Yaklaşık bir haftadır Amerika’dayım.
Önce Atlanta, şimdi Washington. İki önemli kent.
Biri, siyasi başkent, diğeri, Delta’dan Coca Cola ve CNN gibi devasa şirketlerden yeni firmalara kadar uzanan geniş bir yelpazede tercih edilen ekonomik kilit kentlerden biri.
Konuşmalar ve toplantılar için buradayım.
Barış Pınarı Harekatı ve Süleymani suikastı sonrası Suriye; Süleymani süikastı sonrası İran ve Ortadoğu; Berlin Konferansı sürecinde Doğu Akdeniz ve Libya; her biri ve hepsi, Türkiye-Amerika ilişkilerinde yaşanan krizi derinleştirecek süreçler ve sorunlar.
Amerika’da Türkiye nasıl konuşuyor? Türkiye’yle ilişkilere nasıl yaklaşılıyor?
Türkiye-Amerika ilişkileri 2020’lerde, özellikle bu yıl sonu yapılacak Başkanlık seçimlerinden sonra nasıl bir seyir izleyecek?
Tüm bu sorulara yanıt arıyorum.
Geçen seyehatimden farklı olarak, hemen söyleyebilir ki, Türkiye’ye ilgi çok artmış; konuşmalar ve toplantılar kalabalık, ilgi yüksek.
Bununla birlikte, Amerika, 2020 Kasım ayında yapılacak Başkanlık seçimlerine kitlenmiş durumda.
Bu bağlamda, ilginç bir ikilem ile karşılaşıyoruz: Türkiye’yle ilişkiler sorusuna ilgi yüksekken, Amerika’da siyasi gündemi tümüyle iç siyaset ve Başkanlık seçimleri üzerine odaklanmış durumda.
İlk gözlemlerimi aşağıdaki beş noktada özetleyebilirim:
Birinci olarak, Başkanlık seçimini Trump’ın kazanacağı düşüncesi giderek güçleniyor. Demokratlar arasında bile Trump’ın seçimleri kazanma olasılı daha yüksek görülüyor.
Bırakın azil edilmeyi, eğer süpriz niteliğinde çok büyük bir sorun yaşamassa, Trump, seçimleri kazanacak. Amerika, 2020-24 arası Trump’lı ikinci dört yıla hazırlanıyor gibi.
Bu sonuç, şüphesiz, Amerika ile ilişkilerini Trump ile ilişkisi temelinde sürdüren Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan’ın sevineceği bir sonuç.
Erdoğan-Trump ilişkisinin bu ve gelecek yılda Türkiye-Amerika ilişkilerini büyük ölçüde şekillendireceğini söyleyebiliriz.
Bununla birlikte, altını çizerek vurgulayacağım iki nokta, Trump’ın seçimi kazanmasının Türkiye için çok hayırlı olmama ihtimalini de içerdiğini bize söylüyor:
Birinci nokta, aşağıda açımlayacağım “İran sorunu”; İkinci noktaysa, “Amerika’nın Türkiye’ye bakışında başlayan değişim”, ki bu değişim hem Cumhuriyetçiler, hem de Demokratlar tarafından paylaşılıyor.
İkincisi, Amerikan dış politikası 2020’de, Suriye sorunu artık ikinci sırada öneme sahip. Amerika, stratejik ve taktiksel düzeylerde, dış politikasında tümüyle İran’a odaklanmış olarak hareket edecek.
İran politikası ve odağı, Trump’ın seçimleri kazanmasında da önemli rol oynayacak gözüküyor.
Amerika’nın İran’a yaklaşımı giderek hem söylem, hem yaptırım hem eylem boyutları içinde sertleşecek.
Amerika, İran’ı, hem Irak’da, hem kendi içinde, hem de bölgede elinden geldiği kadar zayıflatmak, ve zayıf bir pozisyonda diplomasi masasına oturtmak istiyor.
İran’a şahin yaklaşım Amerika’da güçlü ve bu yaklaşım dış politikayı 2020’de şekillendirecek.
Üçüncüsü ve bizim için önemlisi, Amerikanın İran’a kitlenmiş yeni dış politikasında, daha da genel olarak, bu politikanın Ortadoğu’ya, Doğu Akdeniz’e ve Kuzey Afrika’ya bakışında, Türkiye artık eskisi kadar merkezi önemde bir aktör değil.
Amerika, Türkiye’yi, bırakalım stratejik ortak ya da önemli ittifak dostu olarak görmeyi, İran’dan Suriye ve Ortadoğu’ya, Mısır'dan Libya, Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’ya uzanan geniş alanda hareket eden dış politikasında “merkezi önemde kilit ülke” olarak görmüyor. Bu, bana da süpriz olarak gelen bir gelişme.
Amerika’nın stratejik ortak, merkezi konumda ittifak edilecek ülke listesinde Türkiye, sanki ikinci sıraya düşmüş durumda.
Yeni Amerikan dış politikası, Ortadoğu’ya, İran ve Suriye ile ilişkilerine, kendi söylemleri içinde, birincil ittifak aktörleri düzeyinde, “Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri-İsrail-Mısır-Irak ve Suriye’deki Kürt aktörler ekseni”nde bakıyor.
Amerika, Türkiye’nin, bu bağlamda, dengeleyici bir politika izlemesini, İran ile ittifak ilişkisi kurmamasını istiyor.
Erdoğan-Trump ilişkisi temelinde gelişen Türkiye-Amerika ilişkileri, belki ilişkilerideki krizi ve yaptırımları engelliyor, ama Türkiye’yi de merkezi önemde bir ülke olarak konumlamıyor.
Daha önce, yeni Amerikan dış politika ekseninin Türkiye’yi bir tercih yapmaya zorlayacağını düşünürdüm.
Daha önceki Amerika seyatlerimde, bu düşüncemin haklı olduğunu görmüştüm. Ama, artık böyle bir tercih yapma zorunda kalma gibi bir durumla Türkiye karşılaşmayacak.
Çünkü Amerika, İran ve Ortadoğu politikasında Türkiye’yi merkezi önemde bir ülke olarak görmediği sürece, Türkiye’yi bir tercih yapmaya da zorlamayacak.
Sadece Trump’la ilişki temelinde Türkiye-Amerika ilişkilerini götürmenin maliyeti, Amerika’nın Türkiye’ye bakışındaki önemli değişim olmuş. Bunu, 2020’de de gözleyeceğiz.
Dördüncüsü, Trump’ın başkanlığında gelişen Amerikan dış politikası, Türkiye’nin Rusya’ya yakınlaşmasından eskisi kadar rahatsız değil.
Rusya’nın Suriye’de kazanmasından rahatsız; Rusya’nın Ortadoğu’da, Doğu Akdeniz’de, Libya’da güç ve etki kazanmasından rahatsız.
Ama Türkiye’nin Rusya’ya yaklaşmasından eskisi kadar rahatsız değil. Türkiye, Amerika’nın İran politikasına ve Ortadoğu politikasına ayak bağı olmadığı sürece, Amerika, Türkiye’nin Rusya’ya yaklaşmasını “kriz” olarak görmeyecek.
Bu durumdan rahatsız olduğunu söyleyecek, ama kriz olarak da sürece bakmayacak.
Bunun bir nedeni de, Amerika’nın Türkiye’ye bakışındaki değişim ve Türkiye’yi bölge politikasının başarıya ulaşmasında merkezi önemde bir ülke olarak artık görmemesi.
Beşincisi de, son seyahatimden farklı olarak, Beyaz Saray’da ve Amerikan dış politikasının şekillenmesinde Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun gücünün ve etkisinin giderek arttığını gözlemledim.
Trump-Pompeo ilişkisi güçlü devam ediyor; Pompeo, özellikle İran politikasının şekilenmesinde çok etkili; böyle olunca da Başkanlık seçiminin kazanılmasında da etkili olacak.
Trump’a, çok düşük işsizlik oranı yanında, izlediği İran politikasındaki başarıyla, seçim kazandırmış aktör olacak.
Eğer yerini korursa, Beyaz Saray’da, 2020-24 döneminde Pompeo’nun etkisi güçlü olacak gözüküyor.
Pompeo’yu dikkatle izlemek gerekiyor. Amerika’nın Türkiye’ye bakışındaki değişimde de, Pompeo, önemli rol oynuyor.
Washington’dan, Ottawa ve Toronto'ya, oradan da New York’a geçeceğim. Amerika izlenimlerimi oradan yazmaya devam edeceğim.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish