Lübnanlılar, normal zamanlarda ve sakinlik dönemlerinde sadece hükümetten, hükümetin yokluğundan, eksikliklerinden ve hatalarından söz ederler.
Son zamanlarda hükümetin yerini devlet aldı. Hükümetten sorumlulukların yokluğunda adeta acı bir parçalanma meselesi olarak bahsediliyor.
Lübnanlılar 19’uncu yüzyılın ortalarından bu yana başta ekonomi olmak üzere, ülke içinde dar bir boğaza girdikleri her seferinde göç ederler.
Kuşkusuz bu göçün sebeplerinden biri de savaşlardı.
Şu anda ülkeye hâkim olan üç korku var: Korona salgını, lira mikrobu ve bazı yetkililerin söz ettiği iç savaş (İsrail’le savaş veya Suriyeli göçmelerin katılacağı kuzeyde bir savaş veya Filistinli mültecilerin katılacağı güneyde bir savaş).
Bir gazeteci olarak insanlar size ne olacağı hakkında sorular sorarlar.
Fakat bu zor zamanlarda köydeki gençler benim yolculuk tecrübemle ilgili sorular sordular, benden tavsiye istediler.
50’li yaşlarında bir akrabam, önünde 3 seçeneğin olduğunu ve hangisini tercih etmesi gerektiği konusunda kendisine yardım etmemi istedi: Kanada, Avustralya ve Finlandiya.
Kanada'nın kendisi ve ailesi için ilk seçenek olduğunu söyledim.
Avustralya’nın havası daha güzeldi; ama dünyanın diğer ucundaydı.
Finlandiya'da DiCaprio filmlerindeki kimselerin yaşadıklarına benzer bir tecrübe yaşamıştım.
Soğuk ve uzun geceler, bisiklet bile sürmemiş bir pilot tarafından kullanılan bir uçak, Titanik ve müzik...
DiCaprio deyince akrabam onun filmlerini sevip sevmediğimi sordu.
Bunu duyduğumda ona Finlandiya’yı tavsiye etmeye karar verdim; fakat ailesine üzülüyorum.
Ona başka bir seçenekten bahsettim. Direniş ekseninin bize sunduğu ekonomik birlik: Suriye, İran, Irak ve Venezuela…
Şöyle dedim:
Dikkatlice düşün. Petrol, güzellikler ve eşitlikler ülkesi. Herkes göçün kapılarında. Yerel para biriminin değeri sıfırın altında. Elektrik yok. Hiçbir yerde kendinizi yabancı hissetmeyeceksiniz. Tıpkı DiCaprio filmlerinde olduğu gibi mavi bir karanlık.
Bu akrabam daha önce bana çocuklarını hangi üniversiteye göndermesi gerektiği konusunda danışmıştı.
Onların okuması için köyün taşlarından ve kayalarından parasını çıkarırdı.
Çocuklarının da kendisi gibi kayalıklarda bir ömür geçirmelerini istemiyordu.
Topladığı para, onları kabul edecek bir ülke için bilet almaya bile yetmiyordu.
Büyükbabasının daha önce yaptığı gibi bu güzel kayaları uzaktan hayal etmek için bırakıp gidecekti.
Devletin nerede olduğunu soruyor?
Onun hayatının her gününde ne yaptı?
Niçin onu varlığını arzu duyacak bir durumda bıraktı?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Adem İpekyüz
© The Independentturkish