Bugünün dünyasında Müslümanlar, imanın hukuk, siyaset, devlet, üretim ve tüketimle nasıl bir ilişkisi olduğunu ortaya koymalıdırlar.
Ancak bu sayede iman ile hukuk, siyaset ve devlet arasında makul ve kabul edilebilir bir ilişki kurabilirler.
Bu sosyal tasnif, içinde bulunulan biyolojik bir kriz olan virüs hastalığına karşı geliştirecekleri önlemlerde de kendini gösterecektir.
İslam dünyasının içinde bulunduğu sosyal krizler, biyolojik kriz olan virüs ile de kendini göstermektedir.
Bireysel hayatlarda sosyal ilişkilerde kendini gösteren davranışlar, hastalık döneminde de hakeza kendini yansıtıyor.
Mısır ve Tunus’ta ki dini otoritelerin Çin’de çıkan hastalıkla ilgili durumu Doğu Türkistan ile ilişkin politikalara bağlı ele alması, imanın nasıl elde edildiği ile ilgili ayrı bir sorun olarak durmaktadır.
Bu durumda Mısır ve Tunus’a Enfal katliamının sorumlularının da hakeza ne zaman cezalandırılacağına dair soruların yöneltilmesi gerekmektedir.
Kim bilir belki de Allah, Ortadoğu’nun belasını Mısır, Tunus ve benzeri ulus devletlerle vermiştir.
Böylesi yorumlar, entelektüel ve aydın simasına çok uzak yaklaşımlardır. Bu yorumların altında yatan en önemli unsur bilgi-güç dengesinin İslam dünyası ve coğrafyasında pek de kayda değer olmayan ellerde olmasına yorulabilir.
Ya da yüzyıllardır İslam coğrafyasında olan olayları yorumlayamama kapasitelerini de ortaya koymaktadır.
Devletler, kendilerine risk oluşturmayacak durumlara acır, yardım eder, yorumlar ve savaşırlar. Fakat kendilerine dokunacak hiçbir olay kabul etmez ve görmezden gelirler.
Yeni bir ürün ortaya konduğunda bunun beraberinde getireceği riskler ve ekstrem dahi olsa bunun doğuracağı sonuçlara göre ürün çoğu zaman sürekli dizayn edilir.
Bu risklerin tartışılması, çözüm üretilmesi vakit ve çaba isteyen bir durumu gerektirmektedir. İslam toplumları bu gibi cabalara girişmektense işi Allah’a bırakır.
Bir kıssa vardır, derler ki;
Adamın biri denizde boğulmak üzereyken yaratana yalvarır kendisini kurtarmak için.
Gemi gelir, adam gönderir "Ben Allah’ı bekliyorum, o gelecek beni kurtaracak" diye.
Gel zaman git zaman adamı kurtarmak için pek çok imkan olur, fakat adam hepsini reddeder, çünkü kendince Allah’ı bekler.
Bakıldığında doğal seleksiyon olup fakat bayağı intihar olan bu durum son bulur ve adam ölür.
Yaratıcının huzuruna çıkar, "Neden beni kurtarmadın, seni bekledim" der yaratıcıya.
Yaratıcı der ki; "Gemi geldi, kayık geldi ve daha bir suru imkan geldi, onlar bendim; seni kurtarmak için geldim, ama sen gelmedin" der.
Uzun zamanlar önce modernizasyonun en tepeye ulaşmadığı dönemlerde toplumlar peyderpey gelişir ve peyderpey de çökermiş.
Globalleşmenin ne kadar mükemmel olmadığına dair bir işarettir aynı zamanda bu kriz. Hızlı yaşayan toplumların, aynı hızla çökmesidir bu olay.
Dışlayıcı politikaların ve ideolojilerin, tarihimizdeki aşağılık bir dönemi anımsatarak tüm dünyada artmaya başladığı bu tarihi noktada, bir virüs gelir ve bizi dışlanan, tecrit edilen, sınırlarda bloke edilen ve hastalık taşıyan yapar.
Ekonomik yahut birinci sınıf fark etmeksizin etkisi altına alır bizi.
Saîdê Kurdî’nin dikkat çektiği gibi;
İ’lem ey mağrur, mütekebbir, mütemerrid nefis! Sen öyle bir zâfiyet, acz, fakirlik, miskinlik gibi hallere mahalsin ki, ciğerine yapışan ve çok defa büyülttükten sonra ancak görülebilen bir mikroba mukavemet edemezsin; seni yere serer, öldürür.
Sadece üretim ve tüketim arasında gidip gelen insan!
Her şeyin sarsılmasıyla ve bozulmasıyla birçok şeyi fark eder insan.
Bu insan Enfal ve Halepçe katliamını fark etmemişti.
F.Morellı’nin dediği gibi;
Belli olmayan bir amaçların ardına düşerken birden aniden 'DUR' karşımıza çıkar. Evde, günlerce, dururuz. Karşılık ya da para ile ölçmeye alıştığımız, gerçek değerini hatırlamadığımız ‘zaman’ ile hesaplaşmamız başlar. Hala onunla neler yapabileceğimizi hatırlıyor muyuz?
Zihni bilinçten habersiz bırakılmış, danışıklı dövüş içinde yuvarlanan insan!
Herkes kendi kabuğuna öyle bir gömülüyor ki, toplumun genel yazgısından ve toplumun varlığından bütünüyle gafil kalıyor.
Bu tipler Eflatun’un mağarasındaki tipler gibidir; biri boynuzuna, diğeri toynağına, öteki kuyruğuna dokunduğu halde kimse hayvanın tümünü anlayamıyor.
Hayat, bu nokta da ilginç bir merhaleye varır ve profesyonelleştikçe, uzmanlaştıkça herkesin toplumun genelinden kopuk olarak çok küçük bir çerçeve içine dalmasına neden olur.
Dolayısıyla kimse toplumun kaderini bir bütün olarak algılamaz. Ve böylece toplumsal bilinç kaybolur. Kendisini bütün halinde bir insan olarak kavrayamaz.
Böylesi küresel ölçekteki hastalıklar bize her neye sahip olursanız olun, bu doğru bir şeyde olsa, mutlak anlamda ferdi ve sosyal bilinci onun içinde koymak suretiyle doğruya ulaşabileceğinizi öğretmektedir.
Bireyin evde kalması bile onun ne kadar sosyal bir varlık olduğunu gösteren önemli bir unsur olmaktadır.
Hastalık -virüs- insanın sosyal bütünlüğü gösterdiği gibi onun nasıl tamir edebileceğimizi de göstermektedir.
Saîdê Kurdî'ye göre günümüz insanı imanın nasıl elde edildiği bilmiyor. İnancı var; ama bunu nasıl elde edebileceğine dair bir bilinci yok (maalesef bunu Nurcular da fark etmiyor).
Bu nedenle Saîdê Kurdî, “İnkâr etmemek başka, iman etmek bütün bütün başka” diyerek önemli bir noktaya parmak basıyor.
İman dersi denilen tecrübe, hastalık, ölüm, musibet hakikatlerde kendisini daha da bir aşikar kılar.
Hastalık biyolojik bir sorun olsa da çözümü de yine biyolojik yolla çözülse de böylesi zamanlarda sorun ‘Saatin çalışması, sadece zamanın göstermek için değildir’ durumuna tekabül eder.
'İlim, ilim içindir; sanat, sanat içindir' gibi kanıya düşmemek gerekir.
Nasıl ki saatin saniyelerini sayan dairesi, dakikayı ve saati ve günleri sayan daireleri zahiren birbirine benzer, fakat süratte birbirine muhaliftir.
Öyle de, insandaki cisim, nefis, kalb, ruh daireleri öyle farklı farklıdır. Mesela, cismin bekası, hayatı, vücudu, bulunduğu bir gün, belki bir saat olduğu ve mazi ve müstakbeli yokluk üzerine ve ölü sayılabileceği ama kalbin hazır günden çok gün evvel, çok gün sonraki zamana kadar daire-i vücudu ve hayatı geniştir.
Ruhun hazır günden seneler evvel ve seneler sonraki bir daire-i azîme, daire-i hayatına ve vücuduna dahildir.
Veya saatin saniye, dakika ve saat ve günleri sayan çarklarına benzeyen gün ve sene ve ömrü beşer ve deveran-ı dünya, birbirine mukaddeme olarak döner, işler.
Geceden sonra sabahı, kıştan sonra baharı işledikleri gibi, mevtten sonra kıyamet dahi o destgahtan çıkacağını haber veriyorlar.
Evet, insanın her ferdi birer nev' gibidir. Zira nur-u fikir onun âmâline öyle bir vüsat vermiş ki, bütün ezmanı (zamanları, vakitleri) yutsa tok olmaz.
Sair envâın efratlarının mahiyeti, kıymeti, nazarı, kemâli, lezzeti, elemi ise, cüz'î ve şahsî ve mahdut ve mahsur ve ânîdir.
Beşerin ise, ulvî, küllî, sermedîdir. Yevm ve senede olan çok nevilerde olan birer nevi kıyamet-i mükerrere-i nev'iyeyle insanda bir kıyamet-i şahsiye-i umumiyeye remz ve işaret, belki şehadet eder.
İnsan böyle bir külli mahiyeter sahipken “para-mal-para” formülü etrafında dönen düzenin bir parçası haline gelebiliyor da (formül mal-para-mal olmalıdır).
İşte hastalık bir anda 'DUR' demektir, insanın cevherine emanet bırakılmış potansiyel olarak var olan istidad ve kabiliyetlere dikkat çeker.
Saîdê Kurdî’nin verdiği örnekler üzerinden bir değerlendirme yapmak istersek;
‘İlim, ilim içindir; sanat, sanat içindir’, sözü üzerinden insanı, toplumsal ve insani bilinçten mahrum ederek soyut olarak bir bilinçten sapmaya neden olabiliyor (bu tartışmaya şimdilik girmiyorum).
Virüs bize bir başka mesaj daha vermektedir. Maddi iktidar.
Bu da bir başka bir musibettir. Maddi güç, ekonomik, teknoloji veya bedensel güç.
Servet sahibi olunduğunda bu servet ve para büyük imkanlar sağlıyor. Bu gücü insan kendi başına elde ettiğini sanıyor.
Bu insanın kendisinden uzaklaşmasıdır. Çünkü parayı kendi yerine koymuş, kendini tanımamış, kendisine güç ve kudret veren mevki, makamı kendi yerine koymuştur.
Kendisine nispet etmiş yani bilincini kaybetmiş demektir. Mesela güçlü olan neyse -bu beden, teknikte olabilir- bu insani gücün yerine koyulmuş olur.
Sonra bu insani güce aitmiş sayılmaya başlanır. Güç veya kudret, insani değerlere darbe vurmuştur.
Hatta "Sağlam akıl, sağlam vücutta bulunur" demişler, ama ne kadar iri olursan ol, inekten daha iri olamadığın gibi gözle görünmeyen bir mikroba yenilebiliyorsun.
Edna bir kederle ve küçük bir gamla başı dönüp sersemleşen ve küçük bir mikroba mağlûp olan bu küçük insan!
Hastalık küresel bir krize dönüşmesi, bize İnsanın bir başka insanı karşı olan sorumluluklarını açık bir şekilde göstermiştir.
Baba ve anne için ise çocukları büyütmeye dikkat çekmiştir. Baba ve annenin okula devrettiği çocuğunu öyle bir an geldi ki okulu da kapattırdı. "Sen ilgilen demiştir" virüs.
Anne ve babayı, çocuklarıyla, ailesiyle birlikte olmaya zorlamıştır. "Aile ol, meyveye dur."
Hayatı öyle yanılsamalarla dolmuş ki, bir virüs gelir, anne ve babalar çocuklarını, sevdiklerini öpemez hale getirir.
Virüs öyle ilginç bir noktaya vardı ki Kabe… Allah’ın evinden kovulmanıza neden olmuştur.
Saîdê Kurdî, İslam’ın esasları ile ilgili gördüğü bir rüyasını naklederken konu Hac’a gelince ilginç bir noktadan konuya dikkat çeker.
Başlık için şu notu düşer:
Rüya hacda sükût etti.
Neden bu sükût?
Kendisinden dinleyelim:
Rüyanın Zeyli
Rû'ya hacda sükût etti. Çünkü haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, ğadab ve kahrı celbetti. Cezası da keffaretü'z-zünub değil kessaretü'z-zünub oldu. Haccın bahusus taarüfle tevhid-i efkârı, teavünle teşrik-i mesaiyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve maslahat-ı vasia-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İşlamı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti.
İşte Hint, düşman zannederek, hâlbuki pederini öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor. İşte Tatar, Kafkas, öldürülmesine yardım ettiği şahıs, biçare valideleri olduğunu; "Ba'de Harabi'l-Basra" anlıyor. Ayakucunda ağlıyorlar. İşte Arap, yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp, hayretinden ağlamayı da bilmiyor. İşte Afrika, biraderini tanımayarak öldürdü, şimdi vaveyla ediyor. İşte âlem-i İslâm, bayraktar oğlunu gafletle bilmeyerek öldürmesine yardım etti, valide gibi saçlarını çekip âh u fîzâr ediyor. Milyonlarla ehl-i İslâm, hayr-ı mahz olan sefer-i hacca şedd-i rahl etmek yerine, şerr-i mahz olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahatler ettirildi.(Sunuhat)
Evet, Hac, günahlara kefaret değil, günahların çoğalmasına neden olmuştur.
Saîdê Kurdî’ye göre Hac, Kürtlerin hatırlanmadığı bir durum olduğu gibi mazlumlar da hatırlanmamıştı.
Bu nedenle Hindistan’dan Afrika’ya, Asya’dan Arap yarımadasına kadar geniş bir İslam coğrafyasında olan jenosit ve katliamlar hazm edilemezdi.
Saîdê Kurdî içeriden bir eleştiri yaparken, Mısır ve Tunus dini otoritesi suçu başkasına atma kolaylığına en nihayetinde 'kader'e dayandırma kolaylığını seçmişti.
Kritik moment, kimi tenzih edeceğinizle ilgilidir. Türkiye'de bu tarz yorumlar yapılmaktadır.
Kendilerini temize çıkarmak en ekonomik yol olarak seçilmektedir.
Hele Risale-i Nur adına bu tarz yorumlar ise tam imandan hissesi olmadıklarına delildir.
Bence virüsün söylediği şeylerden en önemlisi imanın ne olmadığı anlamında bana epey yardımcı olmuştur.
İslam dünyasında çeşitli maddi ve manevi hastalıklar boğaza kadar dayanmış, insan karmaşık psikolojik süreçlerinin kimler için sahte tanrılar yarattığını açıkça gün yüzüne çıkarmıştır.
Virüs bize açık bir mesaj vermiştir. Neye ait olduğun sorusuna cevap vermektedir.
Kibir ve gururları onları nihayet derecede ahmaklaştırmış ki, bir sineğe, bir mikroba karşı mağlûp bir âciz-i mutlakı, başka şeyleri kadîr-i mutlak zannettiklerinden bu derece akıldan, insaniyetten sukut etmişler.
Bu olay, insani ve toplumsal bilinçte paylaşılan sorumlulukların, atılan adımların sadece kendi geleceğinin ve kaderinin etrafında değil, insanın külliyeti/camiyeti her şey ile alakalı olduğuna dair derin bir mesaj içermektedir.
Saîdê Kurdî ve Jung’un dikkat çektiği gibi, minareden yükselen sela veya kilisede duyulan çan sesinde “birisi öldü” değildir, kendinden bir parça öldü anlamındadır.
Arının dimağını, mikrobun gözünü tanzim eden Zât, senin ef'âl ve a'mâlini mühmel, başıboş, hesapsız, kitapsız bırakır mı?
Ey arkadaş!
Misal olarak o küçük hurdebinî hayvancığın, yani mikrobun büyük fabrikasındaki nizam ve intizamı aklın ile gördüğün takdirde başını kaldır, kainata bak.
Emin ol ki, kainatın vuzuh ve zuhuru nispetinde, o yüksek nizamı, kainatın sahifelerinde pek zahir ve okunaklı bir şekilde görüp okuyacaksın.
Risale-i Nur bağlamında, İman’ın siyaset ve devlet ile olan ilişkisini, -hastalık üzerinden- farklı açı ve bağlamlardan değerlendirmeye devam edeceğim.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish