2019'un bitimine iki hafta kala, Libya’nın Ortadoğu’da bölgesel çatışmaların yaşanacağı ilk ülke olacağını tahmin etmiştim. Türkiye ile Libya hükümeti arasında yapılan askeri anlaşmalar bunu gösteriyordu.
Türkiye’nin Libya’da asker bulundurması, ülkedeki siyasi ve askeri ortamı daha da gereceği için, bölgedeki güçlerin, özellikle komşu ülkelerin buna sessiz kalmayacağı açıktı.
Bu ülkeler her ne kadar geleneksel olarak askeri müdahale seçeneğine başvurmayı tercih etmese de, Türkiye’nin askeri varlığı civar ülkeleri de benzer adımlar atmaya sevk edebilirdi.
Ansızın İran-ABD arasındaki gerginlik, Irak toprakları üzerinde zirveye çıktı.
İran yanlısı grupların Bağdat’taki Yeşil Bölge’de bulunan ABD elçiliğine yönelik protesto gösterilerinde bulunması ve bir elçilik çalışanını öldürmesi, Bağdat Havaalanı’nın bombalanması ve ardından ABD’nin General Kasım Süleymani ve beraberindeki Haşdi Şabi yöneticilerine suikast düzenlemesi gerginliği daha da arttırdı. İki ülke yetkilileri sert açıklamalarda bulundu. Bu durum İran’ın çatışma ortamında Libya ile ilk sıraya yerleşmesine neden oldu.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Libya müdahalesini tarihi haklar ve güvenlik çerçevesinde gerekçelendirdi. Bilindiği üzere Libya Osmanlı İmparatorluğu’nun kaybettiği son bölgelerden biridir. Tabi bu gerekçeler biraz tuhaftı, zira aynı mantıkla; İngiltere de Amerika Birleşik Devletleri ile doğu ve batıdaki birçok ülkede hak iddia edebilir. Nitekim kısa bir dönem önce dünyanın birçok ülkesinde İngiliz hâkimiyeti söz konusuydu.
Sanırım Cumhurbaşkanı Erdoğan tarihin yeniden yazılmasının imkânsız olduğunu çok iyi bilmektedir.
Libya’ya askeri müdahale kararının amacı; Kuzey Afrika bölgesinde aktif bir şekilde yer alarak, Mısır’ın güvenliğine tehdit oluşturabilecek bir ortamın süreğen hale gelmesine katkı sağlamaktı. Türkiye’nin ikinci itkisi ise, Doğu Akdeniz’deki petrol ve gaz yataklarındaki etkinliğini arttırmak ve müzakerelerde pozisyonunu güçlendirmekti.
İran arenasında da durum daha az tehlikeli veya daha az karmaşık değildir. ABD’nin İran’ın bölgesel askeri politikalarını belirleyen ve uygulayan bir numaralı adamını hedef almasının elbette kaçınılmaz sonuçları olacaktı. İran devleti askeri olarak karşılık vermek zorundaydı, ancak öte yandan ABD ile İran arasında bir savaş yaşanması durumunda, kazananın kim olacağı da çok açıktı ve İranlılar bunu göze alamazdı.
Dolayısıyla ABD’ye verilecek karşılığın öncelikle siyasi alanlarda olacağını öngördüm, nitekim İran, 2015 yılında yapılan nükleer anlaşma kapsamında verdiği taahhütleri yerine getirmeyeceğini açıkladı. Ardından ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), İran’ın Erbil’deki ABD askeri üsleri ile Anbar’da bulunan Ayn Esad askeri üssüne 12’den fazla balistik füze ile saldırı düzenlediğini açıkladı. İran, can kaybına neden olmayacak ve sadece maddi hasar verecek şekilde ABD üslerini hedef almıştı. Böylelikle Trump da zor durumda kalmayacak ve misillemeye karşılık vermeyecekti. Bir öngörüm daha vardı, o da; İran’ın Abd müttefiki ülkelerin askeri bölgelerini hedef alacak olmasıydı, ancak bu henüz gerçekleşmedi.
İran, pozisyonunu hassasiyet ve titizlikle değerlendirmek zorundaydı. Bu seviyede bir askeri yetkilisine düzenlenen suikastın ardından ABD’ye karşılık vermeme seçeneği yoktu. ABD askerlerinin ölümüyle sonuçlanacak bir karşılık vermesi durumunda da ABD’nin misillemede bulunarak İran’a çok daha ağır kayıplar verdirmesi muhtemeldi ve elbette bu istenen bir şey değildi.
Bu süreçte İran dikkatli bir hesaplamayla, kendi kamuoyundaki imajını korudu, aynı zamanda şiddetli Amerikan tepkilerine de engel oldu. Böylelikle Irak'taki ağırlığını ortaya koydu ve uluslararası barış ve güvenlik denkleminde şüpheli olsa bile, merkezi bir rolü olduğu algısını pekiştirdi.
Kesin olan bir şey varsa, o da; yakın dönemde İran ya da Libya’da çatışmanın dozunun artacağıdır. Hangisi daha önce olur bilemiyoruz, ya da çatışma sınırlı mı yoksa kapsamlı mı olur tahmin etmek zor.
Türkiye, Libya hükümeti ile savunma anlaşması yapılmadan önce de, Serrac Hükümeti’ni Halife Hafter’e karşı korumak için, bölgeye çok sayıda askeri uzman, silah ve İnsansız Hava Aracı (İHA) göndermişti. Hafter bilindiği üzere Trablus’a yakın olan Doğu Libya’da hâkimiyet kurmuş durumda ve arkasında Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Suudi Arabistan, Rusya ve diğer bazı ülkelerin desteği var. Türkiye’nin Libya Hükümeti’ne yardım kapsamında, Suriye’deki silahlı grupların bu ülkeye geçişi de sağlandı. Şüphesiz Türkiye, Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne destek vermeye devam edecektir, ancak askeri güçlerini muhtemel çatışmalardan uzak tutması da kuvvetle muhtemeldir. Nitekim ABD ile ilişkileri başta olmak üzere bunun birçok nedeni vardır.
ABD tarafına gelirsek, onlar da güvenlik, siyasi, diplomatik birçok hususu dikkate almak zorunda. Seçim yılına girildiği için, ABD kamuoyunda adeta bir kargaşa hakim, Demokrat Partililer Trump’u azletmeye ya da en azından yetkilerini kısıtlamaya çalışıyor. Trump’un davranışlarında ve mesajlarında bu tedirginlik kendini açık ediyor. General Süleymani’yi hedef aldıktan sonra herkesi şaşırtan bir çıkış yaptı ve İran’ın karşılık vermesi durumunda, içinde kültürel mekânları da barındıran elliden fazla hedefe operasyon düzenlemeye hazır olduklarını söyledi. İran’ın misillemesinden sonra ise ‘her şeyin yolunda olduğunu’ ve ‘meseleyi tırmandırmak istemediklerini’ ilan etti.
Unutulmamalı ki Donald Trump, alışılagelmişin dışında bir başkan. Kararlarını rastgele veriyor gibi bir imajı var, gücünü abarttığı da söylenebilir, çok kısa sürelerde kendi kararlarıyla çelişiyor. Önce güç gösterisinde bulunuyor, ardından yurt dışındaki tüm askeri güçlerini geri çekeceğini ileri sürüyor.
Bu aşamada, İran’ın olayları daha fazla tırmandırma taraftarı olmadığı görülüyor. Dışişleri Bakanı Cevad Zarifin de ifadeleri bunu gösterir nitelikte. Öte yandan İran, dış siyasette aktif bir çizgi izleyecektir. Bölgesel nüfuzunu arttırarak ABD’nin Ortadoğu’dan çekilmesini ya da en azından bölgedeki etkisinin zayıflatılmasını hedefleyecektir.
Libya'daki gerginlik artıyor ve İran'a yönelik muhtemel bir savaş tüm Ortadoğu ülkelerinin güvenliği için ciddi riskler taşıyor. Savaşın kasten ya da yanlışlıkla ansızın patlak vermesi işten bile değil. Aşırı dikkatli davranılması gereken hassas bir süreçten geçiyoruz.
Bütün bunlar yeni yılın ilk birkaç gününde yaşandı. Acaba bu durum, gelecekteki fırtınaların habercisi m? yoksa az sayıda olsalar da dünyadaki ve bölgedeki bilge insanlar tehlikenin farkına varıp harekete geçecek mi? Devlet yöneticileri ülkelerinin pozisyonunu yeniden gözden geçirmeli, diplomatik çabaları yoğunlaştırarak, başkalarının egemenlik haklarına saygı duyan, iyi komşuluk ilişkileri geliştirmelidir.
Türkiye ve Rusya’nın ateşkes çağrısı ile İtalya’nın Serrac ve Hafter’i bir araya getirme girişimi önemli gelişmelerdir. Ayrıca ABD ile İran arasındaki gerginliğin şimdilik azalmış olması, Körfez ülkelerinin savaşı sakıncalı bulması ve diplomatik atak geliştirmesi de son derece olumludur.
Libya mı? İran mı? Askeri çatışma mı yoksa gerginlik sonrası diplomatik diyalog mu? kafa karıştırıcı cevapsız sorular…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Mustafa Yıldız