Devlet, kapitalist ekonominin işleyişine müdahale etsin mi? Etmesin mi?
Ederse nasıl etsin, her düzeyde mi etsin ya da kapitalizmin yetmediği noktalarda mı etsin?
Bu kapitalizmin şafağından itibaren yürütülen, özellikle 20'nci yüzyılın ilk çeyreğinden yoğunlukla yapılan bir tartışmadır.
Bu öyle entelektüel düzeyde yürütülen ve oralarda kalan bir tartışma da değildir.
Kapitalizmin sürdürülüş biçimleri ve geleceği, yeni birikim modellerine geçiş süreçleriyle yakinen ilişkilidir bu tartışmalar.
Birinci Sanayi Devrimi'nden: Kore, Tayvan, Çin gibi 20'nci yüzyılın ikinci yarısına tekabül eden büyüme örneklerine kadar sanayileşme süreçlerinde devlet, diyebiliriz ki proaktif bir rol oynamıştır.
Bu yeteneği gösteremeyen ülkeler ise sanayileşmiş veya sanayi-sonrası aşamaya geçmekte olan ülkeler grubuna girememişlerdir. Türkiye, maalesef bu ülkelerden biridir.
Devletin müdahale etmediği bir ekonomi, yani serbest piyasa ekonomisi ise her daim devlet müdahalesi ile sanayileşmeyi gerçekleştirmiş ülkelerin hararetle savunduğu bir ekonomik model olmuştur.
Anlaşılacağı üzere burada devlet kapitalizm için bir korunma, bir birikimi gerçekleştirme aracı olmuştur.
İkinci Dünya Savaşı'nın hemen sonrasında da devletin ekonomiye müdahale ettiği bir birikim modeli uygulandı.
Savaşta Avrupa, özellikle Almanya yıkılmış, sermayenin olağanüstü derecede temerküz olduğu ve yoğunlaştığı Amerika ise savaştan en karlı çıkan ülke olmuştu.
Yıkılan Avrupa’yı inşa etme, yeni sömürgecilik, Sovyet sistemine karşı emperyalist-kapitalist sistemin jandarmalığı üzerinden silah teknolojisini geliştirme ve silahlanma üzerinden Amerikan ekonomisinden dünyaya doğru, öncesinde görülmemiş düzeyde hızlı bir büyüme dönemi yaşandı.
İkinci Dünya Savaşı sona ermesinden hemen sonra başlayan iç pazarı geliştirmeye ve karma ekonomik birikim modeline dayalı devlet müdahalesinin niteliği ve kapsamı, 1970’li yılların başından itibaren sermayeyi rahatsız eden boyutlara ulaştı.
Türkiye’de de örnekleri görülen Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) gibi devlet işletmelerinin giderek ekonomiyi kaplaması, gerçek ücretlerin emek verimliliğine paralel artması, sermayenin ödediği vergilerin yükselmesi, eğitim, sağlık vb. alanlara ayrılan bütçe payı ve bütün bunların toplamı; bu rahatsızlığı görünür kılan nedenlerdi.
Üstelik sosyal devlet ve nispi demokratik ortam, işçi ve emekçi hareketin caydırıcılığı altında birbirini koşulluyordu, ama… Sovyet sistemi ile ABD sistemi arasındaki Soğuk Savaş'ın, sosyal devletten caydırıcılığı dengeleyen etkileri unutulmamalı.
1970 krizi ile tam istihdamda seyretmekte olan ekonominin işsizlikle karşılaşması sermayeye serbest piyasa ekonomisinin savunulması temelinde karşı saldırı fırsatını yarattı.
İşte neoliberalizm bunun adıdır.
Sanayileşme nasıl devlet müdahalesini içeriyorsa, neoliberalizm de retorik olarak ihracata dayalı ekonomiyi içerir.
Yani devletin müdahalesi yoksa ve tüm dünyada serbest ekonomi varsa bunun mantıki sonucu ekonominin ihracata dayalı olmasıdır.
Türkiye neoliberalizmin uygulandığı ilk ülkelerden biri oldu.
24 Ocak 1980 kararları ile başlayan bu dönemin öncelikle genel sonuçlarına değinmek gerekiyor.
Bir ekonominin sanayileşmesi yatırımlara bağlı olduğundan, öncelikle neoliberal dönem Türkiye’sinin yatırımlarından başlamak gerekiyor.
24 Ocak 1980 Kararlarının karnesi
Neoliberal dönemde, iç tasarruf ve yatırım oranları bakımından, Türkiye alt-orta ve üst-orta gelir grubundaki ülkelerin gerisinde kaldı
Bu dönemde spekülatif amaçlı finansal araçlar cazip hale geldiğinden, tasarruflar yatırımlar yerine bu alanlara kaydı.
Türkiye ekonomisinde her zaman büyümenin motoru olan kamu yatırımları da kesilince yatırımlar iyice azaldı.
Bu dönem boyunca yatırımların milli gelire oranı yüzde 17-18 civarında kaldı.
Bazı hesaplamalara göre sanayileşmiş ülkelerle aradaki açığı kapatmak için bu oranın en az yüzde 25 olması gerekiyor.
Yatırımlar aslında teknolojinin gelişmesi içindir. Uzun dönemde işçilerin ve diğer çalışanların yaşam standardının en önemli belirleyicileri teknolojik gelişme ve sınıf mücadelesidir.
Neoliberal döneme, teknolojik gelişme açısından baktığımızda, yüksek teknoloji ürünleri toplam imalat ürünlerindeki payı bakımından Türkiye'nin düşük gelirli ülkelerin dahi gerisine düştüğü görülür.
Gelişme açısından baktığımızda yüksek teknolojili ürünleri toplam imalat ürünlerindeki payı bakımından Türkiye'nin düşük gelirli ülkelerin bile gerisine düştüğünü görüyoruz.
Büyüme ve spekülatif sermaye neoliberal dönemde büyüme giderek kısa vadeli spekülatif uluslararası sermaye akımlarına bağlı hale geldi.
Bir diğer önemli husus kamu kaynaklarının kullanım şeklidir. Çok partili parlamenter düzende hayatta siyasi rekabette popülizm ve patronaj çok önemin kazandı.
Bunun anlamı siyasi destek sağlamak için kamu kaynaklarının kullanımının temel siyasi strateji olduğudur.
Bu kamu finansmanı üzerinde baskı yapar ve kamu açıklarına güçlü bir eğilim yaratır.
Enflasyon neoliberal dönemde önceki dönemin üç katına çıktı.
Neoliberalizmin devreye girdiği 1980’den bu yana ekonomi konusundaki tartışmalar kısa vadeli sorunlar üzerine oldu.
Faiz oranı, döviz kuru, kamu kesimi borçlanma gereği ve finansal birçok gösterge gibi.
Tasarruf, yatırım, sanayileşme, işsizlik, gelir dağılımı gibi orta ve uzun vadeli sorunlar büyük ölçüde arka plana itildi.
Bu dönemde ekonomide verimliliği düşük ve düşük ücretli kayıt-dışı ekonominin ağırlığı arttı. İstihdam edilenlerin yarıya yakını sosyal güvenlik şemsiyesi altında değildi.
Neoliberal dönemde Türkiye'nin insani gelişme endeksi sayısı çok düşük kaldı.
Neoliberal dönemde kamu istihdamının azalması nedeniyle, istihdam artış oranı önceki döneme kıyasla düştü.
Neoliberal dönemde olumsuz gelişmelerden biri üretimin ve ihracatın ithalata bağımlılığının giderek artması oldu.
Türkiye teknolojik atılımını yapabilseydi böyle bir duruma düşmezdi. Çünkü bu durumda hem ihracat geliri çok daha yüksek olacak hem de birçok ithal malını kendisi üretecekti.
41'nci yılına gelen neoliberalizm, Türkiye’ye teknolojik ilerleme sağlayamadı.
Çünkü teknolojik atılım, devletin ekonomiye müdahale biçimi ile ilgili bir konu ve neoliberalizm zaten bu tür müdahalelerin olmaması demektir.
Sonuç olarak,
Neoliberal dönemde ekonominin karnesinin kötü olduğunu söyleyebiliriz.
Burada akla hemen ihracattaki başarılı olduğu iddia edilen performans geliyor.
Bunu söylemek o kadar kolay değil.
Çünkü ihracat başlangıçta büyük ölçüde önceki dönemde kurulan sanayinin üzerinden yapıldı.
Esnek döviz kurları, karmaşık bir ihracat sübvansiyonu sistemi ve ücretlerin dondurulması (imalat katma değerinde ücretli emeğin payı 1977-80 devresinde yüzde 35,6 iken 1988’de yüzde 20’nin altına düştü) ile desteklendi.
Kaldı ki o dönemde ekonomi orta teknoloji düzeyine gelmişken ihracatla birlikte yeniden düşük teknolojili ürünlere döndü.
Neoliberalizmin ilerleyen yıllarında ihracatta orta teknolojili ürünler yeniden ağırlık kazandı.
Aradan geçen 40 yıla yakın süreye rağmen ileri teknoloji konusunda küçük bir adım dahi atamadı.
Devam edeceğiz...
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish