İstanbul’a gelen turist profili çok değişti. Eskiden İstanbul’da çok fazla ‘sarı kafalı’ turist görüyorduk, şimdi esasen petrol zengini Arap ülkelerinden, İran’dan ve Uzak Doğu’dan gelen turistlere rastlıyoruz.
Türkiye’yi tatil için tercih eden Ruslar daha ziyade yazları Akdeniz’deki ucuz tatil paketlerinin cazibesine kapılıyor.
Alman ve İngilizlerin de tercih ettiği ‘steril’ sahil bölgeleri var. İstanbul’a pek uğramıyorlar.
Öte yandan, iktidar çevresi turist sayısının artışıyla övünüyor. 2020 hedefleri için iyimser konuşuyorlar.
Turizm gelirlerinden beklenti giderek yükseliyor. Her zamanki gibi çok iyimseriz.
Ne var ki, ortada ciddi şüpheler var.
Birincisi, koronavirüs paniği dinmediği takdirde bu yıl için ortada turizm falan kalmayacak. Mesela İtalya ağır bir virüs krizi yaşıyor. Ne yapacaklarını bilemiyorlar.
Geçtiğimiz hafta Britanya’da bir havayolu şirketi iflasını açıkladı. Pek çok köklü havayolu şirketi uçuş sayısında ciddi indirimlere gitti.
Türkiye’nin koronavirüs konusunda hiç de şeffaf, anlaşılır ve açık bir kriz yönetimi kuramamasını, turizm gelirlerinde bir düşüş kaygısına bağlayan ‘komplo teorileri’ ortaya atılıyor.
İktidarın bu konudaki ketumluğu tıp çevrelerini bile böldü, kimi hekimler çok endişeli.
Çin ticaretinin ağır bir sekteye uğramasından dolayı, oradan tedarik edilmeyen kimi ürünlerin Türkiye’den ihracatında artış beklentisinin de benzer bir ‘teori’ye kaynaklık ettiğini ekleyebiliriz.
Bilemiyoruz...
Zira sağlıklı bilgi alma sorunumuz var.
Yabancı medyada Türkiye’yle ilgili bir sürü farklı yoruma rastlıyoruz.
Ama bizim kendi içimizde giderek büyüttüğümüz daha ciddi bir ‘virüs’ var.
Türkiye, geçelim turizmi, yatırım ve ticaret açısından güvenilir bir profil vermekten her geçen gün uzaklaşıyor. Dış basın Türkiye’de bir “rejim sorunu” olduğunu açıkça yansıtıyor.
Bütün yasalar çifte standarda sahip. Başka deyişle, yasalar iktidar çevrelerine ve yandaşlarına farklı, muhaliflere farklı uygulanıyor. Bunu bütün dünya görüyor ve giderek daha fazla bilincine kazıyor.
Yasaların keyfi uygulandığı bir ülkeye yatırım yapmak, böyle bir ülkeyle ticari ilişki geliştirmek ne kadar cazip olabilir ki?
Para dünyadaki en ‘ürkek’ nesnedir, yasal güvenceyi sever.
Türkiye’nin ‘büyüme’ ve ‘kalkınma’ anlayışındaki sakatlığı her fırsatta dile getiriyoruz, ortada bir paradigma sorunu olduğunu vurguluyoruz. Bu bir yanda dursun.
Öte yandan, bırakalım ekonomik zihniyette köklü bir değişiklik gerçekleştirmeyi, Türkiye’nin demokratik görünümü ekonominin günübirlik “idare etme” imkanlarını bile giderek azaltıyor.
Gazetecilerin hukuk skandalları eşliğinde hapse atılması dünyanın zihnine atılan bir çentik.
Kadına yönelik şiddetin her geçen gün arttığı bir ülkede, Kadınlar Günü’nde, kadınların polis tarafından şiddete uğraması bambaşka bir skandal.
Üstelik bu şiddet, toplanma ve gösteri hakkının kağıt üzerinde anayasal güvence altında olmasına rağmen gerçekleşiyor.
Dış politikada, özellikle Suriye’de olup bitenler konusunda, birbirinin tam zıddı siyasetlerin açıklanıyor oluşu kimsenin gözünden kaçmıyor.
Bunlar güncel birkaç örnek sadece.
Ayıptır söylemesi, dünya medyasında, hele hele sosyal medyasında Türkiye’deki gelişmeleri kaygıyla izleyenler kadar dalga geçenler türedi.
Ekonomi yönetimimiz burada özel bir başlık olarak öne çıkıyor.
Türkiye hakkındaki karikatürler yayılıyor. Televizyon kanallarında bile ağır ‘şaka’lar yer alıyor.
Sosyal medyadan hiç söz etmiyorum bile...
Dünyanın Türkiye algısı zaten matah değildi, şimdi ‘matah’ lafı bir ölçü birimi olmaktan çıkıyor.
Sizce dünyanın en ‘ürkek’ nesnesi olan para açısından böyle bir ülke cazip olabilir mi?
Bu gidişle Türkiye vatandaşlığı için alınacak evin tutarını 100 bin dolara kadar düşürecekler...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish