Ülkede toplumsal ayrışmalar ve düşmanlık ölçütüne varma potansiyeli taşıyan gerginlikler, artan ölçüde derinleşen sosyal, siyasal, ekonomik krizler tablosuna tanıklık ederken, koronavirüs salgını ile karşı karşıya kaldık.
Koronavirüs bizim gibi ayırım yapmıyor, aksine bütün ayırımları yok ediyor.
Kürt-Türk, zengin-fakir, kadın-erkek, genç-yaşlı, suçlu-masum demeden hepimizi yok ediyor.
Türkiye toplumunun, toplum olarak yaşamı tehlike altında.
Türkiye, gerçek bir beka sorununu şimdi yaşıyor.
Yaşamak ve yaşatmak için birleşmek zorundayız.
Yaşama paydasında birleşmek, bütün ‘ayrı gayrı’ları ertelemek zorundayız.
Bizi toplum içinde ayıran sorunları çözmek için dahi olsa, böyle davranmak zorundayız.
Koronavirüs, kısa dönemde tehlike olmaktan çıkmayacak gibi…
Aksine kısa dönemde yaygınlaşma eğilimi gösteriyor.
Koronavirüsten korunmanın şimdilik önerilen temel yolu, salgından korunmak için temizlik önlemlerini uygulamak ve kendini toplumsal ilişkilerden yalıtma oluyor.
Türkiye’de 250 binin üzerinde tutuklu ve hükümlü, dolum kapasitesini aşan asgari temizlik ve kendini yaşadığın topluluktan yalıtılma koşulları olmayan bir ortamda toplu olarak yaşamlarını kaybetme tehdidiyle karşı karşıya.
Cumhur iktidarı ne kadar durumun ciddiyetine uygun davranıyor pek emin değiliz, ancak cezaevleri ile ilgili infaz yasası üzerinde çalışıldığını kamuoyuna açıkladı.
Ancak koronavirüs tehlikesi altında dahi ayrıştırma gibi ciddi bir sorun var…
Açıklandığı kadarı ile adli suçların bir kısmı ile “terör suçları” ayrımına gidiliyor; “terör” suçları başlığı altında, siyasi tutuklu ve hükümlüleri cezaevinde tutacak bir infaz yasası hazırlanıyor.
Devletin kendine karşı “suç” işleyeni cezaevinde tutması, yurttaşa karşı “suç” işleyeni salıvermesi başlı başına bir garabet zaten.
Toplumun varlık yokluk günlerini yaşadığı bu zor günlerde dahi toplumsal ayrıştırmayı güncelleştirmenin bir manası var mı?
Üstelik toplumsal afetleri toplumu birleştirmenin harcı yapma fırsatı doğmuşken…
Koromavirüs, dünya toplumları içinde hayatiyet meselesi. Üstelik dünya ile dayanışma imkanı doğmuşken.
Mahkumların hayatından ve sağlığından devlet sorumludur
Birleşmiş Milletler, Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (Madde 12) mahkumlar arasında herhangi bir ayırım yapmadan, mahkum hakları için şunları öngörüyor:
Herkesin en yüksek düzeyde beden ve ruh sağlığına sahip olma hakkı
Bütün insanların sahip olduğu bu temel haklar dışında, mahkumlar özel konumlarından dolayı ek hükümler tarafından korunurlar.
Devlet insanların özgürlüğünü ellerinden aldığı zaman kendilerini sağlıklı koşullar altında alıkoymak ve alıkonuldukları koşullardan dolayı hastalanacak olurlarsa bakımlarını gerçekleştirmek yükümlülüğünü de üstüne alır.
Sağlığının iyi olması herkes için önemlidir. Sağlık durumu bir insanın nasıl davrandığını ve toplumun bir üyesi olarak yaşayabilme gücünü etkiler.
Cezaevi gibi kapalı bir toplumda sağlık özellikle önemlidir. Cezaevinde olmak mahkumların hem beden, hem de ruh sağlığını etkileyebilir.
Dolayısıyla, cezaevi yönetimi yalnız mahkumlara bir sağlık hizmeti sunmaktan değil, hem mahkumların hem de personelin sağlığını koruyacak koşullar sağlamaktan da sorumludur.
Bir mahkûm cezaevinden tahliye edildiğinde cezaevine girdiğinde olduğundan kötü durumda olmamalıdır. Bu, cezaevi hayatının bütün boyutları açısından, ama özellikle de sağlık açısından geçerlidir.
Mahkumların sağlık ve yaşam hakları ile ilgili ulus üstü mahkeme kararlarında ayırım yapılmadan benzeri öngörülerde bulunuluyor.
Anayasa’da ayırımsız benzeri öngörüde bulunuyor.
İşte Anayasa'nın 10'uncu maddesi:
Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
…
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.
Sonuç olarak,
Kanun önünde herkes eşittir. Adli tutuklu, siyasi tutuklu ayırımı nesnel hukuki/kanuni yaklaşım değildir; siyasi bir yaklaşımdır.
Devletin kendi “suçlusunu” cezaevinde tutması, yurttaşın “suçlusunu” salıvermesi hukuki değildir; ayırımcılıktır.
Bir mahkûm cezaevinden tahliye edildiğinde cezaevine girdiğinde olduğundan kötü durumda olmamalıdır.
Toplum yoruldu. Rahatlamayı ve normalleşmeyi bekliyor…
Afetlere karşı mücadelenin başarısı, an itibarıyla beyaz bir sayfa açma siyasi iradesiyle, toplumsal afetleri toplumu birleştirmenin, rahatlatmanın, normalleştirmenin harcı yapma fırsatını değerlendirmeye bağlıdır.
Toplumsal ayrıştırmayı güncelleştirmek mahşeri vicdanı zorlar…
Adil ve rasyonel bir çözüm gerekiyor.
Hangi tutuklu ve mahkum grubunun salıverilip salıverilmeyeceği gibi bir ayrıştırma yolunu tercih etmek gerçek bir adaletsizliktir, hukuksuzluktur.
Tutukluların tutuksuz yargılanması, hükümlülerin mahkumiyetlerinin ertelenmesi biçimindeki çözüm dahi günümüz koşullarında irrasyoneldir.
Adil ve rasyonel çözüm: Genel Af’tır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish