Babacan: Üzülüyorum, Türkiye trollerle yönetilmeyi hak etmiyor

Demokrasi ve Atılım Partisi Genel Başkanı Babacan, Abdullah Gül’ün çalışmalarını desteklediğini belirterek, isminin Gül gibi dürüst bir siyasetçiyle anılmasından gurur duyduğunu söyledi

Babacan: Üzülüyorum, Türkiye trollerle yönetilmeyi hak etmiyor / Fotoğraf: Cumhuriyet

Merkez Bankası’nın döviz kaynağı olmadan Türk Lirası ürettiğini ifade eden Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA ) Genel Başkanı Ali Babacan, Türkiye’nin krize çok zayıflamış bir ekonomi ile girdiğini söyledi. 

Babacan, Merkez Bankası’nın rezervlerinin ekside olduğunu belirti

Babacan, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun istifasına ilişkin, "Sorumluluk kimin üzerinde kaldı? Buharlaştı gitti. Sorumluluğu buharlaştırma operasyonu" yorumunda bulundu.

Babacan, 'Pelikan' adıyla bilinen yapılanmaya ilişkin soruya verdiği yanıtta "Bugün adı Pelikan, yarın Balıkçıl olur, öbür gün Turna olur. Nasıl bu tür uygulamaların içine girebiliyorlar, açıkçası hem üzülüyorum, hem de Türkiye adına hicap duyuyorum. Türkiye trollerle yönetilmeyi hak etmiyor" şeklinde konuştu.

İnfaz düzenlemesi içimi burktu” diyen Babacan, düzenlemenin adalet, eşitlik ve evrensel hukuk ilkelerine aykırı olduğunu söyledi.

Babacan’ın Cumhuriyet’ten İpek Özbey’e verdiği röportajdan öne çıkan açıklamalar şöyle:

 

Niye bu kadar faiz ödüyor?

“Türkiye krize zayıf bir bütçe ile girdi”

Belirsizlik ve güvensizlik olduğu için. Merkez Bankası’nın yıllardır biriktirdiği yedek akçenin tamamını bir çırpıda bütçeye aktardılar. Türkiye bu krize, zayıf bir Merkez Bankası, zayıf bir bankacılık sistemi, zayıf bir bütçeyle girdi. Halbuki üçünün de güçlü olması lazım. Örneğin Almanya üçünde de güçlü olduğu için iyi yönetiyor bu krizi.

Berat Albayrak, ekonominin başına getirildiğinde ne düşündünüz?

“Ehliyet ve liyakat aramayan bir yönetim tarzı var”

Rasyonalite bir kere kaybolduğunda, bir kere bilim ve akıl çerçevesinin dışına çıkıldığında artık orası bilinmeyen bir alandır. Bugün birisi, yarın başkası olur. Kişilerin önemi yok. Zaten tek bir karar alma merci var. Problemi bazen sistemde, bazen kişilerde arıyoruz ama Türkiye’nin yönetim üslubu sorunu var. Ehliyet ve liyakat aramayan bir yönetim tarzı var. Gerçek değil ‘görüntüde sadakat’ aranıyor ve böyle kişilerden dar bir kadro oluşturuluyor. Hakikate değil kişilere sadakat gösterenler aranıyor. Aslolan hakikate sadakattir. Bu kadar büyük ülkenin bu şekilde yönetilmesi çok zor. Bir de hep aynı müteahhitlerle çalışılıyor. Neredeyse beş yaşındaki çocuk dahi isimlerini biliyor…

“Türkiye ömrü boyunca bunun külfetini çekecek”

Maalesef. İşte olan o beş yaşındaki çocuğa oluyor. Ömrü boyunca bunu ödeyecek biliyor musunuz? Yarın okula gidecek, okuldan sonra çalışmaya başlayacak, bunu vergi olarak ödeyecek, günlük hayatında ödeyecek, o köprüden her geçtiğinde, hastaneye her giriş çıkışında ödeyecek. Ömrü boyunca bunun külfetini çekecek.

Para basar mı Türkiye?

Türk lirası üretilmeye başlandı zaten. Hiç olmadık yöntemler uygulanıyor. Bankalar ellerindeki konut kredileri, ellerindeki herhangi bir varlığa dayalı menkul kıymetleri Merkez Bankası’na koyup, Merkez Bankası’ndan para çekebiliyor. Merkez Bankası o Türk Lirası’nı nereden buluyor?

 

Yeni infaz yasasının kabulünün ardından tahliyeler oldu. Yolsuzluğu yapan değil yazan hapiste kaldı. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

“Yasa eşitlik, adalet ve evrensel hukuk ilkelerine aykırı”

Bu infaz yasası gerçekten içimi burktu. Evrensel hukuk ilkelerine, eşitlik ilkesine, adalet ilkesine aykırı. İki siyasi parti tamamen selektif olarak “Kimi serbest bırakalım, kimi bırakmayalım” diye oturup, karar verdiler. Meclis’teki sistemi zorlanarak çıkarıldı. Toplumdaki adalet hissini yaralayan bir durum. Çok yazık. Adına infaz düzenlemesi denmiş olsa da bu düzenleme ile aslında dar bir çevre kendi perspektifinden bir af çıkarmış oldu. Genel ilkeler çerçevesinde dahi yapılsa afların uzun sürede etkisi olumsuzdur zaten. Yasaların yaptırım gücünü azaltır. Uyuşturucu ticareti yapıp, “Nasılsa af çıkar” düşüncesi oluşur. Diyelim ki yaptık, bunu ilkeli yapmamız lazım. Şu an yargıda çok ciddi adaletsizlikler yaşanıyor. Örneğin, tutuklu yargılanmak Türkiye’de standart bir iş haline geldi. İnsanlar iki yıl, üç yıl içeride kalıyor, sonra beraat ediyor. Peki iki-üç yıl içeride kaldığında ailesine, sosyal çevresine karşı yaşadıklarını ne yapacaksınız? “Pardon” demekle oluyor mu?

Pelikan yapılanması için “yeni nesil paralel yapı” deniyor. Ne düşünüyorsunuz bu yapıyla ilgili?

“Türkiye trollerle yönetilmeyi hak etmiyor”

Bugün adı Pelikan, yarın Balıkçıl olur, öbür gün Turna olur. Bu tür yapılara müsamaha eden, destekleyen kişilerin önce kendini sorgulaması lazım. Bu tür yapıların desteğiyle sürdürülebilirlik mümkün mü, bir vicdan muhasebesi de yapmak lazım herhalde. Siyasetin ahlaki boyutunu çok önemsiyorum açıkçası. Ben olsam ahlak dışı bir siyaset yapmaktansa gidip başka iş yaparım. Ne düşünüyorsanız, çıkın açıkça konuşun. Birilerinin böyle organize, başka isimler üzerinden, sanki toplumda böyle bir kanaat varmış havası oluşturarak toplumu aldatma, işi olduğundan farklı gösterme çabasını nasıl oluyor da siyasi ahlak içinde değerlendirebiliyorlar, nasıl bu tür uygulamaların içine girebiliyorlar, açıkçası hem üzülüyorum, hem de Türkiye adına hicap duyuyorum. Türkiye trollerle yönetilmeyi hak etmiyor.

Siyaset geçen hafta bir krizle sarsıldı: İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun istifasını nasıl okursunuz?

“Sorumluluğu buharlaştırma operasyonu”

Kendi içlerindeki olayları, çekişmeleri bilemem. Ben sadece olayı dışarıdan izleyen birisi olarak, o hafta sonu yaşananları, toplum üzerindeki etkisini değerlendirebilirim. Gece yarısına birkaç saat kala belediyelerle dahi görüşülmeden, “yasakladım” diyorsun. Halk sokaklara dökülüyor. Hiçbir sosyal mesafe, tecrit kalmıyor. Ondan sonra istifa beyanı. Açıkçası en uzun süre bakanlık yapan kişiyim. Samimi bir istifa için, önden gidip konuşursunuz, ondan sonra açıklarsınız. Konuşulmadan, hele ki sonra geri çekilen istifa samimiyet testine sokulmalı. Sonuçta kim kar etti, kim zarar etti? Bir de burada büyük bir sorumluluk var. Bu sorumluluk kimin üzerinde kaldı? Buharlaştı gitti. Sorumluluğu buharlaştırma operasyonu. Türkiye böyle yönetilmeyi hak etmiyor.

 

2023 hedefi sizin döneminizden beri duyduğumuz bir şey… Az kaldı, hedef tutturulur mu?

“2023 hedefi artık hayal”

2011-2012 yılında açıklamıştık. 2002’de Türkiye’nin ekonomik büyüklüğü 239 milyar dolar. 2011’e geldiğimizde 835 milyar dolar. İhracat 36 milyar dolardan 135 milyar dolara çıktı. Biz dedik ki, Türkiye bu kadar kısa sürede bunu başardıysa aynı politikaların devamıyla çok daha yüksek hedeflere ulaşabilir. 2 trilyon dolarlık ekonomik büyüklük, 25 bin dolarlık kişi başı milli gelir, 500 milyar dolarlık ihracat. Ehliyet, liyakat, istişare olsaydı, insan haklarının iyileştiği ve herkesin Türkiye için çalıştığı doğru politikalar uygulansaydı bu rakamları yakalardık. O dönemde memleket sevdası vardı. Başarının sebebi unutuldu. Başarıyı oluşturan temel ilkeler teker teker devre dışı kaldı. 2023 hedefi artık hayal.

Abdullah Gül, DEVA Partisi’nin neresinde?

“İsmimin Gül ile anılmasından gurur duyarım”

Sayın Gül, bizim çalışmalarımızı destekliyor. Kendisiyle de ara ara bazı konuları istişare ediyoruz. Görüşlerini ben sorarsam aktarıyor, sormazsam onu da söylemiyor. Kendi halimde ticaretle uğraşırken beni siyasete davet eden Abdullah Bey’dir. O dönemde başka kimseyi de tanımıyordum. İsmimin Abdullah Bey gibi dürüst bir siyasetçiyle anılmasıyla da gurur duyarım. Ama ilişki şeklimiz tamamen istişari.

Arkadaki isim değil yani?

Kesinlikle değil. O zaman biz kayıt dışı bir iş yapmış oluruz. Bu partiyi biz yönetiyoruz. Türkiye ne çektiyse kayıt dışı ilişkilerden çekti. Ben hayatımda hiç kayıt dışı iş yapmadım.

Peki siz İslamcı mısınız?

İnancımı söylemem gerekirse Müslümanım. Fakat ideolojimi ve siyaseti ele alış tarzımı belirleyen demokratlıktır. Siyasi terminolojideki İslamcılık ise bambaşka bir şey. Şu anda dünyada o akım ne kadar başarılı olmuş, ayrı bir tartışma konusu. Ben özgürlüklere inanan bir insanım.

Kürt meselesi

“Hakkını vermek’ bile yanlış bir cümle, zaten onun hakkı”

“Kürt sorunu, tamamen demokrasi, insan hakları ve özgürlükler çerçevesinde ele alınmalı. Bazen terörle aynı pakete konuyor, harmanlanıyor, pazarlık konusu olabiliyor. Bunlara kesinlikle karşıyız. Devlet, terörle mücadelesini verir. Ne gerekiyorsa onu da yapar. Ama bir insan bizim vatandaşımızsa eğer, bu ülkenin geleceğine hep beraber bakıyorsak ‘ama’sız, pazarlıksız bir anlayışla haklar ve özgürlükler konusunda açık bir tutumla yaklaşmak ve bunları tanımak zorundayız. “Hakkını vermek” bile yanlış bir cümle. Zaten onun hakkı. Sen onu o hakkı tanıyacak, garanti edecek ve yaşamasını sağlayacaksın. Hakları terör meselesiyle pazarlık haline getirdiğinizde, örgüt dönüp vatandaşlarımıza diyor ki, “Ne hakkınız varsa onu ben sağladım. Silahlı mücadele vermesem bunları da göremezdiniz” diyor. Türkiye’nin geleceğinde PKK gibi anokronik bir örgüte yer yok

 

Independent Türkçe, Cumhuriyet Gazetesi
 

DAHA FAZLA HABER OKU