Kürtlerin ilk çağlardaki dini hayatları ve adetleri son derece karanlık ve bilinmemektedir.
Ancak bugün ortaya çıkarılan tarihi eserlerden ve belirtilerden anlaşıldığı kadarıyla Kürtler, ışığı “ahura” dost biliyor, karanlıktan rahatsız oluyorlardı.
Çünkü "ahur" veya "ahir" ateş demektir. Ahura ise ateş anlamına gelen "ahur" ile gelen, gelmiş olan anlamına gelen “Aa” kelimelerinden türemiştir ve "ateşten gelen gerçek" anlamını ifade etmektedir.
Tıpkı Khuda=Khod+Aa (Xuda) kelimesi gibi. Bu da Khod (kendi=öz) kelimesiyle “Aa” (Xuda) kelimesinin birleşiminden ibarettir ve “kendi gelen”, “kendiliğinden gelen” “kendisinden olan” anlamını ifade eder.
Ateşten gelen, bu gelişten maksat, aydınlıktır. Kur’andaki karşılığı ise, “O doğurmamıştır, doğrulmamıştır.” Bu aydınlığa da Şid, daha sonra Şid-i Şidan demişlerdir.
Arapçası (Nur-ul Enwar) “Işıklar ışığı”dır. Bunu da alemlerin Rabbi kabul etmişlerdir. Kur'andaki karşılığı ise “Allah göklerin ve yerin nurudur.”
Saîdê Kurdî, 'ateş’i; “ilim ve hikmet” arşı olarak detaylandırır. Hava, toprak, su ve ateş olan dört unsuru izah eder ve şöyle der:
Zât-ı Zülcelâl olan Sahib-i Arş-ı Âzamın, mânevî bir merkez-i âlem ve kalb ve kıble-i kâinat hükmünde olan küre-i arzdaki mahlûkatın tedbirine medar dört arş-ı İlâhîsi var: Biri, hıfz ve hayat arşıdır ki, topraktır. İsm-i Hafîzin ve Muhyînin mazharıdır. İkinci arş, fazl ve rahmet arşıdır ki, su unsurudur. Üçüncüsü, ilim ve hikmet arşıdır ki, unsur-u nurdur. “Ateş” Dördüncüsü, emir ve irâdenin arşıdır ki, unsur-u havadır.
(Yirmi Sekizinci Lem’a)
Daha önce “Kürt Medeniyetinden Çağdaş Amerikan Medeniyete” ve “Sular İçindeki Ateş-Zerdüşt” makalelerimizde konu edindiğimiz gibi; söz konusu olan ‘Ateşe tapma’ semboliktir.
Burada ateş, “bilgiyi” temsil eder. Âdem Kıssası Talim-i Esma, unvan-i ilimdir.
Prometheus’un çaldığı ‘ateş’de bilgiyi temsil eder. Prometheus Hikayesi, Âdem kıssasının bozulmuş halidir.
Zerdüştiliğe nispet edilen Mecusilikteki anlamı ise bu kıssalarda kast edilen ‘bilgidir’.
Zerdüştilikten önce veya sonra ateşi kutsayıp onda ‘ilahî bir öz’ gören ari toplulukları kast edilmiştir.
Bu ari toplulukları, ateş unsuruna diğer tüm unsurlara üstün gelen yüce bir değer biçmişlerdir. Hakeza Kürt kültür ve edebiyatında da ateş birçok konuya simge olmuştur.
Bu “ateş” veya “nur” unsuru bütün dinlerde söz konusudur. Güneş ve yıldızlar, nur unsuruyla başlayarak kutsallaşıyor.
Tapma burada başlıyor, nur burada kutsallaştırılmış oluyor. Farklı dinlerde de 'nur’a tapma ilahi bir sembol olarak meydana geliyor.
Zerdüştlükteki nur, Roma'da güneşe tapmaya dönüşüyor. Roma’da mitraizm olan “güneşe tapma” eylemi, Zerdüşt’teki meşalenin Yunan meşalesine devri, ateşe yönelim, Roma da ateşin ebedi bir alev olarak adlandırılması vb. gibi gelenekler/inanışlar, dinlerin bireysel olarak ateşe gösterdikleri önemi nitelemektedir.
Roma’nın mabetlerine bakınca hemen her yerde güneşe tapan insanların yansımalarını görmek mümkün.
Hristiyanlık anlam kaybına uğrayan bu ateş ile mücadele etmiştir. Zerdüşteki Esma-i İlahiye ise, Yunanlılarda çok tanrılığa eviriliyor.
Semavi kitapların söylediği, Âdem kıssasının bozulmuş halidir. Tek bir fark söz konusudur, Yunan mitolojisinde şeytan, Allah’ın düşmanı iken, bizde bu söz konusu değildir.
Kürtlerde, ‘Şeytan, kötülük ve ser’ mevhumları, iyilikten ayrı değillerdir. Bilakis, ışığın, karanlığı içinde barındırması gibi kötülük iyiliğin bir mertebesidir.
Zerdüşt’ün tevhit iddiası da buradan gelir.
Yavaş yavaş bu ışığa güç ve kudret niteliklerini de yakıştırmış ve "Ahuramazd" demişler. Yani "güçlü Rab".
Çünkü "Mazd, güçlü ve zorlu" anlamına gelir. Hala Hürmüzd veya Hürmüz diye nitelendirilmektedir.
Mest kelimesinin de mazd kelimesinden türeme/bozma olma ihtimali vardır. Kısacası Kürtler, ‘kutsal gerçeğin/ışığın mazharı’ olan ateşi kutsal bilmiş ve onu dost kabul etmişlerdir.
"Ateş” bilgidir ve bilgiye tapmanın Kur’an’daki karşılığı, “Âdem’e bütün isimlerin öğretilmesidir.”
Nitekim Herodot şöyle der:
Muğlar, altı Mad (Med) kabilesinden birini oluşturuyorlardı ve ateşperestliği Kürtlere aktarmışlardı. Aynı şekilde güneş için de 'Hur, Hurhoş, Hor ve Hurşid' isimlerini kullanmaları da bu yüzdendir. Çünkü güneş ışığın, aydınlığın gerçek mazharıdır. Ve bu yüzden de güneşi kutsal bilmiş, ona tapmışlardır. Bu bakımdan Kürtlere Hurşid perest ‘güneşe taparlar’ olarak da isimlendirmişlerdir. 'Ehur' kelimesi maşuk, sevgili anlamına gelir. Ehura da âşık, seven demektir. Bu kelimelerin ikisi de ateş anlamına gelen 'Ahura’dan' türemişlerdir. Zaten şairlerin teşbih ve istiarelerinde aşk cana düşen bir ateş olarak tasvir edilir.
Bilahare Kürtler, belki de Parslar da bugünkü topraklara vardıkları zamanlardan itibaren ilah, ateş, güneş, ay, yıldızlar, su, rüzgâr, tabiat ile yoğun bir ilişki içinde olmuşlardır.
Muhammed Merduxi Kurdistani şöyle ilginç bir bilgi aktarır:
Bir rivayete göre Ateşi Pişdadi kralı Cemşid'in Newroz gecesi ateş yakıp oynama geleneğini icat etmiş olması muhtemeldir.
Kürt toplumu, İran’ın yükselmesinde ve İslam mimarisinin ilerletilmesinde önemli bir köşe taşı olmuştur.
Kürt lider ve bilginleri, bilim ve teknolojinin yayılmasında, İslam dininin tabana ulaşmasında, İran Devleti’nin güç ve nüfuzunun genişletilmesinde övülmeye değer bir geçmişe sahiptirler.
Kürt toplumu, Abbasi Devleti’nin kuruluşu esnasında, İslam’ın Bağdat ve İran’da önemli bir güç kazanmasında etkin bir rol oynamıştır.
Abbasi Devleti’nin kurucusu olan büyük komutan Ebu Müslim-i Horasani, Horasan Kürtlerinden bir yiğit olup, hicri ikinci yüzyılın ortalarında Merv şehrinde ortaya çıkmıştır.
Onun ölüm fermanını çıkaran da Abbasi ikinci halifesi Ebu Cafer-i Mansur’dur.
Mansur’un Habeşli kölesi olan Ebu Dilame, Ebu Müslim’in öldürülüşü esnasında şu beyitleri söylemiştir:
Ey suçluların babası!
Kul, verilmiş nimeti tepmedikçe, Allah da verdiği nimeti geri almaz.
Mansur’un yönetiminde mi ihanete yeltendin; oysa ecdadın olan Kürtler, zaten ihanetin erbabıydılar.
Ey kötülüklerin babası!
Hani beni ölümle korkuturdun, işte sarı aslan aynı tehditle sana döndü.
Abbasi Devleti’nin kuruluşu, İran ve Kürdistan coğrafyasındaki yaşam tarzında köklü değişiklikler meydana getirdi.
Bu durum İran ve Kürdistan’ı yaşadığı tıkanıklıktan kurtardı. Kürtler ve Farslar kaybettikleri güç ve iktidarları tekrar elde ettiler.
Zap Nehri’nin kıyılarında Kadisiye ve Nihavend yenilgilerinin intikamını aldılar. İngiliz William Moore ve ünlü tarihçi Dozie, İran’ın Abbasi halifeleri döneminde kaybettikleri güç ve itibarlarını tekrar kazandıklarını; bu alandaki stratejik makam ve mevkileri ele geçirdiklerini Nevruz Bayramı'nı bu dönemde tekrar yürürlüğe koyduklarını yazarlar (Kürtlerin dini inançlarını ve ateş unsurunu sonra ele alacağız).
Newroz bilinci temsil eder
Halepçe’nin ardından Newroz konusunda yeni söz söylemek güçtür. Şairimizin dediği gibi,"Newroz Halepçe’nin kucağında şehit düştü". Bu çaresiz olma yükü çok ağırdır.
Newroz milli bir bayramdır. Milli bayramın ne olduğunu herkes bilir. Her yıl da ona ilişkin yeni sözler söylenir.
Çok söylenmiş çok da işitilmiş, öyleyse yinelemenin gereği yoktur. Bilim ve yazım acısından yineleme bıktırıcıdır, gereksizdir, oysa duygu, tekrarı yinelenmeyi sever.
Allah kâinatı ve tabiatı bir öncekini ya aynısı veya daha güzeli ile yeniler, ulus ve milli bilinçte yenilenerek güç bulur. Gelenek böyle bir şeydir işte.
Newroz, içinde tabiat, duygu, ulus, üç unsurun birden etkin olduğu dirilişi ve özgürlüğü içinde barındıran güzel bir yinelenmedir.
Kâinatta hiçbir şey sabit değildir. Haşir, Newroz’da daha bir belirgindir;
Hiçbir şeyi sabitlemeyin, buna kendinizde dâhilsiniz.
Newroz’un çağlardır bütün dünya bayramlarına karşı üstünlüğünü koruması, yapay bir toplumsal sözleşme ya da dayatılan bir bayram olmayışındandır.
Yerin, göğün, çiçek açmaların coşkusu ile dirilmenin heyecan günüdür. Her başlangıcın coşkusuyla dolup taşmaktadır.
Saîdê Kurdî de Newroz günü kırlarda dolaşmayı bir prensip kültür olarak adet edinmiştir.
Newroz, sadece dinlenmek, durulmak, eğlenmek için bir fırsat değildir. Kürt milletinin zorunlu gereksinimidir ve hayati besinidir.
Değişme, gelişme, çözülme, yok olma, dökülme temeli üzerine kurulmuş bu siyasi yapılar içinde değişmez olan, kesinlikle değişmeyen, sürekli ayakta tutan ve bir ulusun ve bir toplumun her şeyinin üstünden geçerek, her dayanağı yıkan acımasız güçlere ve yok olmaya karşı koyabilecek şey ne olabilir?
Hiçbir millet, bir-iki kuşakla biçimlenmez, millet birbirini izleyen birden çok kuşakların oluşturduğu bağların topluluğudur.
Ancak zaman ve acımasız yapılar, kuşaklar arası bağı keser (Ali Şeriati).
Kürt milletinin ruhunu meydana getirmiş olan geçmişlerimiz ile aramızda ürkütücü bir tarihsel dere açılmış; boş bir tarih!
Çağın celladıdır ‘köksüzleştirilme’. Newroz, o cellada görünmeden bizi bu çağın tarih deresinden geçirerek geçmişimizle ve geçmiştekilerimizle tanıştıran, bize o gelenek ile milli bilinç kazandıran etkendir.
Bu geleneklerin kutsal yüzünde, biz kendi asrımızda onların varlığını yanı başımızda kendi kendimize duyumsayarak ancak onların içinde kendimizi görürüz.
Newroz Bayramı da geleneklerin en dayanaklılarından, en güzellerinden biri oluyor. İlkelliğin asaletini bu olsa gerek!
Newroz kutlamaları yaptığımızda tarihimizde ki kutlanan bütün Newrozlar orda hazır bulunur.
Böylece bizim ulusal tarihimiz aydınlık, karanlık, iyilik ve kötülükler gözlerimizin önünden bir bir geçer gibi olur.
Mart ayında Enfal/Halepçe gözümüze çarpanların bir tanesidir.
Newroz, ıstırap ve coşku dolu düşünceler uyandırırken aynı zamanda Kürtlere milli bir bilinç kazandırıyor olması Newroz'u mütemadiyen değerli kılmıştır.
Şüphesiz ruh, bu mevsimde doğmuş, ilk kez güneş Newroz’da doğmuş, zaman onunla başlamış, bütün ulusal renkler silinip giderken Newroz daha çok ışıldamıştır.
Newroz, milli bir bilinçle yaşamını sürdürürken “dinsel” bir ruh halini de aldı. Sosyal ve ulusal bir gelenek olan Newroz, Kurdistan halkının gönlünde de yerleşerek dinsel bir inanç ve güçlü bir sevgiyle kenetlenerek sağlamlaştı.
Bütün dinler ve etnik azınlıklar ile birlikte kutsallaştı ve inanç, sevgi Kürt ulusuna bir dayanak oldu.
Kimileri dinleri, milliyetin karşısında düşünür. Bu düşüncenin sebebi, dinin tarihsel doğum yerinin milliyetin topraklarının dışında olmasındandır.
Şaşırtıcı olan şu ki dini milliyetin karsısında olması meselesi hakkında hem dar görüşlü nasyonalistler hem de açık fikirli bazı dindarlar görüş birliği içindedirler.
Bunlar dinin merkezinden milliyetin karşısına dikilir ve onu imhaya çalışır. Onlar ise milliyete dayanır ve dini inkâr eder.
Bu belirsizliğin sebebi, milliyet ve dinin, bir yandan birbirinden ayrılmaları düşünülmeyecek boyutta iç içe girmiş iki gerçeklik olması, öte yandan esas itibariyle birbirinden ayrı iki kategori sayılmasındandır.
Bu belirsizliği aydınlatmak için başlangıçta her birinin özünü bulmak gerekiyor. Daha sonra ise aralarında kurdukları ilişki incelenmelidir.
Milliyet, tarih boyunca oluşmuş, gelişmiş ve şimdi davranış, düşünce, yaratılış, hayat, huy ve alışkanlıklarda ortaya çıkmış, onun büyük insanlık toplumunda diğer kolektif varlıklardan ayıran ve onunla tanınan kolektif varlığın karakteridir.
İşte Newroz bu karakterin sembolik bir tasviridir.
Saîdê Kurdî'nin ifadesiyle “Fikr-i Milliyet ile asrı temaşa edip hamiyeti (milli onur) kendinize rehber edininiz o zaman bir ferdiniz bir millet kadar büyüyecek,'Ölüm Bizim Newroz günümüzdür' demeye hak kazanacak” sözü, yüz yıldır kulaklarımızda çınlamaktadır.
Newroz, ‘hiç ölmeyeceğiz diye’ dosdoğru sürekliliğin bu dünyada varlıksal bollukla dolup taşan bir kültür ve yüceliğe yaslanmış, özgünlük dayanağı üzerinde olan Kürt ulusu adına, kendi varlığını bu yeryüzünde kanıtlayalım diye, tarihin geçidinde durmuş ve ölümden sonra dirilişin, ümitsizlere ümit haberciliğini yapmaktadır.
Halife-i Arz olan sizlerin ve bizlerin Newroz Bayramı'nı 18 bin âlem ve sath-ı arzdaki döryüzbin Nev-i hayvanat ve Nebatat ile birlikte tebrik ederim...
Cejna Newroz'e şima bimbarek bo.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish