bir yaratıcı iradenin hamlesini düşünmektedir.
Anadolu'nun içinde bulunduğu ekonomik sorunlardan; şuursuzca bir Batılılaşmadan; Tanzimat'tan beri gelen ve aydınların, bizi tahrip edecek Batılı fikirleri yurda ithal etmelerinden; yanlış milliyetçilik anlayışlarından; dinin yanlış anlaşılması ve anlatılmasından; yabancı hayranlığından ve pragmatizmin benimsenmesinden ötürü, bizde, komünizm kendisine bir zemin bulabilmektedir.
Materyalist, ihtilalci, anarşist bir komünist tehlikeden bizi koruyacak olan ruhçu, devletçi, muhafazakâr, otorite sahibi bir sosyalizmdir. 18
Topçu'ya göre kapitalistler, ağalık düzeni, sahtekâr ve çıkarcı din adamları, sözde ve sığ aydınlar ve bunları besleyen basın, Yahudiler ve masonlar, komünizmin yarattığı olumsuz etkiler, sosyalist bir sistemin uygulanmasına karşı koyan başlıca güçlerdir.
Kurtuluş, ancak ruhları Allah yolculuğunda selamete ulaştıracak, ruhçu ve İslamcı bir sosyalizmin eseri olabilir. Bu zafere ulaşmanın şartı ve çaresi ise hakkın ve vicdanın katili olan hürriyetleri yok ederek, onun yerinde, çalışanların, düşünenlerin, sevenlerin ve acıyanların haklarıyla hürriyetlerini yaşatabilmektir... Bu mânada, sosyalizm devrimizin şeriatıdır. 19
Şeriat deyince de, Topçu açısından “din, akan bir nehre benzetilirse, şeriat onun mecrası, yatağıdır. Ama bu mecra asırlardan beri kupkuru hale gelmiş, ilahî unsur olan suyu çekilmiştir.” 20
Bunun en büyük sorumlusu ise ruhsuz, idealsiz, sadece Kuran ticaret yaparak bir şeyler elde etmeye çalışan din adamlarıdır.
Oysa “Allah’ın hürriyetini kendinde duyan insan, onunla önce kendi nefsine, sonra da başka insanlar arasındaki zorbalıklara, âlemşümul merhameti yok edici bütün hareketlere karşı isyan edecektir.” 21
Dolayısıyla bu tip bir “din adamları sınıfı ortadan kalkmalı, onların yerini Allah sevgisini yeryüzüne yaymaya kabiliyetli, fedakâr, aşk ve hizmet adamlarından meydana gelecek, sağcısı ile solcusunu birlikte kucaklayan asrın kurtarıcısı olan din adamları almalıdır.” 22
Zira İslam’da işi gücü merasim ve teganni olan bir din adamları sınıfı bulunmamaktadır.
Sosyalizmi savunduğu için Topçu'yu eleştiren Necip Fazıl, popüler bir aydın olarak Batı felsefesinden yararlansa da, Batı’ya karşı Doğucu bir tepki ideolojisini savunmuş; muhafazakâr ve geleneksel bir İslam anlayışını araçsallaştıran bir siyasal söylem ve strateji geliştirmiştir.
Oysa Topçu bu açıdan müraice bir tutum izlemeyip, yeri geldiğinde Batı’ya ait olumlu değerleri de savunmuştur.
Batı Rönesans’ının bir benzerinin de bu topraklarda yaşanması gerektiğini belirterek, Batı felsefe ve sanatının olumlu yönlerini de örneklemekten kaçınmamıştır.
Sözgelimi “bize yeni bir neşve lazım” diyerek, melankolik şark müziğini eleştirmiş ve daha olumlu gördüğü Batı müziğini ve sanatını örnek vermiştir.
Zira ona göre “Yunus akan suların, Mevlana neyden çıkan feryadın, Beethoven rüzgârın, Van Gogh güneşin yaşattığı neşvenin terennümünü dile getirmişlerdir.”
Dolayısıyla o, doğrudan Batı’ya karşı safdil bir Doğu savunusu içerisinde değildir.
Onun doğusu aslında batı ile doğu arasında merkezde olan, batıya görece olarak doğu’dur.
Batıcılar kadar Doğuculardan da uzak, Kuran’ın tanımıyla “vasat ümmet (örnek toplum)”e has bir merkeziliktir.
Bu, Herodyen bir egemen güçlere perestiş olmadığı gibi, Zelodyenler gibi kendine kapanmış bir tutuculuk da değildir.
Yenilmişlik duygusuna gömülen bir hissiyata sahip olmadığı gibi, galiplerin ve onların yerli temsilcilerinin tafralarını da umursamamaktadır.
Şunu da bilmektedir ki, yenilmek öncelikle ruhta gerçekleşmektedir ve dolayısıyla yenilmenin hüznünü veya utancını yaşayanlarla, bu duyguya gömülüp kalanlarla aynı sosyolojik mekânı paylaşsa da, onlarla hiçbir ruh akrabalığı yoktur.
Zira bu sosyolojinin mensupları, bırakın yenilmişliklerini sorgulamayı, bu yenilgideki sorumluluklarını üstlenecek bir haysiyete bile sahip değillerdir.
Bizi kurtaracak olan bir inkılaptır ama bu “şekil ve madde inkılabı değil, ruh ve ahlak inkılabı”dır. Kılık kıyafeti ya da harfleri değiştirmek meselenin özüne dokunmayan bir yenilmişlik psikolojisinin tezahürleri ve galiplere özentili tavırlardı. Çünkü biz Darwinci evrimin konusu olan bitki veya hayvanlar değildik. Bize gerekli olan “ruh ve düşünce inkılapları, duygu ve irade inkılaplarıydı”. 23
Topçu’nun sosyalizmi teorik analizlere dayanmayan, sol açılımları olmayan, iktisadi olmaktan ziyade romantik bir ütopizmi dillendirir.
Marksist sosyalistlerin Anadolu gerçeğini önemsemeyen ideolojik tutumları kadar, muhafazakâr dindarların kalkınmacılığa koşulmuş, müstekbir sınıfların sömürücülüğüne karşı bîgâne ve bu sınıfların zulmüne karşı isyan etmek şöyle dursun, bu gücü yücelten pozitivizmleri de Topçu’nun sosyalizm ve isyan ahlâkı anlayışına aykırıdır.
Nitekim onun bu temel uyarısına aldırış etmeyen, gerçek anlamda bir toplumculuk bilincine ve duyarlılığına sahip olmayan ve sadece güç arzusuyla yola çıkan muhafazakâr İslamcıların ileriki yıllarda ulaştıkları iktidar yıllarında, kendilerine aslî hedef olarak aldıkları güç temerküzü için Peygamber’in temel tutumu olan sadelik, mütevazılık ve paylaşımcılıktan nasıl da uzaklaştıkları ortadadır.
Kendine özgü patikalar
Topçu, birbirine oldukça uzak ve uzlaştırılması oldukça güç olan iki ayrı dünyanın, Doğu ve Batı’nın, madde ve mânanın, toplumculuk ve şahsiyetçiliğin olumlu yanlarını inatçı ve sonuçsuz bir çabayla birleştirmeye çalışırken, akıntıya karşı kürek çektiğinin farkındadır kuşkusuz.
Nitekim önceli kadar ardılı da olmayan bu Anadolucu sosyalizm söylemiyle Topçu, kendi semasında tek yıldız olarak kalır. Bunun içindir ki ışığı Anadolu’nun o mahut karanlığını aydınlatamaz.
Öyle ki, kendi kurduğu ve bir mektep hüviyetinde olan Hareket camiası içerisinde bile, bu anlamda ciddi bir yankısı yoktur.
Topçu’nun sosyalizmi, aynı dönemlerde İslam dünyasında ortaya çıkan Mustafa Sıbai’nin İslam sosyalizmi, Hasan Hanefi’nin İslamî sol’u ve Ali Şeriati’nin sosyalist İslamcılığı gibi İslam’ın özgürlükçü ve devrimci bir yorumu olmaktan ziyade, dayanışmacı ve eşitlikçi niteliğiyle, Kemal Tahir’in Osmanlıcı sosyalizm tezine benzemektedir.
Özyönetim, toprak reformu, kooperatifçilik ve eşitlikçilik fikirleriyle, hızlı kalkınmadan çok bölüşüme, pastayı büyütmekten ziyade adil dağıtıma önem vermekte;.. kazanç biçimleri kadar miras gibi alanlarda nitel dönüşümü savunmaktadır. 24
Dolayısıyla, Osmanlı sisteminde olduğu üzere esnaf loncalarının ve tarımsal üretimin stabilitesinin esas alındığı, üretimin ve tüketimin planlandığı ve denetlendiği, kökenlerini milli tarih ve coğrafyada bulmaya ve kendisini orada temellendirmeye çalışan, ütopik olduğu kadar retrospektif bir milli sosyalizm tezi olarak kalacak; bir an önce “muasır medeniyetler seviyesine” ulaşmaya çalışan siyasilerimiz kadar, komplo teorilerinin peşinde koşmaktan daha öteye gitmeyi düşünmeyen “aydınlarımız”ın da çok fazla dikkatini çekmeyecektir.
Daha fazla oku
-
Arâfta olmakNode ID: 192481
-
Arâftaki aydın: Cemil MeriçNode ID: 196521
-
“Yazı ve fark”Node ID: 204706
“Ümmetin ve memleketin siyasî, dinî, etnik ve ideolojik kamplaşmaların ve bunun sonucu olan parçalanmışlığın pençesinde kıvrandığı günümüzde, Nurettin Topçu, pek çok çağdaş İslam entelektüeli içerisinde, bütün bu tuzaklardan kendisini kurtarabilmiş nadir bir şahsiyettir.
Nitekim onun yazılarında hakikatin referansları olarak mesela Hıristiyan-Müslüman, Şii-Sünni, sağ-sol ayrımlarına başvurulduğunu görmek çok zordur.
Bu cümleden olmak üzere mesela İlahiyat ve Diyanet camiası ile, cemaat ve tarikat yapıları başta olmak üzere İslami kesimin bir koro halinde, herhangi bir ayrım yapmaksızın ‘Oryantalizm’i toptan reddetmesine mukabil, Fransız oryantalizminin dev ismi olan Louis Massignon hakkında fevkalade sitayişkâr sözler etmekten çekinmez.
Öte yandan İslami kesim genellikle kendisini ‘sağ’ olarak nitelendirmekle ve ‘sol’ konusunda iflah olmaz bir önyargı ve düşmanlık beslemekle bilinir.
Böylesi sol aleyhtarlığının egemen olduğu İslami kesimin bir ferdi olarak onun sadece mutedil solun değil, Marxist ve sosyalist solun gözde şahsiyetlerine karşı olan açık sempatisini gizlemeyi asla düşünmediği görülmektedir.
Hatta tam tersine onun çevresindekilere mesela Kemal Tahir hakkında ‘Kemal Tahir bize lazım!’ demesi; daha da ilginci, Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanlığı da yapan ve 1965 ile 1969 seçimlerinde İstanbul milletvekili olarak TBMM’ye giren Mehmet Ali Aybar için, ‘Hele şükür, Meclis’e bir adam oğlu adam da girmiş’, diyebilmiş olmasıdır.” 25
Sadece Aybar ya da Kemal Tahir değil, Sabahattin Ali hakkında da, muhafazakâr kesimden beklenmeyecek bir biçimde, bu isimlerin hakkı olan olumlu sözler söylemekten asla kaçınmaz:
Sabahattin Ali, Anadolu’nun toprağına olduğu gibi Anadolu’nun kalbine de en çok yakışan bir hikâyecimizdir.
Onun sola bağlı bir düşünür olmasını, sağ cepheyi hep zalimler cephesi zanneden zihniyetine, vehmine ve kültürünün bu alandaki yetersizliğine bağlıyoruz.
Onun aşikâr bir gerçek olan büyük eseri, başından sonuna kadar milliyetçiliğin ıstıraplarıyla, bu vatan toprağının ve Anadolu insanının sevgisiyle doludur…26
Gerçi bunları söylerken kendisini konumlandırdığı söylemsel mekânı, “sağ” ve “milliyetçi” bir yer (topoloji, habitus)’dir.
Ama bunu da içerisinde bulunduğu kültürel coğrafyanın dilinin alt edilememiş bir etkisi olarak görmek gerekir. Nitekim Hareket’in Temmuz 1968 sayısında,
“Sağ ve sol diye batının iki kara cephesine ayrılan saf düşüncelerin, üçüncü cepheyi teşkil edecek tek aydınlık yolunu, kurtuluşun tek yolunu artık görmeleri lazım geliyor” diyerek, aynı yazıda bu yolun “Anadolu İslam sosyalizmi” olacağına da atıfta bulunuyor. 27
Oldukça muğlak karşıtlıkların belirlediği kutupsallaştırılmış bir söylemin sorunluluğu ve üzerine bulaşan etkiler hakkında daha uzun yıllar da derinlikli bir biçimde düşünülemeyecek, kurgulanmış siyasetin çatışmacı ve kutuplaştırıcı üslubu sahte de olsa, bu söylemin yarattığı sosyolojik mekân ve bunun yarattığı toplumsal şizofreni, varoluşsal bir yerleşke olarak benimsenecektir.
Bu yanıltıcı ama etkileyici söylem üzerinde yürütülebilecek daha derinlikli ve kutuplaştırıcı etkilerden sıyrılmış bir çaba, söylemsel mekânın asli mahiyetini kavrayarak bu muğlaklığı aşmayı da bilecektir.
O ise sağ-sol kadar, Batı-Doğu ikilemlerini de aşan, tıpkı Anadolu platosunun yüksekliği gibi, “arâftakiler”e özgü o aslî (otantik) irfan (bakış)’ın ihyasıdır.
1. Nurettin Topçu, Ahlak Nizamı, Dergâh Y. s. 40
2. Ezel Erverdi, Nurettin Topçu, Dünden Kalanlar ve Geleceğe Umutlar, Dergâh Y. s. 86
3. Age. s. 77
4. Komünizme Karşı Mücadele Dergisinin 22. sayısında (Haziran 1951) şöyle söyler: “… insan olarak, sonra bir ümmet ve hukuki cemaat olarak hayranlığımızı çeken İslam sosyalizmi…” Bkz. Ahlak Nizamı, Dergâh Y. s. 38
5. Nurettin Topçu, Ahlak Nizamı, “Sosyalizme Karşı Koyan Kuvvetler” yazısından, s. 195
6. Age, s. 200
7. Nurettin Topçu, Yarınki Türkiye, s. 165
8. Nurettin Topçu, Yarınki Türkiye, Dergâh Y. s. 164
9. Ezel Erverdi, Nurettin Topçu, Dünden Kalanlar ve Geleceğe Umutlar, Dergâh Y. s.453
10. Kendisi de, İş Hayatı başlıklı makalesinde, “kooperatifçiliğe dayanan devlet sosyalizmi”nden ve “ruhçu ve milliyetçi sosyalizm”den ve hatta “sosyalist bir ahlak nizamı”ndan söz etmektedir. Bkz. Ahlak Nizamı, Dergâh Y. s. 120, 123
11. Nurettin Topçu, Ahlak Nizamı, Dergâh Y. s. 261
12. Age. s. 192
13. Age. s. 26
14. Nurettin Topçu, Yarınki Türkiye, Dergâh Y. s. 255
15. Nurettin Topçu, İslam ve İnsan, Mevlana ve Tasavvuf, Dergâh Y. s. 47
16. Age. S. 117, 118
17. Nurettin Topçu, derleme, Kültür Bakanlığı Y. İsmail Kara’nın yazısından, s. 305
18. Nurettin Topçu, Ahlâk Nizamı, Dergâh Y. s.158
19. Nurettin Topçu, Sosyalizm Devrimizin Şeriatıdır. Hareket, s. 59, Kasım 1970
20. Nurettin Topçu, Yarınki Türkiye, Dergâh Y. s. 307
21. Nurettin Topçu, İradenin Davası, Devlet ve Demokrasi, Dergâh Y. s. 78
22. Nurettin Topçu, İnsan ve İslam, Mevlana ve Tasavvuf, Dergâh Y. s.72
23. Nurettin Topçu, Mehmet Akif, Dergâh Y. s. 52
24. Lütfü Şehsuvaroğlu, Türk Sosyalizmi ve Nurettin Topçu, Elips Y. s. 99
25. Erzurum Belediyesi Nurettin Topçu Sempozyum Kitabı, Hayri Kırbaşoğlu’nun sunumundan, s. 206
26. Nurettin Topçu, Millet Mistikleri, Dergâh Y. s. 150
27. Nurettin Topçu, Ahlak Nizamı, Dergâh Y. s. 179, 180
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish