Çok cehd idüp istedüm yir u göğü aradum
Hiç mekanda bulmadum buldum insan içindeYunus Emre
İnsan, Arapça “ins” kelimesinden türetilmiştir. İnsan topluluğu anlamında kullanılır ins.
Aynı zamanda insan “üns” köküyle de irtibatlıdır. Ünsiyet olarak kulanılan “üns” de birbiriyle yaşamaya alıştırılmış, uyumlu canlı demektir. Yani vahşi olmayandır.
Öte taraftan nesy’den geldiği; nisyan, yani unutmak anlamıyla, insanın unutkan olduğu, verdiği sözü tutmadığı itibarıyla da insan olarak adlandırıldığı düşüncesi de rivayet edilir.
İnsan sosyal bir varlıktır. Bir arada yaşama bilgi ve kabiliyetine sahip olması, insanı, tabiri caizse evcilleşmiş en yüce canlı mertebesine çıkarmıştır.
Kadim bütün dinlerde, kültürlerde, felsefelerde insanın yaratılışı, mahiyeti, nitelikleri, amacı, evveliyatı ve sonu ile ilgili düşünce ve tartışmalar hep olmuştur, olacaktır da.
Buradaki meselemiz bunları tartışmak veya yeni bir şey söylemekten öte yine “unutan” olmamız hasebiyle kendimizi hatırlamak ve belki bir kez daha yolda ilerlerken, durup geriye bakmaktır.
İçinde bulunduğumuz 'an'ı yargılamak doğru karar vermek için iyi bir zamandır.
Kuran’ı Kerim’de birçok ayette insanın mahiyeti, amacı ve diğer canlılar ve varlıklarla (cin, melek) üstünlük, benzerlik ve farklarından söz edilir.
Yaratılmışların en şereflisi diye tarif edilen insan, Allah’ın kendi nefesiyle ete kemiğe büründürdüğü varlık alanının en mükemmel canlısıdır.
En yüce değer olan Allah’ın ruhundan ve en alçak diyebileceğimiz kokuşmuş balçıktan mürekkep olan insan, diğer taraftan varlıkların düşebileceği en süflî duruma da adaydır.
Bizler, insan türünün binlerce yıldır devam edegelen son halkasıyız.
Kendi ruhsal ve aklî melekelerini geliştirmekle birlikte, üzerinde yaşadığı dünya ve müdahil olduğu her şeyi de etkileyebilen insan, kendini, yukarıda tarif etmeye çalıştığımız tanımlamanın neresinde görüyor?
İnsan, insanlığı yeryüzünde temsil edemedi.
İnsanın imar etme, ıslah etme, güzelleştirme salahiyetinin yanında; yıkıcı, nankör, unutkan, hırslı, inkarcı, böbürlenen tarafının olduğu da aşikar.
Edgar Morin insan için “homo sapiensdemens” diyor. Sapiens, zeki, akıllı, makul, bilge, sakınımlı; demens, akıldan, akl-ı selimden yoksun, manasız, öfkeli, öfkeden gözü dönmüş demektir.
Evet, insan bir sentezdir. İyi ve kötünün sentezi. En ulvî ve en alçak olan tez ve antitez.
İnsan unutandır dedik. Neyi unutmuştur?
Bir fıtrat üzere yaratıldığını ve yüklendiği sorumluluğunu unutmuştur.
Ahdine vefa göstermeyi unutmuştur. İnsanın bilmesi, biliş düzeyine gelmesi, unuttuklarını hatırlamasıdır.
İnsan özünde iyidir. Hatırladıkça aslına rücu eder, kendine yaklaşır yani hakikatine erer.
Platon, “Siz insanlar Tanrılarsınız fakat bunu unutunuz” ve “Bilmek hatırlamaktır” der.
Platon için hakikate ulaşmak, kaynakların hafızasını yeniden elde etmek amacıyla unutkanlığa karşı verilen savaştır.
Bütün ilahi dinler, felsefî doktrinler, ideolojiler ve diğer bütün beşerî sistemler insanı ve insanlık onurunu yüceltmeyi vadeder. Bunların hepsi insanın elinde gelişir.
Dinler insanlar içindir. Her inanç ve düşünce insan eliyle gelişir ya da geriler. İnsanı geri bırakırsanız dinleri de geri bırakmış olursunuz.
Kendisine yabancılaşan insan, yeryüzünün tek hakimi olduğu düşüncesine kapılmış, süflî tarafıyla kendi hayatını hırsının, öfkesinin ve doyumsuzluğunun kurbanı etmiştir.
Adem’le başlayan insanlık hikayesi “adam” olmaktan çok uzaktadır. Kabil, Habil’i bugün de hak adına öldürmektedir.
Albert Camus, “Resmî tarih oldum olası büyük katillerin tarihidir. Kabil Habil’i bugün öldürmüş değil; ama bugün Kabil, Habil’i akıl uğruna öldürüyor ve onur madalyası istiyor…” derken, tam da bu noktanın altını çiziyor.
İnsan, aklı ve kalbiyle bir bütündür. Bu, Mevlana’nın deyişiyle bir kuşun kanatlarına benzer. Kuş, kanatlarına adil davranmazsa uçamaz. İnsan, salt akılla hareket edemez.
Castoriadis, “İnsan çılgınlığıyla aklı icat etmiş olan o çılgın hayvandır” diyor. Burada mesele sadece akılcı olmak da değil.
Modern çağın insanı olsun, antik dönemler olsun insanın geçmişine baktığımızda sağduyu ve vicdandan uzak olmanın sadece bugünün sorununun olmadığını görürüz.
Her yüzyılın sonunda insanlığın sonunun geleceği kehanetine inanılmış bugün de bu meyanda fikirler ileri sürülmektedir.
Nedir insanın sonunu getirecek olan?
Kopacak büyük bir fırtınanın her şeyi silip süpüreceği mi?
Yerkürenin güneş sisteminden kopup yok olacağı mı?
Açıkçası bunların hiçbiri inandırıcı değil.
Kuran’da ve diğer ilahi dinlerde sözü edilen kıyametin olacağı, bu dünyanın sonunun geleceği bilgisi elbette ki mutlaktır. Fakat Tanrı zalim değildir.
Durup dururken keyfi bir iş olsun diye bu dünyayı kimsenin başına yıkmaz.
Kıyameti ve dünyanın sonunu hazırlayacak olan insandır. İnsanlığın bugüne kadar yaptıkları ve yeryüzündeki bütün bozgunluklarbunun işaretini bize veriyor.
Daha inandırıcı ve gerçekçi olan bu. İnsan kendi sonunu hazırlıyor.
Jean Jacgues Rousseau, “Toprağa ilk kazığı çakan mülkiyet kavramını doğurmuştur” diyor.
Sahip olma duygusu insanın, toplumun, milletlerin sınırlarını tayin etmiştir. İnsanlık tarihi “sahip olma” mücadeleleriyle doludur.
Devletler, imparatorluklar, medeniyetler bu uğurda kuruldular ve yıkıldılar. Kavimler yok oldular. İnsanın saltanatı, ezilen insanlık onuru üzerinde yükseldi.
Akıl ve ruh dengesinden yoksun insan, hırslarının, öfkesinin, bencilliğinin ve gözü dönmüşlüğünün sonuçlarına katlanıyor.
Geldiğimiz nokta sonun başlangıcı deniliyor bu çağın fikir adamlarınca.
İnsan yeryüzü terazisinde kefeleri dengeleyemedi. Doğu, Batı, Kuzey, Güney arasında adalet hiçbir zaman yerleşmedi.
Anahtarı eline geçiren dünya hazinesinin tek sahibi olmak istedi. İnsanlık tarihi, bu terazinin dengesini kaybetmesinin lekeleriyle kaplıdır.
Kendi yazgısının kahramanlığını iyi yaptığı söylenemez insanın. Yüzyıllar, insanlığın gözyaşıyla acılarını, adına “modern” dediğimiz altın çağla(!) taçlandırıyor.
Kendi cennetinden sürülen insan, alçaltılmış yer anlamına gelen “dünya”da Tanrı olma hevesiyle rol almaya devam ediyor.
Dostoyevski şöyle diyor:
Bir milletin ahlak ve din ideali güçsüz düştüğü anda insanlar pusulayı şaşırır. Ondan sonra da yalnız ve yalnız rızıklarını kurtarmak için bir araya gelmeye başlarlar.
Biz de şöyle ekleyelim, insanın pusulası, yaratılışında mevcuttur. Bu da onun üstün ve seçilmiş bir canlı olduğu gerçeğidir.
İyi ve kötü arasında irade ortaya koyma, yani seçim yapma yeteneğine sahiptir. Bu tercihleri, insanın var olanı güzelleştirme veya yok etmesi olarak sonuçlanır.
İnsanın yaratılışa uygun; güzelleştiren, geliştiren, soylu zamanları hiç mi olmamıştır?
Elbette insanlığın iftiharla anlatılacak serüvenleri de vardır. Mesele adam olmakta. Yeter ki halkın dilinde kristalleşmiş şu söze kulak verelim:
Adam oldur adam ede adamı
Adam adam olmazsa adam nitsin adamı?
Bu yazı, daha sonra bu serüvenleri ele alıp değerlendirecek diğer yazıların bir girizgahı olsun deyip Şeyh Galib’in şu güzel beyti ile bitirelim:
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish