İran koronadan kaçarken isyana tutulabilir

Taha Kermani Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Koronavirüs ve dünyamıza bu açtığı yeni sayfa hakkında konuşulacak ve yazılacak çok şey var. Ancak şimdilik krizin ortasındayken ve can kayıplarının giderek arttığı ortamda gündem de bu esasta şekilleniyor.

Çin’de başlayan salgının Türkiye’ye gelme süreci gözden geçirecek olursak eğer, önce en yakınımız olan ülke İran’da görüldüğünün altını çizebiliriz.

Komşu İran’da virüsün gerçekten ne zamandan beri görüldüğü konusundaki şaibeler, iki ülke arasındaki günlük yoğun insan trafiği ve sık ilişkimizin ne kadar hayati bir etkene sahip olduğunu daha da öne çıkardı.

Salgına karşı ciddiyetsiz tavır ve geç kalınmış gevşek önlemler Ankara’ya sınırlarını kapatmaktan başka bir çare bırakmadı.

Kriz yönetiminde iyi bir karneye sahip olmayan İran, bu kez ciddi anlamda bir meşruiyet kriziyle de karşı karşıya kaldı.

Halk-devlet ilişkileri ve toplumun yönetime olan güven konusunda ciddi sıkıntılar yaşayan İran için korona, yağmurdan kaçarken doluya tutulmanın tam da temsili bir durum olmuştur. 

Bugün salgının tam bir evrensel hal alması dikkatleri komşudan uzaklaştırmış olabilir; ancak yakın geçmişi bile gözden geçirdiğimizde yakında koronavirüs değil de İran’da bir yeni kargaşaya şahit olup patlak veren siyasal/toplumsal krizi tartışıyor olabiliriz.


Virüsün ilk girişi ve duyurulması

İran, salgının ilk görüldüğü ve adeta koronavirüs üssü haline gelen Kum şehrini karantinaya almakta geç kaldıkça, komşular sınırlarını kapatmakta daha da hızlı davrandılar.

Ancak yine de bütün önlemlere rağmen İran neredeyse tüm bölgeye salgını yayan ilk ülke oldu.

Koronavirüs her yerde ilk şüpheli vaka ile duyulurken İran meseleyi Kum kentinde iki kişinin ölümüyle açığa çıkardı ve Dünya Sağlık Örgütü'ne de böyle bildirdi.

İran, kasım ayı sokak hareketleri, Kasım Süleymani’nin ölümü ve Ukrayna yolcu uçağının düşürülmesi gibi olayların henüz şokundayken 21 Şubat’ta parlamento seçimlerine girecekti.

Yönetim, yoğun katılımı direk rejim desteği olarak gösterip bu olay koronavirüs gibi bir salgının gölgesinde kalmayı göze almamayı tercih etti. 

İlk başta virüsün nasıl ülkeye bulaştığı konusunda ısrarla Kum’da dini eğitim gören yabancı öğrencilerle bir bağı olmadığı söylendi.

Ancak sonra Sağlık Bakan Yardımcısı Ali Rıza Reisi, koronanın ilk defa Çin'den gelen talebe ve işçiler tarafından ülkeye bulaştığını ifade etti. 

Zaten arası iyi olmayan halk ve devlet ilişkisi giderek daha da kötüye gitti ve kriz döneminin en gerekli unsuru güven ve ortak hareket daha başından beri sekteye uğramış oldu.

Bu süreç öyle bir hal aldı ki Ruhani’nin “Biz tıpkı Ukrayna uçağında olduğu gibi halkımıza dürüsttük” açıklaması toplumda güven artırmak yerine bir ironi olarak kabul görüldü.

İşte böylelikle meşhur İranlı Şair Sâib-i Tebrizî’nin söylediği “Mimar ilk kerpici eğri koyarsa, duvar gök kubbesine kadar eğri gider” sözü sürecin devamında da yerini buldu.


İlk treni kaçırdılar

Tüm dünyayı kasıp kavuran salgın, elbette toplumun aktif işbirliği olmaksızın kontrol edilemez. Ancak otoritenin ciddiyeti, sistemin işleyişi gibi konular da sürecin yürümesini sağlayan ve şekillendiren ana unsur olarak anılıyor.

İran yönetimindeki başarısızlık ise bugünlerde daha bariz bir şekilde açığa çıkmış oldu. Virüsün ilk kez görülüp oradan tüm ülkeye yayıldığı kabul edilen Kum kentinin karantinaya alınmaması hem içeride hem de dışarıda çokça eleştirildi.

Ancak İran’ın yaşadığı başka krizlere bakılırsa aslında herhangi bir tuhaf bir şeyin yaşanmadığını görebiliriz.

Kum’un karantinaya alınmaması özellikle Türkiye basınında daha çok mezhepsel hassasiyetlerden dolayı sunulsa da işin aslı biraz da karmaşık görünüyordu.

İşin prensip ve propaganda kısmını ele alacak olursak Kum şehrinin İran için özel öneme sahip olduğunun altını çizebiliriz.

Örneğin İran İslam Cumhuriyeti ve kısaca Politik Şii dünyasındaki Kum ekolu ve Necef'le olan rekabet ve hatta zaman zaman sürtüşmesinin dikkate alındığını görebiliriz.

İran İslam Cumhuriyetinin kalesi ve adeta simgesi olan Kum’da hem de ideolojisini yaymak istediği talebeler eliyle bu denli hastalığa bulaşmasının psikolojik ve prensip yükünün ne kadar ağır olacağının kriz yönetiminin şekillendirmesini görmek zor değil.

Ayrıca gecikmeli bile olsa alınan kararların bile daha radikaller tarafından protesto edilmesi de işi zorlaştıran bir başka husustu.

Israrla türbelerin açık tutulmasını isteyen ve haftalar sonra kapandığı zaman kapıları kırıp içeri giren kalabalık veya toplu ibadetlerin askıya alındığı zaman kararı caminin dışarısında cemaat oluşturup cuma namazı kılan örneklerden görmek olur.

Bunların yanı sıra özellikle karantina meselesinde bir de İran’ın organize ve yönetim gücünü de dikkate almak lazım.

Bir milyon 200 bin civarında nüfusu olan Kum’un karantinaya alınması için siyasi irade olsaydı bile İran yönetiminin öyle bir organize ve lojistik gücü pratikte mevcut değil.

Ayrıca halkın başta devlete olan güvensizliği ve ekonomik sıkıntıları yüzünden olası karantina kararına uymamasını ön görmek de çok zor görünmüyordu; nitekim bugün bile İran toplumunun bunca ölü ve vakaya rağmen yeterli bir iş birliği söylenemez.


İdeolojiye esir karar verme mekanizması

İran sistemine göre kağıt üzerinde yönetim erkinin başında Cumhurbaşkanı var. Ancak pratikte vazgeçilmeyecek derecede Devrim Lideri Ali Hamaney her yerde işlerin başında ve hiçbir iş onun ve onun emrinde olan kurumların iradesi dışında gerçekleşmiyor.  

Ayrıca bu mesele örneğin Türkiye basınının gizemli bir ad altında sunduğu “Gölge Devlet” “Paralel Devlet” veya “Derin Devlet” diye adlandırdıkları isimler altında yapılması da söz konusu değil ve gayet açık bir şekilde İran’ın değişmez yapısal tarzından ibarettir.

“Bu sistem nasıl buraya kadar geldi?” sorusunun cevabı da aslında bugün İran’ın içinde bulunduğu ağır durumdan ibarettir söylenebilir.

Çünkü özellikle doğal afet gibi krizlerde veya kısaca vatandaşın devlete ihtiyaç duyduğu zamanlar bulmak pek mümkün değil.

Bu durum tamamen imkansızlık ve yönetim beceriksizliği ile de açıklanamıyor ve temel öncelikler ve insana olan bakış da ciddi derecede önemlidir.

Yönetimin son derece meselelere ideolojik bakması her yerde ve her işte yol gösteren ana faktör olmuştur.

Örneğin Kum kentinin karantinaya alınmaması imkanların yetersizliğiyle açıklansa da türbelerin salgının başından beri en azından ziyarete kapatılmaması veya Suriye’de ölen milislerin sosyal mesafeyi dikkate almadan toplu cenaze törenlerinin ihtişamla halen düzenlenmesi motivasyonların ne derecede ideolojinin çemberinde kaldığını gösteriyor.

Karar verme mekanizmasının şaşkınlığına son krizde de bakacak olursak benzer sıkıntıları sıkça görebiliyoruz.

Örneğin ülkenin acil durumlarda kuruluş felsefesiyle en yetkin kurumu olan İran Kızılay’ının [İran İslam Cumhuriyeti Hilâl-i Ahmer Cemiyeti] önceki başkanı yolsuzluk suçundan görevden alınmıştı ve yeni başkan vekili de koronavirüs salgınının ülkede görüldüğünün resmi ilanından haftalar sonra atanmıştı.

Bir başka örnek şu ki yürütmenin başı Cumhurbaşkanı Ruhani’nin koronavirüs krizi için "İran Ulusal Kalkınma Fonu" kaynağından bir milyar dolar tahsis edilme talebinin Devrim Lideri Ali Hamaney’e sunulmasından yaklaşık iki hafta geçse de halen herhangi bir yanıt gelmiş değil.

Devrim Muhafızları’nın Kudüs Gücü için aynı kaynaktan para talebinin derhal onaylandığı ve birkaç ay önce deprem felaketi konusunda bütçe talebinin Hamaney tarafından onaylanmaması yönetimin önceliklerinin açık ve net bir şekilde gösterdiği örnekler olarak ele alınabilir.


Yağmurdan kaçarken doluya tutulabilirler

Özellikle koronavirüs krizinin evrensel bir hal alması bir anlamda Tahran’ı epey rahatlatmış gözüküyor.

İran toplumu her fırsatta ve gördüğü her eksiklikte yönetimi başka ülkelerle kıyaslıyor, aynı şekilde de yönetim olarak başkasından bir açık bulunca kendini temize çıkarmak adına sık sık kullanıyor.

Aynı düzen koronavirüs olayında da yoğun bir şekilde devam etmektedir. Örneğin Farsça basında virüsün Türkiye’de geç görülmesi hakkında çeşit çeşit komplo teorilerini görebilirdik.

Daha sonra da en resmi yayın organlarından bile Türkiye’deki vaka ve ölü sayısının doğru verilmediğini alenen iddia edip yöneticilerin yalan konuştuğunu ima eden haber ve yayına sık sık görebiliriz.

Bu durum Tahran için düşman sayılan ABD konusunda daha da abartılarak yoğun bir şekilde servis edildiğini görmek mümkün hatta bu durum öyle bir hal aldı ki İran basınında başka ülkelerin salgınla ilgili haberlerini ülke içinden daha ayrıntılı ve yoğun bir şekilde görebiliyoruz. 

Bu yoğun propaganda her ne kadar ciddi bir şekilde yürütülüyor olsa da sokaktaki gerçeği pek de değiştirmiyor.

İran’ın birkaç şehrinde cezaevlerinde koronavirüs salgınının yayılması gerekçesiyle isyanlar başlamış ve bu bilanço hızla yayılıyor ve hatta toplu firarlar da gerçekleşti.

Devlet memurları ve azınlık sermayedar kesim dışında halkın çoğunluğu adeta gün ekmeğini bulmakta bile zorlanıyor ve koronadan mütevellit ekonomik kriz bardağı taşıran son damla olabilir.

Şimdi salgını önlemek için kuralların daha katılaştırılma kaçınılmazlığı hesaba katılırsa yönetimin halkın ters tepkisinden taşıdığı endişenin ne kadar yerli olduğu anlaşılıyor.

Bir taraftan giderek büyüyen bir vaka dalgası ve yıpranmış sağlık kadrosu ve imkanları diğer taraftan her an patlamaya hazır sıkışmış halk meselenin aslında virüsten çok daha büyük olduğunu hatırlatıyor.

İşte şimdi yapboz parçaları yan yana getirildiği zaman İran’ın korona yağmurundan kaçarken yeni bir isyan dolusuna denk gelebilmesi güçlü bir olasılık olarak karşımızda duruyor!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU