2000’li yıllarda AK Parti ve CHP siyaseti

Rıfat Özcan Independent Türkçe için yazdı

Beyoğlu Aya Triada Kilisesi'ndeki seçim sandığı, 1912 / Fotoğraf: Twitter

Bu yazıda 2000’li yılların ilk on yılında AK Parti politikalarına, son on yılında ise CHP politikalarına odaklanacağım. Öncesinde ise tarihsel bir arka plan sunmaya çalışacağım.

AK Parti iktidarının ilk iki dönemi, devletle mücadele ile geçmiş ve iktidarını tam sağlayıp muktedir olamadığı yıllardı.

Bu yıllarda parti, demokratikleşme ve dönüşüm adımları atarak hem meşruiyet alanlarını genişletmeye çalışıyor hem de kurulu düzeni geriletmeyi amaçlıyordu.

2010–11 sonrası belli noktalarda gücün yönü değişti ve tüm aktörler yeniden pozisyonlarını aldılar.

AK Parti, o günkü adıyla ‘cemaat’ yapısı ile iktidar mücadelesine girerken; CHP’de muhalefette olsa bile düşünce yapısı iktidarı çevreleyebiliyordu; ama artık bu da değişime uğrayarak halka yöneliş bu yıllarda başlamak zorundaydı.

Aslında bu yazıda CHP’nin kendi kemik kitlesi dışındaki halkı hatırlayışının ve neden hatırlamak zorunda kaldığının kısa hikayesini yazmaya çalışacağım.

Çok partili hayata 1946 yılında dönülmüş, ilk seçimde olmasa da ikinci seçimde Demokrat Parti (DP) büyük başarı kazanarak tek başına iktidara gelmiş ve 10 yıllık bir iktidar dönemi yaşamıştır.

Bu dönem ise 1946-47 yıllarında İsmet İnönü’nün iktidar değişimini engellemesi durumunda ona darbeyi yapmayı düşünen kadronun 1960 yılında Menderes’e darbe yapması ile son bulmuştur.

Darbe sonrası ise asker, 10 yıllık iktidar döneminde yürütmenin daha güçlü olması ve bu yetkinin de cumhurbaşkanı, başbakanda toplanmasından şikayet ederek gücü dağıtmayı düşünen, yasamayı daha güçlendiren bir yapı kurmaya çalışmış bununla birlikte meclis çift kamaralı olmuş, tamamen adalet bakanına bağlı olan yargının atama ve idari işleri için Hakimler ve Savcılar Kurulu kurulmuş, kanunların anayasaya uygunluğunu denetlemek için Anayasa Mahkemesi kurulmuş, üniversite ve TRT özerkliği getirilmiş, basının DP dönemindeki zorlukları aşmak için bazı kanunlar değiştirilmiştir.

Ayrıca yürütmenin bu alanlardaki gücü ise sınırlandırılmıştır.

Bununla beraber giderek asker ekonomik gücünü artırmış; bunun için de ordu evleri kurulmuş, özel fonlar oluşturulmuş, Oyak Bank kurulmuş, askerin maaşları artırılmıştır.

Asker giderek halktan yalıtılmış ve kendi özel bir alanı oluşmuş ve bu alanlarda da asker, sivil alandan çok daha ucuz şekilde kendi ihtiyaçlarını karşılamıştır.

Asker yıllar içinde ekonomik olarak da güçlü bir sınıf olmuş ek olarak da sivil alanda da destek bulmak için büyük propaganda faaliyetleri yürütmüştür.

1961 anayasasının getirdikleri önce 1971 muhtırası ile kısıtlanmış daha sonrasında ise gelen 12 Eylül 1980 darbesi ile de tam tersi uygulamalar getirilmiştir.

1960-80 arası özellikle çift kamaralı meclisin oluşundan dolayı toplumsal sorunlarda siyasi yapının hızlı müdahale edemediğinden yakınılarak, merkezi otoritenin yani yürütmenin iktidar yapısını daha da güçlendiren bir sistem getirilerek meclis tek kamara olmuş, yüzde on barajı getirilmiş, başbakanın hem siyasi olarak partisinin üstündeki gücü hem de ekonomi üstündeki yetkileri artırılmış ve cumhurbaşkanın da yetkileri artırılmış ama sorumsuz bir konum haline getirilmiştir.

Bununla birlikte parti kurma ve parti değiştirme de 1960-80 dönemi göz önünde bulundurularak daha da zorlaştırılmıştır.

28 Şubat post modern darbesinin de en önemli noktasının darbe sürecinde medyanın sert bir şekilde kullanılması ve bu şekilde istenmeyen siyasi iktidarın da geriletilmesi olduğunu söyleyebiliriz.

Dolayısıyla iktidarlar siyasi, hukuki, askeri ve medya yoluyla kontrol altına alınmış ve iktidarın farklı yollara sapılmasının önüne kurulu olan bu vesayet düzeni ile geçilmeye çalışılmıştır.

AK Parti, 2002 yılında tüm bu yaşanmışlıkların üzerine iktidar olmuştur.

Yazının girişinde AK Parti’nin 2010’lu yıllara kadar ilk iki dönemindeki zorlukları üzerinde durdum.

Şimdi de özellikle bu ilk iki dönemde AK Parti’nin kurulu vesayet düzenini geriletmek için ne tarz adımlar attığı üzerinde duracağım.

Siyasi olarak AK Parti iktidar olmayı başarmış; ama her türlü yetkisini kullanabilecek durumda değildi.

Özal kendi döneminde de başbakanlık yetkilerinin tamamını kullanamadığından yakınmaktaydı.

Erdoğan için de ilk yıllarda böyle olduğunu söylemek abes olmayacaktır.

Bu yüzden siyasi alandaki meşruiyetini ve gücünü daha da genişletmek için Avrupa Birliği (AB) ile müzakerelerin yolu açılmış, Kıbrıs sorunu çözülmeye çalışılmış, Kürt sorununda ileri adımlar atılmaya çalışılmıştır.

Bu dönem Batı’nın da AK Parti’yi desteklediği yıllar olduğunu görüyoruz.

Ayrıca ekonomik reformlar yapılıyor, bürokrasi azaltılıyor, halkın refah düzeyini artırıcı önlemler alınıyor, dış yatırım cumhuriyet tarihinde rekor rakamlarda gerçekleşmekte ve bunlarla da halkın ve yatırım çevrelerinin desteği de sağlanıyordu.

Medya alanında ise ATV Grubunun, Çalık tarafından satın alınması, 24 Tv’nin kurulması, TMSF’den Star grubu’nun iktidara yakın çevreler tarafından satın alınması sonucunda yıllar içinde muhalif medya ile iktidara yakın medya arasında birbirine yakın bir güç dengesi oluştuğunu görüyoruz.

Hukuki alanda ise 12 Eylül 2010 referandurumu ile HSYK yapısının değişmesi vb. bazı değişimler daha sonra ‘cemaat’ tarafından farklı şekilde kullanılsa da eski vesayet düzenini geriletme anlamında önemli bir kilometre taşı olmuştur.

Askerin siyasi gücü anlamında ise TSK İç Teşkilat Yasasının 35. maddesinin ve Emasya Protokölünün değişmesi, Balyoz, Ergenekon davaları ve son olarak da bu davalar da yargılanan paşaları emekliye sevk etmek isteyen iktidara itiraz edip YAŞ toplantısından kısa süre önce istifa eden Işık Koşaner ve kuvvet komutanları yerine çok kısa sürede yeni genelkurmay başkanının atanması bu alanda da o gün için askerin siyasi gücünü geriletmiştir.

Ayrıca iktidarının ilk yıllarında AK Parti’nin Milli Güvenlik yapısını da değiştirmesi bu adımlar içine eklenmelidir.

Dolayısıyla AK Parti, tüm bu gelişmeler üzerine 12 Haziran 2011 seçimlerinde de yüzde 50’ye yakın oy oranına ulaşarak gücünü daha da perçinlemiş bununla birlikte CHP ise eski iktidar yapısının tasfiye edildiğini görmüştür.

CHP, buna sonuna kadar direndi ama başaramadı.

27 Nisan e-muhtırasına destek vermiş, parti kapatmaya destek vermiş, 367 kararının siyasi savunuculuğunu yapmış, 12 Eylül referandurumuna 'Hayır' demiş ve eski iktidar yapısını korumaya çalışmıştır.

Bu iktidar yapısı içinde CHP, seçim kazanmaya ihtiyaç duymayan rejimin bir nevi bekçiliğini yapan bir parti konumundaydı.

Kısacası her anti demokratik tutumun yanındaydı CHP. Ama bu değişimler onları da değişime zorladı.


İhsanoğlu’ndan İmamoğlu’na CHP

Herkes hatırlayacaktır bütün bu değişimler yaşanırken tam 2008 yılında Baykal tarafından yapılan çarşaf açılımının bu dönemde sağ muhafazakar kesime atılan ilk adım olduğunu söyleyebiliriz.
 

çarşaf.jpeg
Fotoğraf: Twitter


Elbette samimi olarak algılanmadığı apaçıktı.

Bir yandan 411 el kaosa kalktı manşetine destek verip başörtüsü serbestliğini engellerken ya da sırf eşi başörtülü diye Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasının engellemeye çalışırken bu adım samimi olarak algılanamazdı.
 

gül yemin töreni.jpeg
Fotoğraf: AA (Arşiv)


Daha sonrasında ise CHP’nin başına Kemal Kılıçdaroğlu’nun gelmesiyle toplumun diğer grupları ile daha fazla ilişki içine girilmeye başlandı ve önce CHP’nin Baykal döneminde ön plana çıkan isimler temizlendi.

Daha sonra ise özellikle Kürtler, muhafazakarlarla görüşülerek CHP’de bir paradigma değişimi yapılmaya çalışıldı ek olarak partiye bu kesimlerden transferler yapıldı.
 


Hatta Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde sağ muhafazakar kimliğe sahip kişiler aday gösterilip bunlardan başarı kazanılması umuldu ve milletvekili, belediye başkanı olarak da bazı isimler bu şekilde seçildi ya da aday yapıldılar.

En son ise 24 Haziran cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, 2007’de Cumhurbaşkanı olmasını engellemek için elinden geleni yapan CHP bu sefer Abdullah Gül’ü Erdoğan’a karşı aday olarak göstermeye çalıştı ama başaramadı.

Başarıyı dışardan bir transfer yaparak başarabileceğine inandı; çünkü kendi içinde böyle birinin olacağı tahayyül edilmiyor ya da varsa da bilinmiyordu.

Dolayısıyla 2010’dan beri her seçimde muhafazakar seçmene daha sempatik gelebilecek adaylar gösterilmeye çalışıldı. Çünkü kendi kemik oyu iktidar değişimi için yetmeyecekti.

Dolayısyla CHP açısında olan değişim gönüllü bir değişimden ziyade zorunlu bir değişimdi.

31 Mart 2019 yerel seçimlerine giderken ise CHP, Ekrem İmamoğlu figürüyle kendi içinden olan, muhafazakar seçmene de hitap edebilecek birini aday gösterdi ve başarılı oldu. 

Muhafazakar söylemleri de içinde barındıran, CHP kimliğini gizlemeyen, Kuran okuyan, mitinge imam çağıran, başörtü konusunda söylemsel olarak özgürlükçü tarzı olan bir siyasi figür.

Popülist söylemlerin taşıyıcılığını da birçok noktada yaptığını eklemek gerekiyor.

İmamoğlu figürünün yukarıda saydığım birçok söylemi, bugün onu destekleyen kesimler tarafından geçmişte ve bugün AK Parti’ye yapılan eleştiriler olarak karşımıza çıktığı da unutulmamalıdır.

2007’de 367 kararını desteklemek ve AK Parti’yi sivil alanda daha da zor durumda bırakmak için Cumhuriyet Mitingleri ile meydanlara dökülen yüzbinlerce insan, anti demokratik bir tutum içindeydiler.
 

cumhuriyet mitingleri.jpg
Fotoğraf: Twitter


Bugün ise muhtemelen bu kesimlerin de içinde olduğu insanların, demokrasi ve özgürlük söylemleri ile iktidarı eleştirmesi ve bu söylemlerle muhalefete destek vermesi kendi içinde paradoksal olduğunu söyleyebiliriz.

Bu bağlamda daha da gündeme getirilmesi gereken noktalardan biri ise şudur:

367 kararının haksızlığı için CHP ve bazı kesimler hala özür dilemedi ya da bir pişmanlık ortaya koymadı.

Sadece mitinglerin düzenleyicilerden olan ve şimdi de CHP Genel Başkan yardımcılığı yapan Tuncay Özkan 2016’da üzüntüsünü dile getirdi. 2
 

c mitingler 2.jpg
Fotoğraf: Twitter


Başörtüsü konusunda Kılıçdaroğlu’nun, CHP’nin kabuğunu kırması için bazı özgürlükçü söylemlerde bulunması Türkiye için umut verici.

Ama yukarıda da değindiğim gibi ben CHP’de yaşanan bu değişimin gönüllü değil, zorunlu bir değişim olduğunu tekrardan kaydetmek istiyorum ve bu değişimin Türkiye için gereksiz siyasi kavgaların önüne geçmesini umuyorum. 

Muhtemelen bir başka yazının konusu olarak ele almak istediğim konu ise bu tarz örnekler üzerinden Şükrü Hanioğlu’nun bir yazısında değindiği gibi Türkiye’de bir muhalefet söylemi olarak demokrasi söylemidir. 1

İmamoğlu’nun yaptıklarının birçoğunu bir sene önce yapan Muharrem İnce, samimi bulunmazken, İmamoğlu’nun halk nezdinde daha samimi bulunduğunu söyleyebiliriz.

AK Parti döneminde, seküler kesimin kazanma imkanlarının olduğu her dönemde AK Parti’nin tekrar kazanması ile büyük bir hayal kırıklığı yaşamışlardı.

Bunları sayacak olursak; 2007’de 367 kararı sonrası gelen 22 Temmuz seçim zaferi, 2008 ekonomik krizi sonrası yerel seçimlerde düşüş yaşasa da 2010’da gelen yüzde 58 referandurum başarısı ve  2011’de gelen yüzde 50 oranındaki genel seçim başarısı ya da Gezi Olayları ve 17-25 aralık operasyonlarından sonra gelen 2014 yerel seçimleri zaferi ve son olarak da 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında gelen 1 Kasım seçim zaferi.

Dolayısıyla en az 12 yıldır muhalefetin her umudunun başarısızlıkla, hayal kırıklıkları ile son bulduğunu görüyoruz.

Bu hayal kırıklıklarının en büyüğü ise 24 Haziran 2018 gecesi yaşanmış ve bu kesim bir hiçlik psikolojisi içine bürünmüştü.
 

23 haziran 19 beylükdüzü.jpeg
23 haziran 2019, Beylükdüzü / Fotoğraf: EPA


Ama üzerinden tam bir sene geçtikten sonra 23 Haziran 2019 İstanbul seçimlerinde rüzgar tersine esiyor, ilk defa Erdoğan ve AK Parti’ye karşı kazanmanın haklı gururunu yaşıyorlardı.

Bu yazı 23 Haziran 2019 sonrası yaşananları kapsamamaktadır.

Sadece bir gözlem olarak şunu eklemek istiyorum; sonraki yaşanan süreçte İmamoğlu’nun siyasi bir başarısından ziyade haksızlığa uğramışlığın verdiği bir kredi ile yoluna devam ettiğini söyleyebiliriz.

Dolayısyla 6 Mayıs kararı İmamoğlu’nu daha etkili bir figür haline getirmiştir.

 

 

1. https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2017/04/30/bir-muhalefet-soylemi-olarak-demokrasi
2. https://www.haberler.com/tuncay-ozkan-cumhuriyet-mitingleri-ile-korkuttugum-8203520-haberi/

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU