Beyrut'tan Bağdat'a kadar yollarda vahşetin izlerine tanık oluyoruz.
Yolun iki yanında maskeli kara gömlekliler, bariyerler ve keskin nişancılar var.
Kurbanların yüzlerine bakmaya çalıştığımda endişem daha da artıyor.
Katilin kimliği gizlendiğinde ve kurbanın resmi asıldığında içimi bir korku kaplıyor.
Iraklılar dün Hişam el-Haşimi’nin fotoğraflarıyla sokaklara çıktılar.
Onun, Safa Serayi ve keskin nişancılar tarafından vurulan 600 arkadaşının arasına katıldığını bildirdiler.
Herhangi bir keskin nişancı ya da maskeli bir katil, kendisi ile onun arasındaki ya da yaptıklarını örtmek için yüzünü gizleyen ile yüzünü açan ve söyleyeceğini söyleyen kimse arasındaki farkı biliyor mu?
Katil dün mermileriyle Hişam’ın bedenini hedef aldı. Ancak hedef, Hişam’ın mensubu olduğu her şeydi.
Kaostan beslenenler, devlete ‘daha fazla yaklaşmaması yoksa bir sonraki hedefin kendi başı olacağı’ konusunda tehdit etmişti onu.
Başbakan Mustafa Kazimi pazartesi gününden bu yana milislerin maskelerini çıkarmalarına yönelik uyarıyor.
Kazimi, bu grupların şiddete başvururlarsa bunun da sonuçları konusunda uyarıyor.
Hişam el-Haşimi’nin Irak tarihinin bu tehlikeli aşamasında maruz kaldığı suikast, başbakanlık görevini üstlendiğinden bu yana Mustafa Kazimi’ye gönderilen en tehlikeli mesajdır.
Bu mesaj, Kazimi’nin yanı sıra dar çevresine ve yakınlarına da uzanıyor.
Onları durdurmak ve vaatlerini yerine getirmelerine engel olmak amacıyla susturmaya ve boğun eğdirmeye çalışıyorlar.
Onu, çevresinde bulunan ve tecrübelerini siyasi bağlamın dışına çıkaran yeterlilik sahibi ulusal şahsiyetlerden izole etmek istiyorlar.
Kazimi’nin önünde şu anda sadece iki seçenek var:
Ya gerçekliği kabul ederek çaresizliğini itiraf edecek ya da onu partilerin şantajından kurtaracak bir mücadele verecek.
Irak'taki hiç kimse korkunun ne demek olduğunu Mustafa Kazimi kadar ayrıntılı bir şekilde bilmiyor.
Siyasi ve entelektüel oluşumunun önemli bir parçasını oluşturan ‘Korku Cumhuriyeti’ kitabının yazarı oydu.
Ayrıca Kazimi, istihbarat servisinin başına geçmeden önce on yıl boyunca önceki rejimin suçlarını belgelemek ve on binlerce kurbanın şifahi anlatılarını kaydetmek için çalıştı.
İntikam değil, adalet talep etti.
Şimdi yine maskeli keskin nişancılar tarafından öldürülen dostu Hişam için adalet istiyor.
Böylece devlete, egemenliğe ve adalete inanan Bağdat ve Irak'ın diğer şehirlerindeki insanları korumak istiyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Saddam Hüseyin bir terör ve korku cumhuriyeti kurarak başına geçti.
Baas sonrası Irak'ta başlar çoğaldı ve devlet kayboldu. Keskin nişancılar kurumları ortadan kaldırıp korku ve terör cumhuriyetini yeniden ürettiler.
17 yıl sonra Irak, bireyin tiranlığı altından çıkarak dinci tiranlığın boyunduruğu altına girdi.
Bu şekilde devlet fikri ortadan kalktı ve geriye ‘vatan olmaktan yoksun bir toprak parçası’ kaldı.
Tahrir Meydanı, ‘maskeli keskin nişancılar ve Baas’tan sonraki nesil’ ile ‘şiddete dini bir meşruiyet kazandıran kimseler’ arasında bir savaş alanına dönüştü.
Bu her ne kadar ülkedeki ilk suikast olamasa da son olması gerekiyor.
Devletten sorumlu olan kimselerin sahip oldukları güç, iktidar ve adalet araçlarını kullanmakta tereddüt etmemeleri gerekiyor.
Irak'ın geri kalanını kaostan korumanın maliyeti acı olsa da bunun yapılması gerekiyor.
Haşimi yazsaydı şöyle derdi;
Ey dostum!
Bugün çok üzüntülüyüm. Sabah bana Bağdat'a ne zaman döneceğimi sordun. Ben de can vermek için o kadar aceleci olmadığımı söyledim. Bana Bağdat lehçesiyle şöyle dedin: “Siz beyler! Size benzemeyenlerden kim size yakındır!
Gülümsedim sana...
Bu kez vuruldum; ama incinmedim. Siz ise üzgün ama acımasızdınız.
Ve sizi Beyrut, Karrada, Abu Nawas ve Cadriya sokaklarında bekledim ...
Ama Irak'tan ses seda yoktu, hoşçakalın...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu
© The Independentturkish