Michael Richard Pompeo da neredeyse Donald Trump kadar hipnotik bir hal alıyor. Delilikte eksik kalan yanlarını, bile isteye cehaleti ya da eskinin basit ikiyüzlülüğüyle tamamlıyor.
Ortadoğu'yu aptal damadına teslim ettiği için Trump'ı akli meleke yetersizliğiyle suçlayabilirsiniz ama Pompeo'ya gelince kendisi ne yaptığını pekala biliyor. İşte geçen hafta yine sahnedeydi; İsrail askerlerine işgal altındaki Filistin topraklarından çekilme çağrısı yapan çok daha eski ancak aynı derecede önemli Birleşmiş Milletler (BM) kararını görmezden gelirken, İranlıların balistik füze fırlatmak suretiyle önemli bir BM kararını ihlale ettiğini öne sürdü. Fırsatçıbaşı Pompeo'nun çok sıkıcı performansını izlerken bunun yanına kar kalacağını da biliyorduk.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İşgal altındaki Batı Şeria'nın büyük bölümlerini ilhak etmek istiyorsa bunun "İsrail'in kararı" olacağını kaygısızca ilan ediverdiği saatlerde ABD Dışişleri Bakanı'nın BM kurallarına bu ani hassasiyetinde az biraz çifte standart olabileceğine dair tek bir gazeteciden bile en ufak emare gelmedi. Kaldı ki İran'ı nükleer silah taşıyacak şekilde tasarlanan balistik füze çalışmalarından 8 yıl kadar uzak durmaya çağıran 2231 sayılı BM kararı sadece 5 yaşında. İsrail'in Doğu Kudüs, Batı Şeria, Gazze, Gonan Tepeleri ve Sina Yarımadası'nı ele geçirdiği 1967 Ortadoğu savaşının hemen sonrasında kabul edilen 242 sayılı BM kararıysa yarım yüzyıldan daha eski. Sıkıcı. Karmaşık.
Pompeo tüm bunların ne anlama geldiğini bilmiyor değil. Trump yönetiminin uydurduğu beş para etmez "Yüzyılın Anlaşması", İsrail'in Batı Şeria'nın yüzde 30'una denk gelen Ürdün Vadisi'ni ilhak etmesine müsaade ediyor ve Filistinlilere verilecek bir tomar para karşılığında Arap topraklarında inşa edilmiş tüm yasadışı İsrail sömürgeleri üzerinde İsrail hakimiyetini kabul ediyor. Toprak hırsızlığının 4 yıl daha sürmesine izin veriyor ve iki yıl önce ABD Büyükelçiliğinin Tel Aviv'den Kudüs'e taşınmasıyla bahşedilen Kudüs'ün tamamında İsrail hakimiyetini tanıyor.
Benny Gantz'ın Binyamin Netanyahu'yla sandalye-kapmacalı bir başbakanlığı kabul ederek kendi destekçilerine ve seçmenine ihanet ettiği sefil yeni İsrail "koalisyonu", İsrail liderliğinin iki devletli Filistin-İsrail çözümünün nihai infazını gerçekleştirebileceği bir mekanizma sunar sadece. Temmuz ayında her iki adamın da Filistin devleti için planlanmış geniş Arap toprakları üzerinde hak iddia etmesine izin verilmiş olacak. Filistinlilerin devlet arzusunun belkemiği en sonunda çatırdayacak.
Süregelen yasadışı "devlet başkanlığının" esasında 11 yıl önce sona ermesi gereken ve bu toprak tecavüzüne verdiği yanıt, ilhak devam ederse "gerekli önlemleri almaktan" ibaret olan 84 yaşındaki hasta ve ihtiyar Filistin lideri Mahmud Abbas döneminde bile böyle bir "belkemiğinin" halen var olduğunu hep varsayıyordum. Abbas'ın acınası yanıtı ve Ramallah'taki ahşap başkanlık masasında kendisine yakışan kasvette bir çevirmenle verdiği görüntü, Kral Lear taklidi yapan tüm Arap diktatörlere dair bir zaman kapsülü işlevi gördü.
Ancak Shakespeare'in bir ayağı çukurda yaşlı kralının "...daha bilmiyorum ne yapacağımı ama... yaptıklarımla bütün dünya dehşete kapılacak" şeklindeki intikam tehditleri bile, Abbas'ın Kudüs ve Washington'dakilerin kesinlikle ödünü koparacak "münasip" yanıtından çok daha dokunaklıydı.
Lear'dan ziyade Faustus'u andıran Gantz ise gelecekteki toprak gasplarının "uluslararası rızaya" tabi olması gerektiğini defaatle belirtmişken, şimdi meseleyi "uluslararası tartışmalara" indirgemiş durumda ve hepimiz bunun ne anlama geldiğini biliyoruz.
BM'nin 242 sayılı kararına elveda... Oslo Anlaşması'na elveda... İki devletli çözüme, "yol haritalarına", Avrupa Birliği (AB) inisiyatiflerine, Tony Blair'in (kendisini hatırladınız mı) tüm "barış planlarına" ve özellikle de ABD başkanlarının onlarca yıldır İsrail'e yönelik "kısıtlama" çağrılarına elveda...
Beyrut Amerikan Üniversitesi'nin başarılı edebiyat mezunu ve aynı zamanda halkının hayatta kalmış ve azimle ilham veren tek temsilcisi Hanan Aşravi bile sadece, Filistinlilerin ilhaka dair İsrail-Amerikan gündemine "karşı koyma" yönündeki "şaşmaz kararlılığından" bahsediyorsa, artık bunun Netanyahu, Gantz, Trump, Kushner ve elbette Pompeo'nun yanına kar kalacağını biliyoruz demektir.
"(İlhaka dair) görüşlerini paylaşmak için (İsraillilerle) yakından çalışacakları" "özel ortamdan" (aynen böyle diyor) bahsettiği sırada Pompeo'da gördüğüm ihtiyat kırıntısı hoşuma gitmişti. Demek istediği şuydu: İsrailli siyasi ikizler günün birinde ellerinde Batı Şeria'da süregelen sömürge projelerini gösteren bir dizi haritayla Washington'da boy gösteriverecek ve dünyanın en güçlü devleti de bunu alçakgönüllülükle onaylayacaktı.
Pompeo'nun bırakın ABD'li bir dışişleri bakanının hiçbir ABD başkanının bugüne kadar dile getirmediği kelimelerle ifade ettiği de tam olarak buydu; Amerika, Ortadoğu barışına dair tüm sorumluluklarını nihayetinde feshederken şahsiyetsiz, sinsi ve sıkıcı bu sözler sonsuza dek tarihe geçecekti.
"Batı Şeria'nın ilhakına gelince, bu konuda nihai kararları İsrailliler verir, dolayısıyla bu İsraillilerin kararı." Bunlar Pompeo'nun sözleri. Ve burada anahtar kelime "nihai". Son sözü her zaman İsrailliler söyleyecek. Elbette her zaman onlar söylüyordu. Ama artık gelecekte de hep onların söyleyeceğini biliyoruz.
İsrail "koalisyonunu", İsrail seçimlerini -ya da şimdi seçim olmamasını- ve Bibi'nin küçük yasal sorunlarını unutun. Koronavirüsü bile bir kez olsun unutun. Bu, İsrail-Filistin barışının tabutuna çakılan meşhur çivi bile değil. Zamanımıza uygun olarak, Filistinlilerin tüm haysiyet, özgürlük ve devlet sahibi olma özlemleri, basil muamelesi görerek bir çuvala konup mühürlendi ve çarçabuk toprağa verildi. O çuval bundan böyle bir daha açılamayacak. Hiçbir diriliş yaşanmayacak. Sağlık ve güvenlik gerekçeleriyle, iki devletli çözüm sözünü ağza almak bile sonsuza dek toprağa gömüldü. Lütfen mezarın başında yas tutmayınız.
Üstelik tüm bunların arasında, Trump'ın İran'ın küçük savaş gemilerine yönelik tehdit tweet'lerinden kaygılanmamız ve Pompeo'nun, İran'ın uydu yollamak amacıyla uzaya füze fırlatmasının -evet bunun askeri bir uydu olduğundan eminim- 2231 sayılı BM kararının muhtemel ihlali anlamına geldiğine dair emperyal buyruğunu ciddiye almamız bekleniyor. Ancak bu karar, Trump'ın bizzat caydığı nükleer anlaşmaya paraleldi, değil mi?
Dahası 1967 Ortadoğu çatışmasından sonra kabul edilen 242 sayılı BM kararı, "savaşla toprak kazanmanın kabul edilemezliğini" ve "bölgedeki tüm devletlerin güvenlik içinde yaşayabileceği adil ve kalıcı barışa" ihtiyacı özellikle vurgulamamış mıydı? Elbette öyle yapmıştı. Fakat 1967'de Filistin adında bir devlet yoktu. Halen de yok. Ama tabii ki Filistinli diye adlandırılan insanlar var. Peki ya toprakları? Şimdi artık bu, "İsrail'in kararı". Nihayetinde.
https://www.independent.co.uk/voices
Independent Türkçe için çeviren: Kerim Çelik
© The Independent