Sanki genel olarak uluslararası ve özelde Ortadoğu sahnesinin, bu yılın geri kalan aylarını da yangınlar içinde geçirmesi için daha fazla kıvılcıma ihtiyacı var.
Sisifos gibi insan neredeyse en yüksek noktaya ulaştığını hayal ederken alevli top bir kez daha başlangıç noktasına dönüyor.
İsrail hükümetinin yakında yapmayı planladığı Filistin topraklarını ilhak etme ve İsrail egemenliğini yerleşim yerlerini kapsayacak biçimde genişleteceğine dair açıklaması, imzalanan anlaşmaların ihlali, uluslararası hukuku hiçe saymak, bölgesel ve küresel güvenliği tehdit etmek anlamına gelmektedir.
İsrail Eski Başbakanı Levi Eşkol’un 1967’deki çığlığı Netanyahu ve Gantz’ın kulaklarına ulaşmamış görünüyor.
Askeri ofis müdürü İsrailli General Lior, Eşkol’un kendisini kaybetmiş gibi göründüğünü ve kendi kendine yüksek sesle:
“Ne istiyorlar? Sadece kılıçla yaşamamızı mı istiyorlar? İsrail’in geleceğinin sonsuza dek kılıca mahkûm olmasını mı istiyorlar?” dediğini aktarıyor.
Eşkol bu sözlerle, barış ile koruyamayacakları topraklara el koyan savaş generallerini kastediyordu.
Nitekim daha sonraki günler bu sözlerin doğruluğunu kanıtladı ve İsrail, Camp David Anlaşması ile Mısır topraklarından geri çekildi.
Sömürgeci ve kolonyalist hayallerin bir işe yaramadığını, nükleer güce güvenmenin nafile, herhangi bir hayalin gerçek bir ekonomik, insani ve sosyal güçle desteklenmemesinin hayaller dünyasından yanılsamalar dünyasına, oradan da çılgınlık dünyasına gerilemesi için yeterli olduğunu, ne kadar sürerse sürsün sonunda sahiplerini yıkıma götüreceğini bilmesi için İsrail liderliği, Kitabı Mukaddes’in hikmetli bölümlerini (esfar) yeniden mi okumalı?
Bugün Netanyahu ve Gantz’ın yönelimleri, kendisini en alt seviyeye düşürecek sıkıntılarla dolu dar çılgınlık kapısının altından geçerek kendi kendini yok etme isteğine benziyor. Bu, onları geçmişteki mutsuz zamanlara geri götürecek.
Sisifos’un taşı bir kez daha en dibe yuvarlanmadan önce İsrail liderliğinin anlaması gereken nedir?
İlk olarak, İsrail’in bununla çağdaş ve gelecek nesillerin önüne kapılar açacak gerçek bir barış için mevcut veya gelecekteki tüm umut kapılarını kapattığını söyleyebiliriz.
Bu da Ortadoğu barışının yitip gitmesi, düşmanlıkların yeniden körüklenmesi ve nefret birikiminin nesilden nesle miras bırakılması anlamına geliyor.
İsrail’in çağdaş nesilleri için istediği bu mu, ilahi ve pozitif yasaların yanı sıra hiçe saydığı uluslararası kararlarla da bağlantısız bir biçimde hegemonyasını genişletmek için kendilerine karşı nefret ve öfke duyguları taşıyan bir Arap çevresinde yaşamaları mı?
Yüz yıllar sonra yeniden atalarının yaşadıkları Avrupa tarzı “getto”lara geri dönmelerini mi istiyor?
Yaklaşık 20 yıl önce İsrail, Suudi Arabistan’ın kendisine ve dünyaya sunduğu son ve en önemli gerçek barış girişimini elinden kaçırdı.
Bu girişim, İsraillileri hayallerinden ve yanılsamalarından uyandırabilir, yüksek maliyetlerden kurtarabilir, Arap ve İslam dünyası ile doğal, insani ve birlikte yaşamın yollarını önlerine serebilirdi.
Tarihsel arka planda herkes Yahudiler ile Araplar arasında hiçbir zaman bir sorun olmadığını bilir.
Vatandaşlık çerçevesi ve sınırları içinde Arap ülkelerinde ayrımcılığa maruz kalmadan yaşadılar.
Bu, dogmatik meselenin hiçbir zaman dışlayıcı bir faktör olmadığı anlamına gelir.
Daha sonra yaşananlar, Arap Yahudileri, doğdukları ve nesiller boyu yaşadıkları ülkelerini terk etmeye azmettirerek Arap ülkelerini kasıtlı olarak medeni yardımcılarından mahrum bırakmak isteyen silahlı İsrail baskısının sonucudur.
İsrailliler, merhum Kral Abdullah’ın (o dönemde veliaht prensti) açıkça ve cesaretle deklare ettiği Arap Girişimi’nin kendilerine sunduğu fırsatı kaçırdılar.
Bu noktada şunu sorabiliriz: İsrail liderliği beklenen kararına yönelik popülist ve uluslararası tepkileri nasıl dikkate almaz?
İsrail ABD’ye ve Trump’ın ‘Yüzyılın Anlaşması’ adını verdiği planına güveniyorsa, kendisini (İsrail’i) endişelendirmesi gereken önemli bir hususu ihmal ediyor demektir.
ABD’li yeni nesiller gün geçtikçe İsrail devletini destekleyen lobinin baskısından kurtuluyor.
Öyle ki, şimdi İsrail’i cezalandırmayı talep edenler dahi var.
ABD başkanlık yarışı adaylarından biri olan Yahudi asıllı Bernie Sanders’ın İsrail hükümeti karşıtı tutumları bulunuyordu.
Sanders, kendisi ve ailesi Nazi soykırımı ve zulmünden muzdarip olduğu için İsrail’in aynı yoldan gitmesini istemiyordu.
Öte yandan Demokrat Partisi’nin adayı Joe Biden de İsrail’in ilhak fikrine karşı çıkıyor.
J Street baskı grubu ise herkesten önce kendisi için tehlike arz ettiğinden İsrail’i aşırı sağcılardan ve onların safında yer alanların ellerinden kurtarma çağrısı yapıyor.
İsrail neden kendisini bekleyen Avrupalı tehlikeyi değerlendirmiyor?
Avrupa’nın dört bir yanında yeniden yayılmaya başlayan ve geri dönen antisemitizmi görmemesi deliliktir.
Öte yandan, Araplar 20 yıldır cesur bir barış girişimi ile ellerini uzatıyorlar ama umursamaz bir düşmanlıktan başka bir karşılık almıyorlar.
Avrupa’daki Yahudi karşıtı milliyetçilik ve şovenizm, Rusya Devlet Başkanı Putin’i Avrupalı Yahudilere Rusya’ya göç etmeyi tavsiye etmeye sevk etti.
Avrupa Birliği hükümetlerine gelince, ilhak durumunda İsrail'e misilleme yapabilirler. Bu, Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian’ın açıklamasıdır.
Washington, Brüksel ve uzun süre İsrail’i destekleyen güçler, Tel Aviv’in bu tek taraflı adım ile radikalizm ve köktenciliğin kapısını araladığını ve eski düşmanlıkları pazarlayanlara alan açtığını anlamalıdır.
Uluslararası toplumun beklentisi gerçekten bu mu?
Sözün özü, kılıçla yaşayanın ölümü de kılıçla olur.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Adem İpekyüz
© The Independentturkish