Humeyni devriminin 1979 yılında İran'da başarılı olmasından bu yana ülke bugünkü kadar kötü bir dönem yaşamadı. Ekonomik koşulları çok kötü ve işler bu yönde devam ederse çökecek gibi görünüyor.
Son seçimler tam bir saçmalıktı. Hatta 21 Şubat’ta yaşananlar seçim değil kelimenin tam anlamıyla bir darbeydi.
İran Devrim Muhafızları herkesi bir kenara iterek her şeyi kontrol altına aldı. Dini Lider Ali Hamaney, Ayetullah Humeyni ve Şah Muhammed Rıza Pehlevi rejiminin son günlerinden bin kat daha kötü, despot bir rejimin vitrininden ibaret hale geldi.
1979 devriminden sonraki dönemde İran’da seçimlerde, hem de tüm seçimlerde alışıldık yöntemlerle hile yapmak bir alışkanlık haline geldi.
Fakat son seçimler ile 2020 yılının başında ABD’nin gerçekleştirdiği suikastla dostu el-Muhendis ile birlikte öldürülen Kasım Süleymani’nin başında olduğu Devrim Muhafızları generalleri, Dini Lider’in bile karar alma yetkisine el koydular.
Bu darbeyle İran demokrasisi olarak tanımlanan şey bir rafa kaldırıldı. İran gibi köklü bir ülke, bir zamanlar bazı Arap ülkelerinde olduğu gibi – ki bazılarında halen öyle- askeri bir cunta tarafından yönetilmeye başlandı.
Bu bağlamda bir noktaya dikkat çekmeliyiz ki o da Halkın Mücahitleri başta olmak üzere İranlı muhalif güçlerin kısa bir süre önce –her ne kadar şimdilerde hakkında bir şey duymaz olsak da- birleşmek için bir adım atmış olduklarıdır.
Bu güçler, gerçekten şu anda çok uygun olan tarihi fırsatı değerlendirmek için ikili anlaşmazlıklarını aşmalı ve minimum bir program temelinde de olsa güçlerini birleştirmeliler.
Diktatörlükten de öteye geçen bu rejimden kurtulmak için soylu İran halkı, Araplar, Kürtler ve birçok etnik grubun dahil olduğu diğer ulusal oluşumların hak ettiği demokratik bir sistem inşa etmek için bu şansı kaçırmamalılar.
Bütün ulusal, mezhep ve dini oluşumları ile İran halkının bu yönetici gruba artık tahammül edemediği kesin deliller ile ispatlanmıştır.
İran halkı 1979 yılında gerçekleşen devrim ile iktidara gelen bu gruba büyük umutlar bağlamıştı.
Şah Pehlevi rejimi yerine uzun yıllar beklediği demokratik sistemi tesis edeceğine inanmıştı.
Saçma bir tiyatrodan ibaret olan bu son “aldatıcı” seçimlere karşı İran halkının tutumu gerçek değişim anının fiilen yaklaştığını doğruluyor.
Fakat değişimin gerçekleşmesi için ilk önce muhalif güçlerin temel de olsa bütün anlaşmazlıklarını aşmaları ve ikincil öneme sahip sorunları bir kenara bırakarak bu tarihi fırsatı kaçırmamaları gerekiyor.
Etnik, mezhep ve din olarak İran halkının çok ve çeşitli oluşumlardan oluştuğu doğru; ama yine de bu tarihi fırsat kaçırılmamalı.
Zira bu rejim, son seçim saçmalığından sonra başında ne yazık ki Ali Hamaney’in bulunduğu istenmeyen bir askeri cuntadan ibaret kalmıştır.
Oysa Ali Hamaney, Şah döneminde Mollaların yanı sıra komünist Tudeh Partisi temelinde herkesi içine alan bir çerçeve içinde buluşan İran muhalefetinin sembollerinden birisiydi.
Dediğimiz gibi; artık İranlıların büyük bir çoğunluğunun, hatta neredeyse tamamının istediği değişimi gerçekleştirmekten sorumlu taraflar bu tarihi fırsatı ellerinden kaçırmamalıdır.
Ayetullah Humeyni’ye ve sonrasında Ali Hamaney’e güvenen birçokları, iktidarı ele geçiren bu cunta tarafından uzaklaştırıldı ve takibe uğradı.
Eski devlet başkanı Haşimi Rafsanci de bunlardan biriydi. Gerçek şu ki bazı devrimler kedi gibi ilk önce kendi evlatlarını yer. İşte Humeyni devrimi de ilk gününden bu yana hep böyle yaptı.
Bu da – bir kez daha- kısa bir süre önce birleşmeye dönük bir adım atmak için Brüksel’de bir araya gelen muhaliflerin fiili olarak dışarıdan içeriye taşınmaları gerektiği anlamına geliyor.
Uygun hale gelen söz konusu koşulları değerlendirmeleri, söylemler yerine eyleme geçmeleri, ulusal çıkarları kişisel çıkarlarının önüne geçirmeleri gerekiyor.
Burada bu sorumluluk, başlıca İranlı muhalif güç olarak Halkın Mücahitleri Örgütü’ne aittir.
Yine bu bağlamda Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de olduğu gibi bazı Arap ülkelerindeki İran’ın askeri, siyasi ve mezhep uygulamalarının yayılmasını bitirmek için gerçek bir Arap ve küresel baskı da uygulanmalıdır.
Bu yayılma ile İran’ın iç krizinin dışarıya ihraç edilmesi, İran halkının kendisini ilgilendirmeyen meselelerle meşgul edilmesi amaçlanmaktadır.
İranlılar ve aynı şekilde Araplar arasında halen İran’ın yukarıda saydığımız Arap ülkelerine yönelik tüm bu müdahalelerinin amacının Filistin’i kurtarmak ve Siyonist düşmanı ortadan kaldırmak için olduğuna gerçekten inananlar var.
Halbuki bilindiği gibi İran kuvvetleri Suriye’de bulundukları uzun yıllar içinde yalnızca Suriyeli muhalif güçleri hedef aldı.
İsrail’in neredeyse her gün kendisine düzenlediği saldırılara bir kez bile karşılık vermedi.
Bu örnek, şimdi Irak’ta yaşananlara da uymaktadır. Çünkü Irak da Suriye gibi İran’ın doğrudan yahut kendisine bağlı bazı mezhep grupları aracılığıyla varlığının fiili bir işgale dönüştüğü bir Arap ülkesidir.
Kasım Süleymani’nin hayattayken Irak’ın gerçek yöneticisi olması ve öldürüldüğü zaman Şam’dan Bağdat’a dönüyor olması da bunun açık bir kanıtıdır.
Kırk yıl ve daha fazla bir süredir ardı ardına gelen tasfiyeler yoluyla yönetime el koyan ve İran’ı demirden bir yumrukla yönetmeye başlayan bu cunta, elbette biri dışında geçmişte olduğu gibi bütün Körfez ülkelerini hedef alma çabalarını sürdürmektedir.
Yemen ve dışında devam eden savaş gerçekte bir İran savaşıdır. Son seçim tiyatrosu ile İran’da yönetime el koyan askeri cuntanın bazı Körfez ülkelerine karşı son yıllarda olduğundan daha fazla askeri tacizlerde bulunarak İran’ın iç krizini dışarıya ihraç etme çabalarına devam edeceği neredeyse kesindir.
İran’da başta Hamaney olmak üzere sarıklı Mollaların rolü fiili ve pratik olarak sona erdi.
Yönetim tamamen son seçim sonuçlarını kendi lehine değiştiren askeri cuntanın eline geçti.
Doğrusu bu da Arapların kendisine karşı saflarını birleştirmelerini, ilk olarak Irak daha sonra da Suriye’de, Lübnan’ın güneyinde hatta tamamında, Yemen’de, bilinen bazı küçük Körfez odaklarındaki İran yayılmasına bir son vermeye odaklanmalarını gerektiriyor.
Arapların her zaman uzun bir medeniyet tarihini paylaştıkları İranlılar ile kardeşlik ilişkileri kurmaya çalıştıkları ama bu çabaların hep tek taraflı kaldığı gayet iyi biliniyor.
1979’daki İran devrimine güvenenlerin tüm beklentilerinin boşa çıktığı malum. Tahran’da yönetimin söz konusu cuntanın eline geçmesiyle kuşkusuz önümüzdeki dönemde bizleri çok daha kötü şeyler bekliyor.
Bilhassa İranlı muhalif güçlerin oldukları yerde kalıp Halkın Mücahitleri Örgütü’ne bu geri kalmış ve yakın uzak tarihin tanıdığı en kötü rejim modeli olduğunu kanıtlayan rejim ile mücadeleyi yönetme sorumluğunu vermeyi reddetmeyi sürdürmeleri durumunda...
Sonuç olarak bu rejime karşı tam bir birlik oluşturulmalıdır. Bu birliğin ön saflarında Halkın Mücahitleri liderliğinde tüm İranlı muhalif gruplar bulunmalıdır.
Başta Mollalar rejiminin siyasi, askeri ve tüm terör yöntemleri ile hedef almayı alışkanlık haline getirdiği Arap ülkeleri olmak üzere tüm Araplar da onları fiilen desteklemelidir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu
© The Independentturkish