Sürü bağışıklığı mı, Sosyal Darwinizm mi? Yetti! Bu düzen değişmeli! (5)

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Twitter

Kapitalizmin “ünlü” duayenlerinin bile daha çok kriz anlarında hatırladıkları bir gerçek var;

‘Kapitalizmin sürdürülebilir bir düzen olmadığı’ …

İşte kapitalizmin nanoteknoloji, biyoteknoloji, yapay zeka gibi türlü yüksek teknolojisi her şeye karşın doğal güçleri kontrol edemiyor.

O çok gelişmiş labatuvarların ve bilim insanlarının doğa canlıları karşısında sınırlarının olduğu ortaya çıkıyor.

Büyük devletlerin en iyi korunan başkanları, başbakanları, iş insanları bile can güvenliği sorunu yaşıyor. Bir panik, bir korku, bir çaresiz ruh hali…

Bir nokta geliyor, kontrol sağlanıyor ama felakette yaşanmış oluyor.

Derste çıkarılmıyor; daha doğrusu çıkarılamıyor. Çünkü en yıkıcı, en yok edici felaketi bile istismar etmeyi içselleştirmiş, başka türlü yapamayan çok daha tehlikeli bir virüs söz konusu.

Kapitalizmdir bu!

Afrika'nın ormanlarından, Çanakkale'nin Kaz Dağlarına, Antarktika'nın buzullarına kadar yakmadığı yıkmadığı doğal ortam, doğal denge bırakmadı.

Her şeyi bozdu, her şeyi hormonladı: doğayı, canlıları, tarımsal ürünleri, hayvancılığı, hatta en çokta insanı…

Ama her şeyin de bir sınırı var.

Gün gelir, doğa isyan eder; daha fazla kâr, daha fazla sömürü için doğal ortamı dağılan, kozasından çıkan virüs doğası gereği ama salgınla, ama felaketle intikam alır.

Kapitalist ilişkiler, kapitalistler hadiseyi sömürü aracı haline getirirken de en büyük bedeli tanık olduğumuz gibi yine işçiler ve emekçiler ödüyor, bu kötülüklerde payı olmayan insan kardeşlerimiz ödüyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)


Sosyal Darwinizm

Sürü bağışıklığı’ sistemi adı altında sistemli bir toplumsal cinayetler silsilesi yaşanıyor. Amerika, İtalya, İngiltere başta olmak üzere en gelişmiş kapitalist ülkeler yapıyor, yaptı bunu.

Korona salgınını atlatacak yaşam düzeyine sahip olanlar, sağlıklı bireyler yaşıyor.  

Yaşlı, emekli, engelli, ücretsiz izinli, yoksul, hijyensiz koşullarda çalışmak zorunda olan işçi emekçi bireylerin sağlıklı yaşaması için gerekli sosyal olanaklar tanınmıyor.

Sermayedara, patrona maddi teşvik, vergi muafiyeti gibi olanaklar sağlanarak güçlendirme, yaşatma öncelikli tercih oluyor.

İşçilerin işten çıkarılmasına, ücretlerin düşük tutulmasına, sendikal hak ve özgürlüklerin tanınmamasına göz yumuluyor.

İşçiler disiplinli çalışmaya zorlanıyor, patronla uzlaşma içinde olması sağlanıyor, sosyal yardım olanaklarından yoksun bırakılıyor.

Böylece patronun çıkarlarına uyuma "ikna" edilen işçi, hastalık ve ölüm pahasına işte kalıyor. Gerisi baştan gözden çıkarılmış oluyor zaten.

İşçi, emekçi, emekli, engelli, yaşlı, yoksul toplumsal katmanların kırımını, TV'lerde tartışan koca koca bilim insanları utanmazca sürü bağışıklığı olarak niteliyor.

Aslında bu sistemi Sosyal Darwinizm olarak kavramlaştırmak daha bir akla ve bilime uygun.

Totaliter eğilimli iktidarlar bu kavramı kullanmaktan imtina ediyor. Bunun nedeni teşhir olmaktan korunma kaygısı olmalı.


Yaşanılır bir dünya

Sağlık Bakanlığı ve Bilim Kurulu maddi çıkar ilişkilerini aşamıyorlar. Onlara rağmen AVM’lerin açıldığı, öğrenci sınavlarının öne alındığı, futbol maçlarının yapılacağı anlaşılıyor.

Yaz sezonu le birlikte Kürt tarım işçileri batıya, özellikle Çukurova’ya yığınlar halinde akacaklar.

Cumhur iktidarı, belirli bir bütçe ayırarak bunun önünü alma diye sorumluluk duymuyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Tünelin ucu göründü, Ramazan sonrasında çifte bayram istiyoruz” açıklamasında görüldüğü üzere koronavirüse karşı bir ‘başarı hikayesi’ ilan etmeye hazırlanıyor zahir.

Peki, gerçek bu mu?

Konu ilgili uzman kurumların tutumu nedir, aktaralım:

Şeffaf ve demokratik olmayan, halk sağlığını, emekçilerin sağlığını hiçe sayan bu süreçlerde yapılan uygulamaların toplum sağlığına faydası olmadığı gibi, “normalleşmeye dönüş” uygulamalarınız da kabul etmeseniz de emekçiler, işçiler ve yoksullar için açıkça ‘sürü bağışıklığı’ stratejinizin itirafıdır.

(Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası /SES)
 

Yeni tip koronavirüs salgınıyla mücadelede atılan adımların bilimsel verilere uygun atılması gerekiyor. AVM'lerin yeniden açılması gibi adımların piyasa baskısından uzak epidemiyolojik verilere dayanması gerekiyor. Gevşeme adımının atılması için henüz erken. Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) korona virüste 2022 sonuna kadar pek çok dalga olabileceği uyarısında bulunuyor. Yaşanacak yeni dalgalar için Türkiye'nin hazır değil.  Türkiye’de taramaların yapılması ve Türkiye’deki virüs yükünün, ağırlığının saptanması gerekiyor.

Toplumun ne kadarı bu virüsü aldı, bunun bilinmesi gerekiyor. Çünkü nüfusun yüzde 50, 60’ı bu virüsü almadan toplumsal bağışıklıktan bahsetmek söz konusu olamaz. Bunun için de viral tarama testlerinin mutlaka yapılması gerekiyor ve ezbere değil, hangi risk faktörlerine yapılacak, toplumun hangi kesimine yapılacak, bunların bilimsel olarak tespiti gerekiyor ve buna göre davranılması gerekiyor.
Dolayısıyla ikinci dalgaya hazır olmak için bu verilerin toplumla paylaşılması, bağımsız bilimsel araştırmaların yapılıp ona göre bir öngörüde bulunulup hazırlıkların yapılması gerekiyor.

(Prof. Dr. Sinan Adıyaman,
Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi Başkanı)

 

Şu an için normale dönmek, alışveriş merkezleri açmak çok risklidir. Bu tür salgınlarda önce son vakanın bile olmadığını göstermeniz ve sonra normale dönmeniz lazım. Virüsün bulaştığı ve semptom göstermeyen insanlar olabilir ve normale dönüşte en tehlikeli grup bunlar. Böyle kolay bulaşan hastalıklarda ve salgınlarda, salgını kontrol altına almak için hiç kimsenin enfekte olmadığından emin olmak gerekiyor.

(İstanbul Tabip Odası /İTO)


Kapitalizm toplumun hilafına kötücül eğilimini sürdürüyor.  

Kazanma ve kar hırsı uğruna koronavirüse karşı mücadeleyi ‘Şeffaf ve demokratik olmayan, halk sağlığını, emekçilerin sağlığını hiçe sayan’ biçimlerde yürütüyor.

İnsanın insana, canlılara, doğaya yaptığı türlü kötücüllükleri hatırlatıyor.

Ancak koronavirüs koşullarında paylaşımı, dayanışmayı da hatırlatan insanlık da var.

Başa saralım;

‘Kapitalizmin sürdürülebilir bir düzen olmadığı’ açık değil mi?

Öyleyse böyle… Yetti! Bu düzen değişmeli.

Bu düzenin bağrında doğacak “en güzel dünya” hayalini yaşanılır dünya bakış açısıyla yeniden düşünmeli.

Düşünmeli… Doğacı, canlıcı, cinsiyet eşitlikçi, özgürlükçü ve de ortakçı toplumsal düzen inşası üzerinden üretim ve paylaşım ilişkileri nasıl olur, nasıl sürdürülebilir, en çok da bunu düşünmeli…

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU