Türkiye siyasetinde siyasi kopuşlar veya “baba katli”

Rıfat Özcan Independent Türkçe için yazdı

Türkiye’nin siyasal hayatında siyasi kopuşlardan bahsettiğimiz zaman ilk aklımıza gelen Demokrat Parti (DP) oluyor.

Ben de ilgili yazıda öncelikle DP ile başlayıp mevcut siyasal yapıdan koparak yeni bir oluşum kurmuş ve belli bir başarı elde etmiş partileri inceleyeceğim.

DP, ilk olarak Dörtlü Takrir ile kendini deklere etmiş, daha sonra ise partileşerek 46 seçimlerine girmiş ama ‘gizli sayım, açık oy’ gibi garabetlerden dolayı ilk seçimde parlamentoda temsil düzeyinde düşük kalmıştır.

50 seçimleri ise artık II. Dünya Savaşı sonrası dünyada demokrasilerin yükseldiği bir döneme denk gelmiş ve CHP demokratikleşme ikliminin önünde duramamıştır.

İlk defa Türkiye’de seçimle iktidar değişmiş ve DP, yapılacak olan iki seçimi daha kazanarak 10 yıl Türkiye’yi tek başına yönetmiştir.

Fikirlerini temsil imkanı bulamayan kadro, siyasi bir kopuş yaşamış ve siyasal hayatımızda çok önemli bir aşama kaydederek başarılı olabilmiştir.

Siyasal hayatımızda bunun bir benzeri ve başarılı olan diğer bir kopuş ise 2001 yılında Fazilet Partisi’nden ayrılan AK Parti yapmıştır.

Aslında öncesinde DP kadroları gibi kendi partileri içinde etkin olmaya çalışmış, hatta partinin önemli isimlerinden Abdullah Gül kongrede Erbakan’ın desteklediği Recai Kutan’a karşı genel başkan adayı olmuş ve yarışı kaybettiği halde kendisine büyük bir teveccüh gösterilmiştir.  

Son kertede o siyasi yapının içinde fikirlerinin temsil imkanı olmadığına ve başarılı olamayacaklarına inanan genç kadro ayrılarak AK Parti’yi kurar ve kurulduktan kısa bir süre sonra tek başına iktidar sahibi olarak günümüze kadar iktidarını devam ettirir.
 

Erbakan MSP.jpg
Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan / Fotoğraf: Milli Gazete


AK Parti dışında Necmettin Erbakan’ın kurduğu partiler zaman içerisinde kendi önderliğinde değişime uğramıştır.

70’lerdeki Milli Selamet Partisi (MSP) siyaseti ile 90’larda yapılan Refah Parti siyaseti daha farklıdır.

Kasaba ve kıra dayalı bir oy alanı olan MSP’den Refah siyaseti ile beraber daha kentli bir siyasi çizgi izlenir.

Açıklanan programda siyasi ve dini özgürlükler, insan hakları gibi önemli konular dönemin siyasi atmosferine uygun olarak kullanılmış ve bir başarı kazanılmıştır.

Kendine getirdiği bu yeni açılımla CHP’nin 70’lerde oy deposu olarak gördüğü alt sınıflardan da büyük rağbet gören parti 94’te yerelde 95’te ise merkezi iktidarda yer alabilmiştir.

Daha sonra ise bunun yetmediğini düşünen yenilikçi hareket bu siyasi yelpazenin içinden AK Parti’yi kurmuş ve kendi ilkeleriyle başarılı olmuşlardır.
 


Solda ise elbette Bülent Ecevit’in kurduğu Demokratik Sol Parti, CHP’den ayrışmış başarılı olmuş bir partidir.

1965'te ilk kez İsmet İnönü tarafından ortaya atılmış olan ortanın solu fikrini benimsemiş daha sonra İnönü’ye karşı genel başkanlık yarışını kazanmış olan Ecevit, 70'lerdeki başbakanlığından sonra darbenin ardından yeni bir oluşuma girmiştir.

Velhasıl DSP kurulmuş ve Ecevit 99-2002 arasında başbakanlık görevini yapmıştır.
 


Bu siyasi çizgi dışında yakın dönemde çarpıcı bir kopuş ise MHP’den ayrılan İYİ Parti ile oldu.

Parti ilk ortaya çıktığında herhangi bir siyasi proje ortaya koymaktan ziyade tüm tepkisel oyların merkezini oluşturmayı hedeflemiş gibiydi.

Recep Tayyip Erdoğan’dan Devlet Bahçeli’den Kemal Kılıçdaroğlu’ndan, Suriyelilerden ya da bir başkasından rahatsız olan her seçmene bana oy verebilirsin demek istedi.

Tamamen tepkisellik üzerine bir siyaset inşa etti. Halihazırda da bu istikamette yoluna devam ediyor; fakat her ne olursa olsun yüzde on üstünde bir oy almış ve 23 Haziran Seçimleri’nde sahada etkin olan bir aktör haline gelmiştir.

Mevcut Türkiye siyasal hayatında ise ittifaklar içinde her zaman etkin olabilecek bir siyasi parti olduğunu söyleyebiliriz.
 


Son olarak, önce Ahmet Davutoğlu’nun kurduğu Gelecek Partisi ve Ali Babacan önderliğinde kurulan DEVA Partisi, AK Parti siyasetinden kopmuşlardır. Siyasi cesaretten dolayı her iki isim de takdiri hak ediyor.

“Baba katli” olarak başlıkta belirttiğim metaforu yazıdaki bağlamı kısaca burada açıklamak istiyorum.

Partisinin liderine meydan okuyarak, bir paradigma değişikliğine giderek onun sözünün üzerine söz söyleme veyahut onu aşacak nitelikte söylemlerde bulunmayı siyasetimizde “baba katli” olarak tanımlıyorum.
 


Dörtlü Takrir” ile Adnan Menderes ve arkadaşları, “Ortanın Solu” söylemi ile Bülent Ecevit, İsmet İnönü’ye karşı bu tutumun içine girmiştir.

Biri ülke içinde “dokunulmaz” olduğu varsayılan diğeri ise parti içinde “dokunulmaz” olduğu varsayılan bu lidere meydan okumuştur. Her ikisi de bu meydan okuyuşlarının karşılığını almıştır.

Yine yakın dönem siyasi tarihinde bunu yapan ise Recep Tayyip Erdoğan’dır.
 


Abdullah Gül’ün parti içinde Necmettin Erbakan’a karşı başlattığı girişim nihayetinde Erdoğan liderliğinde kurulan AK Parti’de vücut bulmuştur.

Erbakan’ın politikalarını aşan bir söylemde bulunma ihtiyacı hisseden bu yenilikçi ekip, net bir kopuş yaşamıştır.

Son olarak da DEVA ve Gelecek Partilerinin kurulmasında aslında Babacan ile Davutoğlu’nu da bu kategori içine oturtabiliriz.

Bir potansiyel taşıdıkları aşikar; ama net bir kamuoyu araştırması ya da seçim başarısı ortada olmadığı için söylenen her şey spekülasyondan ibaret olacaktır.

Bununla birlikte AK Parti tabanından oy almaları ve partinin mevcut oyunu düşürme ihtimali bilinen bir gerçektir.

Hem DP’nin hem de AK Parti’nin kurulduğu ve başarılı olduğu dönem itibarıyla ülke ekonomik, siyasi ve sosyal krizin içindeydi.

Toplum ise kendilerini bu karmaşa içinden çıkaracak kendilerine yeni bir yol ve yeni bir umut olacak kadroları bekliyordu ve toplum ilk fırsatta da ortaya çıkan nitelikli kadroları destekledi.

Bugün de benzer kriz süreçlerinden geçiyoruz. 

AK Parti’nin kendi tabanının büyük kısmı hala AK Parti’ye oy veriyor olsa da yeni bir siyaset dilinin gerekliliğini görmekteyiz.

Bunu belki AK Parti’nin kendisi yapabilirdi ve hala iktidarda siyasi gücü olduğu için yine belli manevralar yapabilir.

Daha önce olduğu gibi yeni açılım siyaseti izleyebilir. Kendisine yeni meşruiyet alanları oluşturmaya çalışacağını da öngörebiliriz.

AK Parti eğer kurumsallaşmış ve siyasi lider değişimin imkanlarını oluşturabilmiş ve Erdoğan sonrası için bir selef gösterebilmiş olsaydı, kendi içinde bu değişimin yönünü yönetebileceğini düşünüyorum. 

AK Parti kuruluşunda Fazilet Partisi’nin devamı gibi görülmek istememiş ve yeni bir siyasi vizyon ortaya koyarak kendini ondan ayrıştırmıştı; bugün de Babacan ve ekibinin aynı doğrultuda hareket ettiği görülüyor.

Kendilerinin şu an için net bir iktidar alternatifi olamayacağını; ama günümüz gerçeği olan ittifaklar sistemi içinde kolayca yer alabileceği görülüyor.

Bu yapıda yüzde bir oy alan parti dahi -Saadet Partisi- örneğinde olduğu gibi belirleyici olabiliyor.

İlk amaçlarının iktidar olmak olduğunu düşünmüyorum eğer mümkünse DEVA, iktidarın parçası olmanın ya da güçlü bir muhalefet partisi olmanın peşinde olacak, hangi blok içinde yer alacağı ise günün siyasi koşulları içinde belirlenecektir.

Davutoğlu’nun sadece AK Parti tabanından oy alabileceği öngörülürken Babacan’ın ise daha geniş bir kesimden oy alacağı düşünülmektedir.

Davutoğlu parti kuruluşundan önce adı konulmamış şekilde “istenmeyen adam” ilan edilmişti. AK Parti içinde olmak isteyen, belki parti içinde bir şeyler yapmak isteyen Davutoğlu o taraftan bir teveccüh görmedi.

Öte yandan partiler kurulmadan önce Babacan ile hareket etme isteği olmasına karşın da yine teveccüh görmediği kamuoyunda dillendirilmişti.

İttifaklar sistemi içinde kuracağı yeni parti yüzde 1-2’lik bir oy oranına ulaşsa bile belli noktaya kadar söz sahibi olabilir. Ama kendisinin Babacan’a nazaran daha az potansiyelinin olduğu aşikar.

2001 dönemiyle bugün arasında siyasi liderlik bağlamında Erdoğan her anlamda Erbakan’a göre daha güçlü ve avantajlı.

Ondan dolayı yeni siyasi oluşumların bunu rağmen ortaya çıktıklarının altını çizmeliyiz.

2001’den başka bir farkı da sistem farklılığıdır. Bunu bir sonraki yazıda daha detaylandırmayı planlıyorum.

Siyasal hayatımız DP ve AK Parti dönemlerinin öncesi gibi bir kopuşun eşiğindedir.

Her anlamda bir değişimin olacağını ve yeni siyasi dile uygun hareket eden aktörlerin daha başarılı olacağı bir döneme giriyor gibiyiz.

Ama AK Parti’nin gücü hala azımsanamayacak derecededir. Bir sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimleri bu kopuşun yönünü belirleyeceğini, şu an için dönüşüme giden ara bir dönem yaşandığını söyleyebiliriz.

Bir sonraki yazıda özellikle DEVA Partisi’nin stratejisine, avantajlarına - dezavantajlarına odaklanarak, Türkiye siyasi tarihine göre DEVA Partisi “dertlere deva” olabilecek mi ya da yaşanan gerçekten bir “dip dalga” mı yoksa bir yanılsama mı sorularının peşinden gideceğiz.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU