Mustafa Kemal Atatürk, Selanik’te görevli olduğu yıllardan itibaren arkadaşlarıyla ve düşük rütbeli subaylarla sofra etrafında bir araya gelmeyi alışkanlık haline getirmişti.
Bu sofralarda sözünü sakınmadan söylüyor, eleştirilerini peşi sıra muhatabına aktarıyordu.
Daha o yıllarda Atatürk’ün sofrayı politik bir enstrüman olarak kullanması, belli kesimlerde rahatsızlık oluşturmaya başlamıştı.
Özellikle İttihat ve Terakki’nin parlayan yıldızı Enver Paşa, Mustafa Kemal’in sofra başı sohbetlerinden fazlasıyla rahatsızlık duymuştu.
Mustafa Kemal, dost sofralarında dile getirdiği fikirlerini, İttihat ve Terakki Genel Merkezi'nde dahi tekrar ederek rastgele konuşmadığını ispat ediyordu.
Örneğin 1908 yılında İttihatçılara, askerlik ve sivil siyaset arasında bir tercihte bulunmaları gerektiğini belirtmişti.
Enver Paşa ise Mustafa Kemal’i "hırslı ve açgözlü" olarak niteleyerek sözlerinin "makam arzusuyla söylenmiş büyük bir kinden ibaret olduğunu" düşünüyordu.
Mustafa Kemal’in sofra kültürü, gençlik yıllarından itibaren onu zevke ve eğlenceye düşkün bir kişi olarak tanıtsa da Paşa’nın özellikle Milli Mücadele’nin ilk yıllarındaki sofralarına baktığımızda bu tespitin tartışmalı olduğu görülüyor.
Ankara’da Ziraat Mektebi'ni kendisine karargâh olarak seçen Atatürk, parasızlık içerisinde olduğu ve annesinin ziynetini Osmanlı Bankası'na rehin bırakarak iaşe temin ettiği süreçte dahi sofra meclisi kurulmasına dikkat etmişti.
Kurulan bu sofralarda çoğu zaman et bulunmaz; bulgur, nohut, fasulye ve zeytin esas menüyü teşkil ederdi. Buna rağmen sofra mutlaka kurulurdu ve misafirler davet edilirdi.
Çankaya Köşkü’ne geçildikten sonra, sofra da zenginleşmiş ve misafir kadrosu genişlemişti.
Bu sofralarda çeşitli eğlence ve güreş gibi etkinlikler de icra ediliyordu; fakat sofranın asıl işlevi Ankara siyasetinin burada şekilleniyor olmasıydı.
Özetle; Atatürk’ün sofrasında hükümetler devrilip kurulmuş, muhalefet partileri açılmış ya da kapattırılmış, önemli devlet adamları çeşitli dedikodularla bu sofrada gözden düşmüş veya büyük inkılapların fitili bu sofrada atılmıştı.
Atatürk sofrasının işlevi ve misafirleri
Atatürk’ün sofrası; politika, eğitim, ekonomi ve kültür gibi birçok önemli gündem ile sabahlara kadar sürüyordu.
Bu sofranın daimi konuklarından gazeteci Falih Rıfkı Atay, sofra başındaki atmosferi şöyle tanımlıyordu:
Masa bir cennet sofrasına dönüyor, lamba bir güneşi andırıyor, oda bir saray parçası havası içine giriyor, 'Gelecek', o zamanki Ankara’da bir serap gibi bile görünmeyen 'Gelecek' gözlerimizde canlanıyor, bir eski masaldaki peri kızı gibi atlı akıncıların, hemen hemen nal seslerini duyar gibi oluyorduk.
Bütün gün içimizde yavaş yavaş, birer birer bütün ölmüş olanlar diriliyordu. Bir inanmışın iradesi nasıl mucizeler yaratıcısıdır, onu biz en çok tozunda boğulduğumuz, çamuruna saplandığımız, kaldırımsız, ışıksız, yuvasız, bahçesiz, bomboş Ankara’nın o günlerinde ve gecelerinde görmüşüzdür(Falih Rıfkı Atay – Çankaya)
Atatürk’ün sofrasına katılacaklara, gün içerisinde telefon edilerek akşam yemeğe gelmeleri istenirdi.
Bu kişiler seçilirken çoğunlukla Atatürk’ün gündemine göre belirlenirdi; örneğin askeri bir mesele var ise komutanlar ve bakanlar çağırılırdı.
Özel durumların dışında sofranın sürekli misafirleri Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Falih Rıfkı Atay, Ruşen Eşref Ünaydın ve Yunus Nadi gibi Atatürk’ün itimat ettiği gazetecilerdi.
İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak gibi isimler davet edilmeksizin işleri bitince icabet edebilirdi; fakat Fevzi Paşa içki içmediği için o geldiğinde alkol servis edilmez ve sofra meclisi gece yarısından önce bitirilirdi.
Sofra Protokolü ve Latife Hanım
Atatürk, sofrasında özgür bir tartışma ortamı yaratmaya büyük önem veriyordu. Bu yüzden davetliler, Atatürk yakınına çağırmadıkça rastgele oturuyordu ve gelirken özel bir kıyafet giymiyordu.
Latife Hanım, Atatürk’ün hayatına girdikten sonra sofra kültüründe önemli değişiklikler yaşanmaya başlandı.
Davetli gelenlerin smokin giymesi, oturacakları yerlerin önceden belirlenmesi, eşleriyle katılmaları ve yemeğin bitiş saatinin belirlenmesi gibi hususlar Latife Hanım tarafından hayata geçirilmeye çalışılmıştı.
Daha fazla oku
Atatürk, başlangıçta bu gibi düzenlemelere sitem ederek yaklaşmışsa da sonraları Latife Hanım'la arasındaki sofra gerilimi, evliliklerinin en büyük problemine dönüşecekti.
Latife Hanım’ın sofrada Atatürk’e “Kemal” diye hitap etmesi ve sofraların geç saate kadar sürmesini protesto etmek amacıyla üst kattan topuklu ayakkabıyla gürültü çıkartması ikili arasındaki krizlerden bazılarıydı.
Ayrıca Atatürk’ün sofrasındaki hanımlara iltifatta bulunması sonrası kıskançlık krizleri yaşaması, Latife Hanım’ın, Mustafa Kemal Atatürk ile sık sık karşı karşıya gelmesine neden olacaktı.
Atatürk, boşandıktan sonra Latife Hanım ile yaptığı evliliği büyük bir hata olarak yorumlayacaktı:
Hayatımda yaptığım hatalardan biri de evlenmektir. İşte görüyorsunuz, ordular yönettim, meclisler yönettim, savaşlar yaptım, kazandım; ama bir kadını yönetemiyorum.
(Latife ve Fikrîye: İki Aşk Arasında Atatürk - İsmet Bozdoğan)
Sofradaki “Mutad Zevatların” eleştirilmesi
Atatürk’ün sofrasında bulunan bazı isimler de tartışma konusuydu. Cemal Hüsnü Taray bu durumu eleştirerek, 'liyakatli kişilerin sofrada yer almayışını yanlış bulduğunu' dile getirmişti.
Bu durum derhal Mustafa Kemal’in kulağına çalınmış, Paşa Taray’ı çağırarak şöyle demişti:
Soframda hemen her akşam bulundurduğum arkadaşlarım, kurtuluş mücadelesi için yola çıktığım zaman, bana inanmışlar, benimle birlikte gelmişler, davaya baş koymuşlar, canlarını bana siper etmişler ve bir an bile benden ayrılmayarak her türlü eziyet ve cefaya katlanmış kişilerdir.
Hepsi bana canlarıyla, başlarıyla bağlıdır. Benim onlara vefa borcum büyüktür. Hiçbirini bırakamam, ama sofram genç aydınlara açıktır ve daima açık olacaktır.(Turgut Gürer - Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer
Cepheden Meclise Büyük Önder ile 24 Yıl)
Atatürk ayrıca arkadaşlarının liyakatsiz ve dalkavuk olarak tanımlanmasına karşı da şu sözleri sarf ediyordu:
Ben onlara ne yaptım, ne verdim? Benim, onların da inandıkları düşüncelerimi, yerleştirmek için onları meclise soktum. Orada bana yardımcı oluyorlar. Fakat hiçbirini Bakan yapmadım.
(Turgut Gürer, age.)
Atatürk sofrasında içki ve gerilim
Atatürk’ün sofrasındaki en büyük tartışma şüphesiz içkiydi. Gündüzleri alkol almayan Mustafa Kemal, akşamları sofradan içkiyi eksik etmezdi; ama kendi bünyesi alkole dayanıklıydı.
Yine de sofradaki diğer kişiler alkolü kaçırdı mı, istenmeyen olaylar da yaşanıyordu.
Bir defasında içkiyi fazla kaçıran Ali Çetinkaya, Falih Rıfkı Atay’a hakaretler savurmuştu.
Gururu incinen Falih Rıfkı, yaver odasına çıkmıştı, durumu fark eden Atatürk ve Çetinkaya arasında şu tartışma yaşandı:
-Sen benim soframda, benim arkadaşlarımı darıltacak sözleri söylemek cesaretini nereden alıyorsun Ali Bey? Size bu hakkı kim verdi?
-Paşam, ne kızıyorsunuz... Ben, Falih Bey’e bilinmeyen bir şey söylemedim ki... Başkaları söyler kızmaz, ben çıtlatırım mesele olur!
- Seni bu çeşit konuşmalardan men ederim!(Salih Bozok - Hep Atatürk’ün Yanında)
Ardından sofraya çağrılan Atay’ın gönlü alınmıştı. Şüphesiz alkolün en fazla yoldan çıkarttığı kişi genç Mersin Mebusu Reşit Galip’ti.
Öyle ki Galip, Atatürk’e kendi sofrasını terk ettirecek kadar sarhoştu. Milli Eğitim Bakanı Esat Sagay’ı eleştirirken Galip, haddini fazlasıyla aşacaktı:
Reşit Galip: Kabahat hep sizde... Hocam, hocam, diye cahilleri başımıza koydunuz... Atatürk! Milli Eğitim’i ve gençliği, bu softa zihniyetli insanlardan ancak sen kurtarabilirsin!
Atatürk: Sizi bir kere daha sabır ve sükûna davet ederim. Arzularınız olacaktır… Reşit Galip! Bunlar nasıl sözlerdir?
Sizi bu şekilde konuşmaktan men ediyorum. Artık susunuz! … Siz böyle konuşmakta devam ederseniz, ben size muhatap olamamakla maruzum.
Reşit Galip: Beni kovuyor musunuz? Burası milletin malıdır. Allah da gelse beni buradan kovamaz!
Atatürk: O halde buradan ben giderim!(Cemil Çambel – Makaleler Hatıralar)
Olaydan kısa bir süre sonra ise Atatürk, Reşit Galip’i Milli Eğitim Bakanı olarak atamış ve kendisine karşı kin beslememişti.
Sofrada tuhaf olaylar
Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in anlattığı bir dizi tuhaf hadiseler de cereyan ediyordu sofrada.
Örneğin Atatürk, sesine hayran olduğu Münir Nurettin’i bir gün sofrasına çağırır. Sesini övdükten sonra kendisini bir de cesaret imtihanına almak istediğini söyler.
Münir Nurettin, Paşa’nın imtihanını kabul eder.
Atatürk, bir bardağı Münir Nurettin’in başına koyarak silahını çeker ve hedefini vurur. Ardından da kendisine şunları söyler:
Sizi yürekten kutlarım. Sanatçı olduğunuz kadar tam bir Türk’e yakışır cesaret örneği verdiniz... Ve tabii, bazılarının söylediği gibi benim de çok içip sarhoş olarak masadan güçlükle kalkanlardan olmadığımı ispat ettiniz.
Atatürk bir süre sonra aynı denemeyi manevi kızı Sabiha Gökçen üzerinde de denemiş ve hedefini vurmayı başarmıştı.
Gökçen ise, olay sonrası Atatürk’ün kendisine söylediklerini şöyle aktaracaktı:
İşte bu da Türk kızı... Korkusuz Türk kızı... Biz kadınlı erkekli, cesur bir topluluğuz.
(Sabiha Gökçen - Atatürk'le Bir Ömür)
Atatürk sofrasında İnönü ile kavgalar
Mustafa Kemal Atatürk’ün sofrasındaki en önemli gerilim Başvekili İsmet İnönü ile yaşadığı tartışmalardı.
Öyle ki İsmet İnönü, bu tartışmaların sonucunda görevinden azledilecek ve ölümüne kadar Atatürk ile arası hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktı.
İnönü ile Atatürk’ü karşı karşıya getiren ilk ve en önemli gerilim Serbest Fırka'nın kuruluş fikriydi.
Atatürk özellikle Avrupa basının kendisini diktatör olarak tanımlamasından rahatsızlık duyuyor ve bunun önüne geçmek istiyordu.
Fethi Okyar, diktatörlük tartışmaları sonrası Atatürk’ün kendisine söylediği sözleri şöyle aktaracaktı:
Hâlbuki ben cumhuriyeti şahsi menfaatim için yapmadım: Hepimiz faniyiz. Ben öldükten sonra arkamda kalacak müessese istibdat müessesesidir. Ben ise, millete miras olarak istibdat müessesesi bırakmak ve tarihe o şekilde geçmek istemiyorum.
Son tahlilde yeni bir fırkanın kurulması fikrini Yalova’daki sofrasında açıklamış; İnönü ve Okyar’ı yanına alarak kendilerine eşit davranacağının sözlerini de yine aynı sofrada dile getirmişti:
İşte size söz veriyorum. Her ikiniz benim nazarımda müsavisiniz. Tıpkı bir babanın iki evladı gibi. Aranızda hiçbir tercih yapmam. Maksadımız devlet ve millet işlerinin açıkça münakaşa edilerek konuşulması ve doğru yolda yürütülmesidir.
(Asım Us - Atatürk’ün Sofrası)
Elbette İnönü’yü en fazla rahatsız eden husus, böylesi önemli bir meselenin mecliste konuşularak değil; sofra başında alınmasıydı.
Atatürk bir defasında gezinti sırasında rastladığı bir çiftçinin şikayetlerini dinledi. Kendisine haksızlık edildiğini iddia eden çiftçiyi akşam sofrasına getirerek Başvekil ve sorumluları da çağırttı.
Ardından sofrada bulunanlara uzun bir nutuk çekti:
Efendimizin halini gördünüz beyler… Halil Ağa’nın öküzünü satıp üretimi aksatan kanunu ya biz yaptık, ya da bizim yaptığımız kanun yanlış yorumlanarak Halil Ağa’nın öküzünü satıyor. İkisi de bence bir...
Böyle bir kanun yaptıysak, memleket çıkarlarına aykırıdır, nasıl yaparız? Eğer yaptığımız kanun böyle yorumlanıyorsa, hükümet nasıl bir yönetim içindedir?
Sonra unutmayın ki, olay İstanbul’da geçiyor. Bunun Van’ı var, Bitlis’i var, kıyı bucak ilçesi var; acaba oralarda neler oluyor? Bu çark iyi dönmüyor beyefendiler!(İsmet Bozdağ - Atatürk'ün Sofrası)
Bu tutum ve beklenmeyen çıkışlar İsmet İnönü’nün hiç hoşuna gitmiyordu. Bir defasında da Atatürk, Lloyd George’un hükümetinin kendisi yüzünden düştüğünü söylemiş, İsmet İnönü ise buna itiraz etmişti.
Sofrada yine soğuk rüzgarlar estiren bu münakaşa sonrası İnönü karşıtlarının sözleri gerilimin daha da derinleşmesine neden olmuştu.
İnönü ve Atatürk arasında ipleri koparan önemli gelişmelerden birisi de Atatürk’ün sofrasında İktisat Bakanı Mustafa Şeref’i görevden almasıydı.
Bir gazete tekzibinin de alevlendirdiği tartışma sonucunda Atatürk’ün, İnönü’ye sofrada “Seni mahvederim İsmet” demesi gerilimi farklı bir noktaya taşımıştı.
Hulusi Turgut, Atatürk’ün, İnönü’ye çok öfkelendiğini ve Ankara’ya giderek hükümete bizzat el koyma kararını şöyle aktarıyordu:
Zannediyor ki kendisi (İsmet İnönü) olmazsa işler yürüyemez. Şaşarım onun akl-ı perişanına... Yarın Ankara’ya hareket edeceğiz. Geri kalanına orada devam ederiz.
Bu badire bir şekilde atlatılmışsa da yine sofrada tartışılan Bira Fabrikası meselesi ipleri tamamen kopartacaktı.
İnönü artık aleni bir şekilde sofra başı diplomasisini eleştiriyor ve bunlar Atatürk’ün kulağına hemen geliyordu.
İnönü, Atatürk’e yakınlığı ile bilinen Kılıç Ali’ye söylediği “Haberim olmadan sürekli bakanlar istifaya mecbur ediliyor. Devlet işlerine ait bütün kararlar sofrada alınıyor” sözleri, Atatürk’e hemen ulaştırılmış, Gazi ise bu eleştiriden son derece rahatsız olmuştu.
Atatürk, İnönü’nün de bulunduğu bir sofrada, doğrudan kendisine hedef alarak “Demek devlet işleri hakkında sofrada, yani sarhoşlukla karar veriliyor, demek istiyorsunuz, öyle mi? Bu nasıl söz? Bu nasıl düşünce? Bu ne cüret? Amacını anlıyorum. Pekala...” sözlerini sarf etmesi gerginliği artık geri döndürülemez bir noktaya taşımıştı.
Hulusi Turgut’un aktardığına göre Atatürk yine bir sofrada, silah arkadaşı İsmet İnönü ile ipleri tamamen kopardığını şu sözlerle ilan etmişti:
Akşam sofrayı dağıttıktan sonra hayli düşündüm. Bu adamı artık işbaşından çekme zamanının geldiğine kani oldum.
Kararımı verdim. Bir daha belini doğrultamayacağı şekilde Başbakanlıktan uzaklaştıracaktım.
Kesin kararımı vermek için, sabah uykusundan sonra daha serinkanlılıkla durumu değerlendirmeyi uygun buldum.
…
Meğer bunca yıldır daha beni tanıyamamış. Daha çok önceden bu adamı işten çekmeliydim. Geç kaldık, geç!
Herkes adeta yarının ne olacağından emin olamayacak hale geldi. Gezilerde, küçük memurlardan tutun da yüksek bürokratlara, köylüsünden tutun da şehirlisine kadar herkesten şikayet üstüne şikayet!
Şimdi bir de bana kararların sofrada verildiğinden söz ediyor. Cürete bakın. Onun bütün hataları, bütün falsoları Meclislerde mi düzeltilmişti?..
Haklıydı. Çünkü artık rakibi kalmamıştı. Celal Bey’i niçin çekemiyordu? Niçin onun eserlerini hırpalamaya çalışıyordu?
Sonuç olarak, birlikte vatanı kurtarma kararının alındığı, Cumhuriyet'in ilan edildiği ve inkılapların gerçekleştiği sofrada, bu kez iki eski dostun yolları ayrılacaktı.
Sonraları çeşitli vesilelerle İnönü ve Atatürk bir araya gelmişse de bir daha eski yakınlıkları oluşmamıştı.
Atatürk, hayatının sonuna kadar sofrasını bir mektep ve meclis olarak kullandı. Birçok önemli karar ya sofrada tartışıldı ya da alındı.
Bu sofra kimi zaman istenmeyen olaylara da sahne oldu. Buna rağmen, Atatürk’ün ince politikasını uygularken en önemli kulis ve enstrüman oldu.
Sofrasına sevdikleri de oturdu, sevmediği kişiler de... Bu sofraların en önemli özelliği ise bizzat Atatürk’ün moderatörlüğünde özgür bir siyasi ortamın meydana getirilmesiydi.
*Daha ayrıntılı bir okuma için Gültekin K. Birlik’in “Milli Mücadele ve Cumhuriyet Döneminde Atatürk’ün Sofrası” çalışması incelenebilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish