Jane Fae - The Independent
Faşizm feminizme karşı mı? Görünürde aksi yönde bir itiraz yok. Sokakta, istemsiz bekar (incel) ve erkek hakları hareketi (MRA) kültürü kökenli neo-faşizm (neo-fash), kadın haklarının her biçiminin yeminli düşmanı olarak görünüyor.
Muhafazakar düşünce kuruluşları ve teologların faaliyet gösterdiği teorik düzeyde ise baş düşman feminizm: eşcinsel evlilik ve cinsel çeşitliliğe dair her şeyle birlikte kurulu cinsiyet rollerini ve geleneksel aileyi baltalayarak toplumu tahrip etme komplosunun bir parçasını teşkil eden şeytani bir üçlünün tarafı.
Hiçbir ortak yönleri yok. Ancak yine de...
Erdemli kadın mitiyle başlayalım: Dünyayı sadece kadınlar yönetseydi her şeyin çok güzel olacağı yönündeki abartılı inanç. Kendi neslim açısından, gözlerimizin önündeki bu perdeyi parçalayıp atan kişi Thatcher olmuştu.
Zor yoldan da olsa, şunu öğrenmiştik: Kadınların çoğu kez yumuşak ve sevimli seçenek olarak görülmesinin nedeni insanlık tarihi boyunca güçten uzakta tutulmaları ve dolayısıyla kötü şeyler yapmak için daha az fırsata sahip olmalarıydı.
Thatcher ile beraber Avam Kamarası’nın Muhafazakar sıralarında nispeten sempatik olmayan bir yığın kadın oturuyordu: Daha geniş bir alanda ise Hitler'le ünlü bir arkadaşlığa sahip olan Unity Mitford ve Nazi propagandacısı Leni Riefenstahl gibileri bazı kadınların güçlü bir -erkek- lidere karşı duyduğu çekiciliği ortaya koydular.
Peki, bunlar istisnai miydi? Pek sayılmaz. Unity, çok sayıda eski kadın oy hakkı savunucularıyla (süfrajet) kardeşlik bağları kurdu. Bunlar arasında örneğin üyeleri arasında Norah Elam ve Mary Sophia Allen gibi eskinin ateşli süfrajetleri de bulunan İngiltere Faşistler Birliği'nin kadın kolları vardı.
Emmeline Pankhurst Birinci Dünya Savaşı'nda süfrajet hareketini rafa kaldırmak -veya en azından ertelemek- istediğinde zaten vardı. O zaman da, süfrajet hareketinin yığınları yeni bir amaçla Beyaz Tüy Nişanı olarak yeniden düzenleniyordu: Genç erkekleri utandırmak suretiyle savaşa zorlamayı amaçlayan bir hareket.
"Ah, sizi kaybetmek istemiyoruz ama gitmeniz gerektiğini düşünüyoruz" dizeleri 1914 tarihli "Kralın ve Ülken Seni İstiyor (Kadınların Askere Alınma Şarkısı)"un nakaratıydı.
Bir yüzyıl ileri gidildiğinde kadınların sağda yer alması zorunluydu. Yunanistan'da, erkekler uzun süreli gözaltında tutulduğunda neo-faşist Altın Şafak örgütünü kadınlar yürüttü. Fransa'da aşırı sağcı Ulusal Birlik'e (eski ismiyle Ulusal Cephe) Marine Le Pen liderlik ederken, İtalya'da geleceği parlak görülen neo-faşist Fratelli d’Italia partisinin lideri de bir kadın: Genç ve fotojenik Giorgia Meloni.
İngiltere, şu ana kadar, Jayda Fransen'i birkaç yıl boyunca (Ocak 2019'a kadar) aşırı sağ Önce Britanya grubunun başkan yardımcısı olarak idare etti.
Öyleyse kadınlar solda oldukları kadar sağda da yer alabilirler? Sanki pek mühim! Yine de, iki nedenle sağa doğru yaşanan bu kaymaya önem atfedilebilir. Birincisi aşırı sağ örgütlerin kadınlara bilinçli bir şekilde yaklaşması, her ne kadar feminizmin öngördüğü düzeyde olmasa da kadını ilk sıraya koyan yüzeysel olarak çekici bir gündemin zorlanmasıdır.
İtalya'ya bakalım.
La Lega ve diğer sağcı gruplar, kadınlara güvenlik ve saygıyı harmanlayan mesajlar veriyor. Çok seçici bir güvenlik olmasına karşın: "BİZİM" kadınlarımızı korumak. Onlarınkileri değil.
Kadına karşı şiddet üzerine yazan bir İtalyan blog yazarının bana söylediği gibi:
"Faşistler... feminist taklidi yapmıyor. Kadına karşı şiddeti sadece ırkçılığı ve siyahi tecavüzcü korkusunu beslemek için bir propaganda aracı olarak kullanıyorlar."
Aleni ırkçılığın ötesinde, kadınlara yönelik orantısız bir görüş yatıyor. Sağ, başka bir alanda, İtalyan kadınlarına "kendi görevlerini yerine getirmeleri" için ekonomik bir ödül formunda pek de hoş olmayan çağrılarda bulunuyor: Evde oturmak ve tüm göçmenler ülkeyi terk ettiğinde ihtiyaç duyulacak İtalyan aile içi iş gücünü üretmek.
Blog yazarım yine:
"Kadınlardan kendi mülkleriymiş gibi bahsediyorlar. Elbette bunların hiçbirinin feminizmle bir ilgisi yok. Gerçek feminizm yok."
Sunderland'da, politikacıların kadınların cinsel şiddet hakkındaki endişelerine kulak vermesi talebiyle Kadınlar ve Çocuklar İçin Adalet isimli bir örgüt sokağa çıktı. Olağanüstü bir şey değil: ancak kadın karşı - protestocuların açıkça ifade ettiği üzere, söylemleri ve aşırı sağ bağları endişe verici.
Tabii ki ırkçı veya faşist değiller. Evet, kadınları destekliyorlar. Ancak, etkin liderleri Sharon Binks'in şu vurgusuna dikkat edin: Bu bizim kadınlarımızın tecavüze uğramasıyla ilgili, bizim çocuklarımızın tecavüze uğramasıyla ilgili ve kurumlar buna karşı hiçbir şey yapmıyor.
Burada "bizim" ifadesi 'yerel' anlamına mı geliyor? Yoksa burada İtalya'daki, Polonya'daki kimlerin koruma hak ettiği hususunda seçici olan sağ söylemlerin bir yankısını mı duyuyoruz?
Tatsız bağlantılara gelince: Yetkililer, Rotherham'daki taraftar kazanma hadisesinde çuvalladılar.
Diğerleri, insan hakları dilini bir kenara bırakarak müdahil oldular. Kadınlar İçin Adalet Arkadaşları arasında Ukip'ten Gerard Batten ve Ukip'in "taraftar kazanma danışmanı" Tommy Robinson da bulunuyor.
Hizipçi ancak yine de güven veren bir anlatıyla avantaj elde ediyorlar. Anahtar mesajları "öteki korkusu" ve "yabancı tehlikesi" oluşturuyor. Yine de "güçlü kadınları" teşvik etmekten mutluluk duyuyorlar: İtalyan sağından bir poster kızı -kadına karşı şiddet nedeniyle- hemcinsi kadınlara (Lega) biber gazı hediye eden bir meclis üyesi.
“Endişeyi” de ekleyin. Bir İngiliz feminist fraksiyonu, trans tehdidine karşı uyarmayı kendisine görev edindi. BBC'de sadece iki hafta önce, bu grubun önde gelen bir üyesi, "transeksüel ideolojinin" bugün kadınların karşılaştığı en büyük tehdit olduğunu açıkladı.
Bu yüzden önyargılıyım. İngilitere'deki 10-15 bin civarındaki trans kadının haklarını savunmanın (onlara göre) nasıl cinsiyet kıyametine yol açacağı üzerine tam ikna olmadım. Öte yandan engellemeler, sertlik ve anlayışsız hükümetten oluşacak zehirli bir karışım bunu gerçekleştirebilir.
Bu gruptaki yeni bir bölünme, işin ne kadar yanlış gidebileceğini gösteriyor. Güç bela radikal feminist olan "Mumsnetters"ı bünyelerine kattılar. Sürpriz! Bunların çoğu, aşırı sağdaki Miras Vakfına destek verirken mutluydular. "Düşmanımın düşmanı dostumdur" şeklindeki eski özdeyişe dayanan insanlar tarafından hızlı bir çark etme belirtisi.
Ancak öte yandan, bu insanların çoğu halihazırda zaten trans haklarından seks işçiliğine ve taşıyıcı anneliğe kadar birçok konuda zaten sağa çok yakınlar. O yüzden belki şu deyiş daha uygun:
"Köpekle yatan pirelenir!"
Feminizm faşist değildir, ancak aşırı sağ, kadınların endişelerini dile getirme noktasında daha kabiliyetli hale geliyor. Akademinin fildişi kulelerinde veya haber yorumlarında mağlup edilemezler.
Faşistleri yenmek için, Polonya, İtalya ve kıtanın diğer yerlerindeki kadınlardan bir şeyler öğrenmeliyiz: Sokağa çıkmak. Marş! Gösteri yap! Ama aynı zamanda yerel projelerle de ilgilenmelisiniz: Medya balonunun dışındakilerle bağlantı kurun.
Kendi hanelerine, bu iş için önemli miktarda enerji sarf eden İngiliz feministler var. Fakat daha fazlasına ihtiyaç var.
Kapsayıcılık, hoşgörü ve kesişimselliği savunmak için kendi inanç sistemlerinize bakmanız hayati önem taşıyor çünkü kendi feminizminiz dışlayıcı bir biçimde başlıyor ve sizinle aynı fikirde olmayanların haklarını reddediyorsanız faşist olmayabilirsiniz, ama faşistlere zemin hazırlamak için çok şey yapıyorsunuz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
https://www.independent.co.uk/voices
Independent Türkçe için çeviren: Ayşe Yıldız
© The Independent