Tarihin hazinesinden alınacak ne çok ders var. Yaşadıklarımızı anlamlandıran ve yaşayacaklarımızı gösteren, öğretici dersler..
Yuri Gagarin, “…Dünya’nın yörüngesinde dolaştığımda, gezegenimizin ne kadar güzel olduğunu ilk defa gördüm. Ey, insanlık! Lütfen onu koruyalım ve güzelliğini arttıralım. Onu yok etmeyelim!” diyerek insanlara sahip oldukları en değerli şeyi göstermeye çalışmıştı.
İnsanlık tarihte birçok felaket ile yüz yüze kaldı.
Her felaket kendi ölçeğinde büyük hasarlar ve acılar bıraktı.
Milattan sonra 79 yılında Vezüv Yanardağı Pompeii şehrini yok etti.
1347-1351 yılları arasında Avrupa’da yayılan Kara Veba salgını tahmini 200 milyon, 2004 yılında Endonezya’nın Sumatra Adası’nda meydana gelen 9,1 şiddetindeki deprem 230 bin insanın ölümüne neden oldu.
1939-1945 yılları arasında süren İkinci Dünya Savaşında yaklaşık 80 milyon insan hayatını kaybetti.
Bu felaketlerin her biri farklı yer ve zamanlarda gerçekleştiği için insanlık büyük kayıplarla da olsa bunları atlattı.
Günümüzde ise benzer felaketler “hepsi bir arada” yaşamı tehdit eder durumdadır.
Küresel ısınma, şiddeti ve sayıları artan depremler, pandemi düzeyinde salgınlar, yüksek teknolojiye sahip silahların gölgesinde savaşlar, ırkçılık ve daha birçoğu.
İnsanlık elde ettiği teknoloji ile konforunu ve standartlarını yükseltmeye çalışırken kendisi ve doğa ile de savaş halindedir.
Bu mücadelede ne tarafımızı ne de kazanım ve kayıplarımızı biliyoruz.
12'nci yüzyılda Cizre’nin medreselerinde eğitim alan, fizik, robot ve matrix alanlarında usta olan El Cezeri, sibernetik alanı insanlığa kazandırır;
“Tatbikata çevrilmeyen her teknik ilmin, doğru ile yanlış arasında kalacağını” söyler.
Deneme yanılma yolu ile çalışmalarını somutlaştırarak ortaya koyar.
El Cezeri; günümüz teknolojisinin insan hayatında sağladığı kolaylıkları ispatlar. Ancak yaşadığı çağ onun bu çalışmaları ile ilgilenmedi.
Bu coğrafyada yüzlerce yıl onun başlattığı teknolojiyi kullanacak/geliştirecek kimse olmadı.
1698 yılında Tohomas Savery’in icat ettiği buhar makinesi ile elde edilen güç, kullanılan enerji “mucizevî” çalışmaları başlattı.
Enerjinin elektriğe dönüşümü, teknolojinin dijitalleşmesi insana “kerametli” bir hayat sundu.
Ekosistemde ise olağan üstü sayıda ve şiddet de doğal afetler, sıradan haberler haline geldi.
Aktif ve dinamik evrenin, “canlı olan” bir gezegeninde yaşıyoruz. Kelebek etkisinden kurtulamayan bir organizma misali... Sahnelerin budandığı bir doğanın parçasıyız.
Ekosistemin beklenmeyen yerlerde eklediği veya çıkardığı roller standartları doğrudan etkilemektedir.
Küresel ısınmanın neler yaptığını/yapacağını gören var mı?
Nedenlerini kaçırıp sonuçlara odaklanmanın; sorunlara çözüm getirmediğini anlayan var mı?
Yerkürede aktif olan izostatik denge yüzeyde yaşanan her değişime tepki vererek kendisini güncellemektedir.
Su ve hava küre; her dokunuşa anlık refleks, canlı küre duyularıyla aldığı her basınca tepki vermektedir.
İç içe geçişken olan bu küreler, birbirlerine kapılarını kapatıp izole değildir.
Atmosfer ısınıyor, buzullar eriyor, sular yükseliyor, depremlerin şiddeti ve sayıları artıyor, hayvan ve florada alan kayması yaşanıyor.
Bütün bunların müsebbibi olan insan, tehlikenin kendisini de kuşattığının farkında mı?
İnsan kendi türüne karşı efendi kalmak veya kölelikten kurtulmaya çalışıyor. Oysaki “o” meziyetleri ile tüm kürenin efendisi olduğunu unutuyor.
Günümüze kadar yönetim yapılanmasında imparatorluklardan daha geniş bir organizasyon oluşmadı.
İmparatorlukların monarşik yapılarına karşı zafer, 1789 Fransız İhtilali ile somutlaştı.
Sınıflar arası eşitsizliğe karşı, demokrasi isteyen bu halk hareketi, ilginç bir şekilde ırkçılığı içinde büyüttü.
Fransız İhtilali ile başlayan milliyetçilik anlayışı pandemi düzeyinde toplumları bir başka zehirledi.
Gerçekleşen ulus devletler, ayrıştırıcı yaptırımlar ile düzmece birliktelikleri zorladı. Kimlik ve ideolojilere uygulanan kozmetik müdahaleler sahte üstünlükler doğurdu.
Teoride yazılan kusursuz ideolojiler uygulamadaki her soruya cevap veremedi. İyi niyetle çalışılan tüm doktrinler faşist bulaştan kurtulamadı.
Estetiğin kendisi olan bilgelik ve erdem, vahalarında hapis kaldı. Olmazsa olmaz kabul edilen devlet örgütü ideal yapıya kavuşmadı.
Jean-Jacques Rousseau’nun dediği gibi;
Gerçek demokrasi hiçbir zaman var olmamıştır ve olmayacaktır da.
Dünyada ırkçılık, huzuru tehdit eden önemli bir illettir. Yaşadığımız coğrafya yüzlerce yıldır; “Kavmini sev, kavimleri tanı” düsturu üzerine idame olmuştur.
Günümüzde ise insanlar “milliyetçi şiddete” karşı vatan ve bayrak sevgilerini ispatlama zorunda bırakıldı.
Dört tarafı “yokluk” olanların kendi aralarındaki milliyetçi öfkeleri ne kadar aptalca. Öfkeyi besleyen, toplumu zehirleyen tüm yolların tüm damarların kesilmesi gerekir.
9 Nisan 2003’te Bağdat’ta Saddam Hüseyin’in heykeli kaldırılarak ABD bayrağı asılır.
Özgürlükleri için halk bir zorbayı tahtan indirirken daha güçlü birini kucaklar.
George Floyd vakasından sonra Avrupa ve ABD’de Churchill, Kral 2. Leopold dâhil birçok ırkçı zorbanın heykellerine saldırılar başladı.
Bu heykellerinin meydanlarda ki varlığı elbette rahatsız edicidir.
Bu insanları zorba haline getiren “ırkçılık” zihinlerden alınmadıkça, heykeli meydana dikilecek müstebit hep olacaktır.
Irkçılık/milliyetçilik tüm zihinlerde tedaviye muhtaçtır.
Milattan önce 1'inci yüzyılda Adıyaman Nemrut ören yerinde Commagene Kralı 1. Antiochos tanrılar ile birlikte heykelini yaptırarak ölümsüzleşmek istedi.
Dünyanın her tarafında yarattıkları trajediler ile güçlerini ispatlayan zihniyet, meydanlara dikilen heykeller ile ödüllendirildi.
Ölümsüzleşmesi gereken trajedinin sahibi değil mağdurlarıdır. Ders olsun diye meydanlara yaşanmışları anlatan abideler yerleştirilmelidir.
Kovid-19, mutasyonları veya olası akrabaları “koku” misali solunan kişilerde, kolonileşerek yaşamın çeperini sınırlamaktadır.
Bilim dünyası bu virüsü tam tanımadan o insan metabolizmasının her yerine saldırmayı başardı. İnsanlığın salgın ile tanışması yaklaşık bir yıl oldu.
Kalıcı ne bir ilacı ne de aşısından haber çıkmadı. Salgın; önce bildiklerimizi, sonra tanıdıklarımızı işgal edince tüm alışkanlıklarımızı revize etti.
İnsanlara doğada yalnız olmadıklarını, baş edilemeyen tek canlının kendisi olmayacağını öğretti.
Köyde Kovid’den cenaze var. İletişim ağı sayesinde herkes kötü haberi anında alıyor.
Yakınların cenaze merasimine katılımları jandarma tarafından engelleniyor.
İmam merasime mesafeli durunca, bastırılmış korku, acı duygular içinde aile, tüm ritüelleri kendileri gerçekleştiriyor.
Binlerce yılın gelenekleri mesafeli bakışların altında eriyip gidiyor. Gün geceye evrilirken doğacak güneşe olan umutların beklentisi, karanlığa gözlerini yumuyor.
Bütün bunlar olurken politik kavgalar, ekonomik savaşlar hız kesmiyor. Canlıyı, hayatı, bilmem kaç sefer yok edecek silaha sahip ülkeler her gün birbirlerine meydan okuyor.
Günümüzde 10 milyar insanı besleyebilecek gıda üretimine karşın 820 milyon insan açlık çekmektedir.
Bu güçleri ve varlığı organize ve kontrol edecek bir mekanizmanın olmaması ne acı!
Stephen Hawking, şöyle demişti:
Yaşam ne kadar kötü gözükürse gözüksün, her zaman başarılı olacak bir yol vardır. Hayat varsa, umut da vardır.
Bu muazzam küre, sorumsuzlara bırakılmayacak kadar değerlidir.
Evrensel düşünenlerin birbirini duyabildiği bir zamanda yaşıyoruz.
Renkleri ve kimlikleri farklı bu topluluk; bilmediği, yaşamadığı yerlerde hakları olduğunun farkında…
Onlar mekanın ötesinde her yerde buluşarak inadına iyiyi inadına gerçeği koruyacaktır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish