Kaos GL’nin 2019 Nefret Suçları Raporu yayınlandı.
Rapora göre nefret suçları kamusal alanlarda, görgü tanıklarının gözü önünde işleniyor.
Polis ise pek çok vakaya kayıtsız ya da küçümseyici yaklaşıyor.
Dernek, 2019 Yılında Türkiye’de Gerçekleşen Homofobi ve Transfobi Temelli Nefret Suçları Raporu’nu kamuoyu ile paylaştı.
Rapora temel oluşturacak verilerini toplamak SurveyMonkey Pro çevrimiçi anket programını kullandı.
Kaos GL, mağdurlara ve tanıklara ulaşmak için, her gün güncellenen haber portalından ve diğer sosyal medya araçlarından faydalandı.
Anket soruları, ILGA Europe ile işbirliği içinde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) kriterleri göz önünde bulundurularak hazırlandı.
Anket katılımcılarından gelen yanıtlara güvenilirlik, tamamlanmışlık, tutarlılık ve mükerrer bildirimleri ayıklama kriterleri temel alınarak dikkatli ve duyarlı bir filtreleme uygulandı.
Böylece, sonuç rapora aktarılması uygun bulunan vaka bildirimi sayısı 150 olarak belirlendi. 2018 araştırmasına katılım sayısı 62 idi.
Çoğu nefret suçu linç niteliğinde
2019 araştırma bulgularına göre homofobi ve transfobi temelli nefret suçlarının üçte ikisinde failler iki veya daha fazla sayıda kişiden oluşuyor. 2019’da bildirilen 150 vakadan 41’inde yani dörtte birinden fazla oranda olayda failler üç kişiden fazlalar.
Bu bulgu raporun önsözünde şöyle açıklanıyor:
Öncelikle, egemen ve çoğunluk grubun üyeleri, LGBTİ+’lara karşı bir güç gösterisi olarak bu suçları işliyorlar. Suçun hedefinde sadece bir birey olsa da etkisi itibariyle bütün bir LGBTİ+ toplumuna “mesaj vermek” ve üzerlerindeki iktidarı pekiştirmek amacıyla bu politik suçlarda işbirliği yapıyorlar. Ayrıca bir güruh halinde bunu yaparken, Prof. Dr. Melek Göregenli’nin sözleriyle, “suçun sorumluluğunu paylaşıyorlar”. Bir anlamda, ceza yasasına göre apaçık suç olan bu eylemleri kolektif olarak işleyerek suçu meşrulaştırıyorlar hatta suçu LGBTİ+ kişilere dönük bir ceza haline getiriyorlar.
Vakaların çoğu kamusal alanlarda ve görgü tanıklarının gözü önünde gerçekleşiyor
Kaos GL'den Yıldız Tar'ın haberine göre, araştırmanın bir diğer göze çarpan bulgusu suçların işlendiği mekânlar. Vakaların büyük çoğunluğu kamusal mekânlarda, görgü tanıklarının gözü önünde gerçekleşiyor. Rapora göre vakaların yarısında görgü tanıkları herhangi bir tepki vermezken dörtte birinde saldırganlardan yana tavır gösteriyorlar.
LGBTİ+’ların maruz kaldığı ev içi şiddet meselenin diğer yüzünü oluşturuyor. Rapora göre herhangi bir yerde hedef haline gelebileceğini düşünen bireyler derin bir “dışlanmışlık” ve “güvensizlik” duygusu yaşıyor. Nefret suçuna maruz kalmış kişilerin cinsel yönelimleri, cinsiyet kimlikleri ya da cinsiyet özellikleri nedeniyle kendi evlerinde ya da kamuya açık alanlarda hissettikleri şiddetli kaygılar, kamu kurumlarına, özellikle de kolluk kuvvetlerine duyulan güvensizlik ve hatta korku ile perçinleniyor. Bu durum nefret suçlarının polise son derece az sayıda bildirilmesine neden oluyor.
Polis pek çok vakaya kayıtsız ya da küçümseyici yaklaşıyor
2019 yılı araştırmasının sonuçlarına göre 150 vakadan sadece 26’sı polise bildirildi.
Bildirmeme gerekçesi olarak ise en çok “başvurunun işe yarayacağına inanmama”, “polis tarafından aileye ya da medyaya ifşa edilmekten sakınma” ve “polis tarafından ayrımcılığa uğratılmak istememe” dile getiriliyor:
Bu yanıtlar LGBTİ+ hak sahiplerinin polis özelinde devlet organlarına duydukları güvensizliği resmediyor. Türk Ceza Kanunu’nda geçen fiziksel şiddet, cinsel taciz, tehdit, şantaj, alıkonulma ve hatta tecavüz gibi apaçık suçlara maruz kaldıklarında dahi adalet aramak yerine daha da fazla “hak ihlaline uğramamak” için polise gitmemeyi tercih ediyorlar. Maalesef ihbar edilen vakalarda polisin nasıl bir tepki verdiği sorusuna verilen yanıtlar da bu tercihi kısmen anlaşılır kılar nitelikte. 2019 yılında ihbar edilen 26 vakadan yaklaşık yarısında polis “ilgisiz” ve yaklaşık üçte birinde “aşağılayıcı ya da ters” davranmış. Bu bulgu, homofobi ve transfobi temelli ayrımcılığın toplumsal olduğu kadar kurumsallaşmış nitelikler de gösteren kökenlerine işaret ediyor. Çoğu vakada polis, suçluları mazur, mağdurları suçu hak etmiş kişiler olarak görüyor.
Çözüm evrensel insan hakları hukuku ile çoğulcu, katılımcı demokraside
Raporun önsözünde çözüme ilişkin şu öneriler yer alıyor:
Nefret suçlarının hedefi sadece bireyler değil. Bireyler üzerinden “makbul görülmeyen” toplumsal kesimler ve toplumun bir arada yaşama kültürü, yani çoğulcu demokrasi. İşte bu yüzden sadece ceza kanunundaki düzenlemeler ya da mahkeme kararları yeterli değil ki LGBTİ+ kişilere ya da diğer toplumsal kesimlere dönük nefret suçları ile ilgili böylesi bir etkili mevzuat ya da içtihattan da söz etmek mümkün değil. Koruma, önleme, izleme, raporlama, sağaltma ve farkındalık yaratma politikaları eksik. En önemlisi, mevcut hükümetin bir nefret suçları ile mücadele stratejisi yok.
Öyleyse ne yapılmalı? Tabii ki AGİT standartlarını referans alan bir nefret suçları mevzuatı ve politika çerçevesi oluşturmak atılması gereken ilk adımlardan. Mevcut haliyle TCK’nın 122. Maddesi bu standartları karşılamaktan uzak. Başka herhangi bir hukuki ya da politik tedbirden söz etmek de mümkün değil. Yapılacak çok şey var ve bu yazının sınırlarını aşar ama kalıcı başarı, nefret suçlarının hedefi halindeki grupların siyasi katılım hakkını teslim etmekten geçiyor. Yani LGBTİ+’lar ve “dezavantajlı” kılınmış diğer gruplar politik ve bürokratik karar alma mekanizmalarında söz sahibi olmalılar. Bunun için teşvik edilmeliler. Örneğin, işe LGBTİ+ örgütlerinin de bileşeni olduğu, kamu- sivil toplum işbirliğini önceleyen, çok taraflı bir Nefret Suçları ile Mücadele Ulusal Stratejisi ile başlanabilir. Böylesi süreçlerde kendi sorun ve ihtiyaçlarını gündeme getirme ve toplumun tüm bileşenleriyle birlikte çözüm üretme yolları açılmadıkça ve bu “teamül” halini almadıkça LGBTİ+’lar ve diğer “dezavantajlı” kesimler nefret suçlarının hedefi haline gelmeye devam edecekler. Çünkü bu suçların temelinde “eşitsizlik” var.
Kaos GL