İranlı seçmenlerin bugün, yeni bir İslami Şura Konseyi ya da otoriter rejimin vitrini olarak sahte demokratik bir parlamento seçimi için sandık başına gitmesi bekleniyor.
İranlı seçmenler aynı zamanda Uzmanlar Meclisi’nde kimlerin yer alacağına da karar verecek. Uzmanlar Meclisi birtakım mollalardan oluşuyor, bu uzmanların İran dini liderini denetleme ve gerekirse azletme yetkisi var.
Seçmenlerin ‘sandık başına gitmeleri bekleniliyor’ dedik, ancak kimse 60 milyon seçmenin ne kadarının yasal olarak seçimlerde oy kullanma hakkına sahip olduğunu bilmiyor.
Bu trajikomik seçim tiyatrosunda oy verme hakkı olan İran vatandaşlarının ne kadarının seçimlere katılım göstereceği de belirsizliğini koruyor.
Anketlere göre ki aralarında İran devletinin yaptığı anketler de var, seçime katılım oranının en iyi ihtimalle yüzde 50’yi bulması bekleniyor.
İran İçişleri Bakanlığı’nın yaptığı kamuoyu araştırmasına göre, başkent Tahran’da seçime katılım oranının yüzde 24 civarında olması tahmin ediliyor.
Bazı Ortadoğu uzmanları ve gözlemcileri, İran'da iktidardaki rejimin seçimlere niçin ihtiyaç duyduğunu sorguluyor.
Nihayetinde adaylar, seçim öncesinde rejim tarafından belirleniyor. Yani seçilecek olan kişilerin, görevlerini yapmadan önce Dini Lider Hamaney’in ofisinden onay almış olmaları gerekiyor.
Kişisel görüşüm, bunun nedeni, İran İslam Devrimi’nin orta sınıfın hayallerini ve umutlarını yansıtan bir tür klasik burjuva devrimi olmasında yatıyor.
İran’daki ‘orta sınıf’, demokrasi, sosyalizm ve hatta komünizm düşleri görüyordu. Şah yönetimine karşı başlatılan kitlesel protesto gösterilerine, İranlı işçi ve köylülerin katılımı son derece sınırlıydı.
Şah rejimi devrildikten sonra başa geçen yöneticilerin, Avrupa’da olduğu gibi ekonomik ve sosyal kazanımları doğrultusunda vatana bağlılık hisleri güçlenecek bir ‘orta sınıf’ yaratma niyetleri yoktu.
Orta sınıfı oyalamak ve aldatmak için 1907’den beri devam eden göstermelik ‘seçim tiyatrosunu’ sürdürmeye karar verdiler. On yıllar içinde İran’da zorunlu olarak yeni bir ‘orta sınıf’ oluştu.
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin ‘yüzde otuz oranındaki varlıklı kesim’ olarak nitelediği de işte bu orta sınıftır. Bu insanlar ikiyüzlü bir hayatı sürdürmek zorunda hissediyorlar, geleneğin çatısı altında politik özgürlüklerinin kısıtlanmasına karşılık, ekonomik özgürlüklerini ellerinde tutabiliyorlar.
İran’ın bu yeni orta sınıfı, bu çifte hayatın gölgesinde, yılın önemli bir kısmını yurt dışındaki turistik gezilerde geçiriyor.
Türkiye, Avrupa ve Kuzey Amerika’ya gidiyorlar ve bu ülkelerde diledikleri kıyafetleri giyip, dilediklerini içerek eğleniyorlar.
İran İslam Konseyi tarafından yayınlanan bir raporu okuduğumda dehşete kapılmıştım. Bu rapora göre, İran İslam Cumhuriyeti’nde görev alan üç binden fazla üst düzey yetkilinin, ABD ve Kanada’da daimi ikamet izni bulunuyor.
Çarpıcı bir örnek vermek gerekirse, İran’daki 31 validen 6’sı, düzenli olarak oturum izinlerin olduğu Kanada’ya gidip geliyor. Buna ek olarak İran orta sınıfının binlerce çocuğu batılı okullarda eğitim görüyor.
Çoğu da Kanada ve ABD’deki okulları tercih ediyor. Mollalar ve aileleri de dâhil olmak üzere, orta sınıf tedavilerinde Almanya, İsviçre ve İngiltere'deki hastaneleri ve tıp merkezlerini tercih ediyor.
İran yolcu uçakları, hava sahasından ayrıldıktan sonra kadınlar başörtülerini çıkarıyor, erkekler de tuvalet önünde sakallarını tıraş etmek için sıra oluşturuyorlar.
Bu halleriyle, senaryo uyarınca farklı rollere bürünerek tiyatro performansı sergileyen profesyonel aktörlere benziyorlar.
İran’ın bu yeni orta sınıfı, kendilerine ülke dışında daimi bir dayanak bulma noktasında da başarılı oldu.
Beklenmedik bir fırtına çıkması durumunda, bir daha geri dönmemek üzere İran dışına kaçmak zorunda kalacakları bir senaryoya hazırlık yapıyor olmalılar.
İranlı vatandaşların sadece Türkiye’de sahip olduğu konut sayısı 70 bine ulaştı. Komşu Gürcistan İran vatandaşlarına gayrimenkul satışlarını durdurmak zorunda kaldı.
Umman Sultanlığı yetkilileri, İranlıların taşınmaz mülkiyeti edinmelerine yeni kısıtlamalar getirdi. İran rejiminin eski yetkilileri ve ortakları Avrupa ve Kuzey Amerika’da on binlerce lüks konut satın almış durumda.
Ayrıca yurt dışında ciddi yatırım portföyleri bulunuyor. İran orta sınıfı yurt dışında, İslam Cumhuriyeti’nin çıkarlarını da gözeten güçlü bir reklam ağına sahip.
Bu nedenle Dr. Noam Chomsky İran rejimini "halkına dayanan bir sistem" olarak ya da ‘kötü kurda kafa tutan bir kuzu’ olarak tanımlıyor.
İlginçtir ki, İran'daki İslami orta sınıf, küresel vizyonlarının teyidi konusunda Batılı otoritelere atıfta bulunur. Geçen Salı günü, Yüce Lider Ali Hamaney, Tahran’da kalabalıklar önünde yaptığı konuşmada, eski ABD Başkanı Jimmy Carter ve Demokrat Senatör Bernie Sanders'in söylemlerinden alıntı yaptı.
ABD'nin; büyüyen sınıfsal uçurumlar, kolektif yoksulluk ve artan ulusal borç nedeniyle çöküşün eşiğine geldiğini, kendi içlerinden şahitlerin kelimeleriyle açıkladı.
Gün geçmiyor ki Hamaney’e yakınlığıyla bilinen Kayhan gazetesi, ABD menşeli kurumlardan, uzman ve akademisyenlerden İran’ın bölgesel rolünü ve politikalarını öven altınlar yapmasın.
Şüphesiz yeni kurulan bir rejimin, kendi orta sınıfını yaratması İran’a özgü bir durum değildir. Sırp Komünist yazar Milovan Djilas, Yugoslavya'daki Komünist rejimin nasıl bir orta sınıf yarattığına dair ‘Yeni Sınıf’ başlığını taşıyan koca bir kitap kaleme almıştır.
Komünist Çin’de yetmişlerde bu yana yeni bir orta sınıf oluşturulmuştur. Bu Çinliler diledikleri batı kıyafetlerini giyebilir, dışarıya turist olarak gittiklerinde Amerikan tarzı pişirilmiş Çinli yemeklerinden yiyebilirler.
Aynı zamanda Pekin’in kalbinde Mao Zedong’un Kırmızı Kitabını sallayarak gösteri de düzenleyebilirler. Çin Komünist Cumhuriyeti’nde ABD üniversitelerinden mezun olmuş yetkililerin sayısını işitseniz kulaklarınıza inanamazsınız.
Bu yetkililerin çocukları da babalarının izini takip etmektedir. Çin’in Avrupa ve Kuzey Amerika’da yatırımlarının hacmini duyduğunuzda belki de daha fazla şaşırırsınız.
Bununla birlikte, İran’ın yeni orta sınıfı ile eski Yugoslavya veya bugünkü Komünist Çin'deki orta sınıflar arasında büyük farklılıklar bulunmaktadır.
Yugoslavya ve Çin’deki orta sınıf hiçbir zaman demokratik özlemleri olduğunu iddia etmemiştir. Son yıllarda İran siyasetini karakterize eden "militan şahinlere karşı ılımlı güvercinler" tiyatro oyunu Yugoslavya veya Çin'de görülmüş şey değildir.
İran’daki seçimlerin sona ermesinin en olumlu yanı, ılımlı akım ile sert akım arasındaki düellonun sona erecek olmasıdır.
Seçim kampanyası sürecinde gözlenmeyi hak eden bir olaya şahit olmadık, ayrıca önemli siyasi meseleler de tartışılmadı. Sonuçta adayların kişiliklerini ve programlarını anlamamız da mümkün değildi.
Seçimlere katılım oranlarının düşük olacağını tahmin eden çoğu gözlemci, seçilecek milletvekillerinin esasen Hamaney’e yakın kişilerden olacağını öngörüyor.
Bir başka ibare ile söylemek gerekirse; yeni İslami Şura Meclisi’nin, ‘titrek siyaset ipi’ üzerinde hafif adımlarla yürüyebilecek yeni aktörler oluşturacak.
Bu aktörler bir yandan ABD Başkanı Thomas Jefferson gibi demokrasi söylevleri verirken, bir yandan da Hun İmparatoru Atilla gibi acımasız davranmak zorunda kalacak.
Umudum seçim tahminlerinin gerçekleşmesidir. Çünkü yozlaşmış, acımasız, otoriter rejimin gerçekliğini yansıtan bir parlamento, İslam Cumhuriyeti’nin doğasını gizlemek için tasarlanmış bir parlamentodan evladır.
Böylelikle reform ve ıslahın gerçekleşeceğine dair sefil umutların önüne geçilebilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Mustafa Yıldız
© The Independentturkish