Kayd-u hayat şartıyla olan bir Cumhurbaşkanlığı, kıpkızıl bir istibdattan başkası değildir. Kim olursa olsun, işçi vasfını ileri geçmez. Devlet mevkileri imtiyaz değildir; hizmettir. İstibdat kimin tarafından gelirse gelsin, lanet olsun. Bir takım sefiller milyoner oldu, Türk çocuklarının kanı kurudu. Bu paraları deşeceğiz. Servet edinenlerin mirası servet değil, sefalettir. Bunları ebediyen kara listeye dahil edeceğiz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 100. yılında TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un da andığı Hüseyin Avni Ulaş’ın, 1. Meclis’teki milletvekilliği görevi sona erdikten ve yıllar süren bir sükut suikastına kurban gittikten sonra başarısızlıkla sonuçlanan siyasi hamlelerinden biri de Milli Kalkınma Partisi’ydi.
Ulaş yukarıdaki sözleri, şimdilerde yerli ve milli savunma bahsinde şükranla anılan Nuri Demirağ’ın genel başkanlığında teşkil edilen Milli Kalkınma Partisi kurucularından biri olarak 27 Ekim 1945 günü yaptı.
Bu, Sultan II. Abdulhamid’den İttihat ve Terakki’ye, oradan genç Cumhuriyet’in elitlerine ve tek parti iktidarına değin on yıllar süren geleneğini bozmadığını ve muhalefetteki sertliğini hep koruduğunu gösteren küçük bir örnek sadece.
Hüseyin Avni Ulaş “Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk demokratı mıydı?”
Halk kahramanı mıydı?
Bazı vekillerin meclis kürsüsündeki Ulaş’ı itham ettiği gibi çağdaşlaşma karşıtı bir irticacı mıydı?
Tarihçi Ercan Çağlayan’ın da sorduğu gibi “Dünya parlamento tarihindeki ilk Mc Carthy örneği mi?”
Her ne olursa olsun, vakanivüstlerin yok saymasına rağmen Ulaş’ın, tarihin sıra dışı bir profili olduğu gerçeği değişmiyor.
Ulaş, 1887’de o dönem Erzurum’a bağlı Kiği’de yer alan, şimdi ise Bingöl’ün Karlıova sınırları içinde bulunan bir köyde dünyaya geldi.
11 yaşında Erzurum’a yerleşen Ulaş, 19 yaşında başkent İstanbul’un yolunu tuttu.
Abdulhamid'e de muhalifti
1912’de Darülfunun Mekteb-i Hukuk’tan (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi) mezun olan Ulaş’ın 1913’ten sonra avukatlık yapmaya başladığı biliniyor.
Sultan II. Abdulhamid’e karşı kurulan bir grup içerisinde ilk siyasi aktivizme girişen Hüseyin Avni Bey’in fikirleri bu süreç içinde gelişmeye başladı.
Tanzimat Fermanı ve Meşrutiyetin ilanını bir zafer olarak gören Ulaş, sonrasında ülke yönetiminin belirleyici gücü haline gelen İttihat ve Terakki uygulamalarına da muhalif oldu.
Bir konuşmasında, “Samimi ittihatçıların tecrübesizliği, birçok münafıkların sokulmasına sebep oldu. Az zamanda menfi hareketler belirdi. Yabancı ruhlu zümreler ecnebi tesiri yapıldı” diyecekti.
Kuvayı Milliye'nin ileri gelenlerinden biriydi
I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi’nde görev alan Ulaş, savaşın ardından Kuvayı Milliye hareketine katıldı ve Vilayet-i Şarkiye Müdafa-i Hukuk Milli Cemiyeti’nin Erzurum liderlerinden biri oldu.
Erzurum kongresinde aktif rol alan Ulaş, 1920 yılındaki seçimleri kazanarak Son Osmanlı Mebusan Meclisi’ne Erzurum mebusu olarak girdi. Misak-ı Milli’ye imza atan vekiller arasındaki Ulaş, İstanbul’un işgalinin ardından Ankara’ya geçti ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne katıldı.
Birinci Meclis’te başkan vekilliği yapan ve genellikle Mustafa Kemal Paşa’ya muhalif isimlerin yer aldığı İkinci Grup’un kurucuları arasında yer alan Ulaş’ın vekilliği 1923 yılında bitti.
İkinci Grup’ta Erzurum milletvekili Hüseyin Avni olmak üzere, Burdur milletvekili Mehmet Akif, Trabzon milletvekili Ali Şükrü, Erzurum milletvekili Süleyman Necati ve Lazistan milletvekili Ziya Hurşit de bulunuyordu.
Hüseyin Avni Ulaş, 1922 yılına kadar başta İstiklal Mahkemeleri ve Başkomutanlık Kanunu gibi konularda muhalefetini açıkça sürdürdü.
Ulaş’ın sözcüsü olduğu İkinci Grup, Meclis'in Mustafa Kemal Paşa tarafından arzu edilen her şeyi tartışmasız kabul edeceği kanaatine yönelik eleştirel bir tutum almıştı.
İstiklal Mahkemeleri’ni “Allah’ın peygamberlere bile vermediği bir hakkın TBMM tarafından kişilere verilmesi” diyerek eleştiren Ulaş mecliste şu ifadeleri kullandı:
Millet adliye işleri için vergi vermekte, çocuğunu hukuk mekteplerinde okutmakta, fakat TBMM tüm bunları görmezden gelerek üç mebusu idam yetkisiyle bir mahkemenin üyeliklerine tayin etmektedir. Bu, ilmi inkar etmek olduğu gibi milletin hukukunu da çiğnemek anlamına gelir. İhtilalin de bir hukuku vardır. Her milletin bir hukuku vardır. Hüner milleti isyan ettirmemektir.
Saltanatın kaldırılmasına destek verdi
Hüseyin Avni Ulaş’ın muhalefet etmediği konulardan biri saltanatın kaldırımasıydı. Teklif görüşmelerinde bir konuşma yapan Ulaş şu ifadeleri kullandı:
Beşeriyet duysun ki Türk milleti istibdat zincirini kırmıştır. Bundan sonra ebediyen hür ve hakim yaşayacaktır.
İkinci Grup’un Mustafa Kemal muhalefeti, grup üyelerinden Trabzon milletvekili Ali Şükrü Bey’in ortadan kaybolması daha sonrasında ölü bulunmasıyla zirve yaptı.
Hüseyin Avni Ulaş, yol arkadaşı Ali Şükrü Bey’in ortadan kaybolması üzerine meclis kürsüsünde şöyle haykıracaktı:
“Ey Kabe-i Millet! Sana da mı taarruz?”
Çok arzu ediyorum ki bin tane Ali Şükrü cürm-i adi ile ölsün. Fakat siyaset ve kanaatinden, hürriyet efkârından dolayı bir fikrin mücahidi bulunmak dolayısıyla medeniyetten gayri bir şekilde vahşiyane ve caniyane bir surette tecavüze uğrarsa onun hesabını bu millet soracaktır.
Efendiler, bu şerefli kürsü bugün elim bir vaziyete sahne oluyor. Bu şerefli milletin mebusları bugün kalpleri kan bağlamış bir zavallı biçare gibi birbirlerine bakıyorlar.
Ey Kabe-i Millet! Sana da mı taarruz?
Ey milletin mukeddesatı! Sana da mı taarruz?
Efendiler, Ali Şükrü Bey iki gündür kayıptır. Allah’tan çok isterim ki memleketin elim zamanlarında bu hâl bir cürm-i adi neticesi zuhur etsin.
Ya siyasi ise efendiler? Ya siyasi ise? Demek ki bu memlekette herhangi bir fikrin serdarı ölecektir…
En büyük korkusu neydi?
Fikirlerini dışa vururken en büyük korkusunu “Şark despotizminin yeniden hortlaması” olarak açıklayan Ulaş, Cumhuriyet devriminin sert yöntemlerle yapılmasını da şöyle eleştirecekti:
Biz inkılâbı fikirle yapacağız ki, payidar olabilsin. Eğer kabadayı usulünü takip edersek, korkarım ki o zaman inkılâptan mahrum kalırız. Kanla değil fikirle inkılâp yapacağız. İnkılâp fikrinin münevver öncüsü olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, halka hakkı hükümran işinin fazilet ve meziyetini öğretmelidir.
Zamanın şartlarına göre ileri bir demokrasi fikrine sahip olduğu görülen Ulaş, zihnindeki Cumhuriyet’i şu sözlerle anlatacaktı: Cumhuriyet ancak hürriyetle olur. Hürriyete istinat etmeyen bir cumhuriyet iğfalkârdır.
Engelleme ve takibat başlıyor...
1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın İstanbul yöneticilerinden biri olan Ulaş, Şeyh Sait Ayaklanması'nın ardından başlatılan sıkı yönetim ve Takrir-i Sükun Kanunu’yla birlikte siyasetten uzaklaştı.
1926 yılında Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’e suikast düzenleneceği iddiasıyla tutuklanan eski siyasetçilerden biri de Ulaş’tı. İstiklal Mahkemesi’nde yargılanan Ulaş tüm suçlamalardan beraat etti.
Yeni Cumhuriyet’in otoriter eğilimlerinin daha da belirginleşmesiyle Ulaş tıpkı Mehmet Akif Ersoy gibi emniyet tarafından sıkı bir takibe alındı.
1945'teki seçimleri kazanamadı
1935 yılında yapılan seçimlerde Erzurum’dan bağımsız milletvekili adaylığı engellenen Ulaş, 1945 yılında Nuri Demirağ tarafından kurulan Milli Kalkınma Partisi’nin kurucularından arasında yer alarak siyaset sahnesine geri dönse de bir süre sonra buradan da ayrıldı.
Tek Parti döneminin sona ermesi ve Demokrat Parti’nin kurulmasıyla bu partiden Erzurum milletvekili adayı olan Ulaş yeteri kadar oyu alamadı.
Bundan iki yıl sonra ise 61 yaşında hayatını kaybetti.
Eleştiren bir gazeteye tepki gösterenlere şöyle seslendi: Bize dalkavuk değil tenkit eden lazım
Düşünür Nurettin Topçu, kayınpederi olan Hüseyin Avni Ulaş’ı şu sözlerle anlatıyor:
Hatemu’l Enbiya’dan ilham alarak, milletin kalbi olan mecliste Allah’tan başkasından korkmayan bir veli gibi çalıştı. Korkak ruhlara da her zaman kuvvet oluyordu.
Menfaat siperlerine karşı hamiyet cephesini kurdu. Milleti bütün hürriyetlere layık görmeyenlere isyan ediyordu. ‘Her hakikatın menşei, menbaı, mastarı hürriyettir’ diyordu. Demokrasiye inancı, itimatı sonsuzdu. Batı dünyasının bu konuda ulaştığı seviyeye meftundu.
Milli Mücadele’nin ilk yıllarında Eskişehir’de çıkan bir gazete hükümeti tenkit etmiş. O zaman Ankara’da hükümetin organı haline çıkan bir gazete bu tenkidi şiddetle karşılıyor: ‘Biz inkılap yapıyoruz diyor, tekidin sırası değil, hem kimmiş bu adam?’
Şark ölçüsünde şiddetler, tehditler. O zaman Hüseyin Avni kürsüdedir: Bize dalkavuk değil, bizi tenkit eden lazım diye haykırıyor.
Ama sanırım Ulaş hakkındaki en değerli sözler, Tarık Buğra’nın Firavun İmanı romanında Ulaş’la benzer akıbeti yaşayan “İstiklal Şairi” Mehmet Akif Ersoy’un dilinden dökülenlerdir:
Avni, sen çok çekeceksin. Lakin bu ızdırapları Allah’ın bana da müyesser kılmasını ne kadar isterdim.
Asım’ın neslindendim… Biz ona layık olmalıydık. Sen olacaksın kardeşim. Çektikçe büyüyeceksin Avni.
Sen çektikçe, sen kaybettikçe… Ben… Seni kıskanacağım kardeşim…
© The Independentturkish