Güney yarım kürede, Hint ve Pasifik Okyanusları arasında kalan Okyanusya’nın en büyük kara parçasını oluşturan Avustralya, 2020 yılının ilk günlerinde, küresel iklim değişikliğinin sebep olduğu orman yangınları nedeniyle dünya gündemine oturdu.
Söz konusu yangınlarda hayvan popülasyonunun büyük bir bölümünü de kaybeden Avustralya’ya dair haberler, feci bir şekilde can vermiş binlerce hayvana ait seçme fotoğraflarla servis edildi.
Dünyanın farklı bölgelerinden gelmiş etnik çeşitliliği oldukça fazla olan göçmen nüfusunu, kıtanın tamamına yayılan geniş coğrafyasında nispeten refah içerisinde yaşatan Avustralya’daki yangınlar ve bu yangınların sebep olduğu hayvan ölümleri devam ederken, haber ajansları dünyanın uzak ucundaki bu büyük ülkede yaşanan bir başka fauna krizini gündeme taşıdı.
Kıtaya has olan kanguru ve koalaların da içinde bulunduğu yarım milyonu aşkın hayvan ve ölümlerine neden olan yangınlarla ilgili olmayan bu fauna krizi, bu defa doğal bir afetten kaynaklanmıyordu.
“Çevre ve Su Dairesi” (Department for Environment and Water) yetkililerine dayandırılan haberlere göre, Güney Avustralya’nın kuzey batısında yer alan Anangu Pitjantjatjara Yankunytjatjara (APY) bölgesinde yaşanan kuraklık ve vahşi doğada yaşayan hayvanların su tüketimi tehlikeli boyutlara ulaşmış durumdaydı.
Oldukça seyrek nüfuslu bir Aborjin topluluğunun yaşadığı bölgede, kuraklıkla mücadele edebilmek için vahşi doğada başıboş halde yaşayan hayvanların öldürüleceğini bildiren haberlerin merkezinde, büyük gruplar halinde hareket eden develer bulunuyordu.
Buna göre, kurak bölgelerdeki su kaynaklarını bulmak konusunda oldukça yetenekli olan develer, günlerce sürmesi ve helikopterlerle yapılması planlanan bir sürek avıyla sistematik bir şekilde öldürülecekti.
Bu çarpıcı haberlerin merkezinde bulunan ve kıta çapında milyonu bulan bir popülasyona sahip olan develerin, Avustralya’daki varlık sebebi aslında şimdilerde binlercesinin öldürülmesiyle aynı temel özellikten kaynaklanıyor.
Zira Avustralya’da yaşanan kuraklık nedeniyle öldürülmekte olan develer, ironik bir şekilde 19'ncu yüzyılda kıtanın iç bölgelerine yapılan keşif ve imar seyahatleri sırasında, susuzluğa dayanıklılık ve su kaynaklarını bulmak konusundaki yetenekleri sebebiyle Avustralya’ya taşınmıştı.
Kısa sürede binlercesinin öldürüleceği bildirilen ve aslında Asyalı olan bu develerin Avustralya’daki geçmişi yaklaşık bir buçuk asır öncesine uzanıyor, Avustralya’nın günümüzdeki refah seviyesine ulaşma serüveninin önemli bir parçasını oluşturuyordu.
Avustralya’nın ilk sürgünleri
Tarihi verilerden anlaşıldığı kadarıyla Avustralya’daki yaşam, günümüzden yaklaşık elli bin yıl önce, Güneydoğu Asya’dan gelen insanlarla başlamıştı.
Bu ilk insanların soyundan gelen ve “Aborjinler” olarak bilinen yerli halkın kıtadaki hakimiyeti, Portekizlilerin buraya gelerek kıtanın doğu kıyılarını haritaya geçirmeleriyle yavaş yavaş son buluyordu.
Bazı iddialara göre, Portekizli gemiciler söz konusu haritayı gizleyerek dünyanın Avustralya kıtasından haberdar olmasını önlemeye çalışmışlardı.
Avustralya'nın keşfine dair kesin bir tarih olmasa da Portekizlilerden sonra İspanyol ve Hollandalı denizcilerin kıtaya ayak bastığı 1606 yılı, Avustralya'nın resmi keşif tarihi olarak kabul görmüştü.
Bu zeminde en az Asya kıtası kadar kadim bir bilinirliği olsa da Batı merkezli tarih yazımında bir yeniden keşif hikayesi bulunan kıtanın kâşifi olduğu da söylenen William Janszoon'un günümüzde Cape York adıyla bilinen bölgeye gelişinin ardından 1650'li yıllara kadar çok sayıda Avrupalı, Avustralya kıtasına seyahat etmişti.
Kıtanın özellikle batı kıyılarında yapılan incelemelerin ardından Hollandalı kaşifler güneye de inerek, günümüzde Tazmanya olarak bilinen Abel Tasman bölgesini keşfetmişti.
1769 yılında kıtanın doğusundaki, Queensland'a gelerek kamp kuran ve buraya “New Wales” adını veren Kaptan James Cook, Hollandalılardan sonra bölgeye gelen ilk İngiliz olmuştu.
Çok geçmeden ülkesine dönen kaptan Cook, Avustralya kıtasını, İngiltere’deki kalabalık hapishanelerin yer sıkıntısına alternatif bir alan olarak gündeme getirecekti.
Bu öneriyi değerlendiren İngiliz hükümeti, Kaptan Arthur Phillip komutasındaki bir donanmayı, ülke hapishanelerinden toplanan yedi yüzü aşkın suçluyla birlikte Botany Körfezi ile Pittwater arasında bulunan bölgeye gönderme kararı almıştı.
Bu doğrultuda 1778 yılında Avustralya'ya gönderilen yüzlerce suçlunun kıtaya ayak basmasıyla, Avustralya'nın modern tarihi de başlamış oluyordu.
Bu gelişmeyle birlikte Avustralya'daki en eski yerleşim bölgelerinden olan Sydney, yaklaşık yarım asır boyunca İngiliz toplumunun istenmeyen, suçlu unsurlarını gönderdiği bir sömürge kolonisi olarak kullanılacaktı.
Bölgede yaşayan Aborjinler, İngiliz kolonileşmesine karşı çıkamadıkları için topraklarından olmuşlar, öldürülerek ya da esaret hayatının ağır koşulları yüzünden hayatlarını kaybetmişlerdi.
Aynı süreçte “Yeni Hollanda” olarak adlandırılan kıtadan, beklenen verimin alınamayacağı düşünülerek 19'ncı yüzyıla kadar herhangi bir sistematik yerleşim girişiminde bulunulmayacaktı.
1820'li yıllara gelindiğinde çok sayıda İngiliz asıllı göçmen kıtanın çeşitli yerlerine yerleşmiş, bir İngiliz sömürgesi haline gelen Avustralya, 1850'li yıllardan itibaren altın arayıcılarının hücumuna uğramıştı.
Genellikle kıyı bölgelere yerleşen İngilizleri, 19'ncı yüzyılın sonlarından itibaren eski dünyanın çeşitli yerlerinden gelen göçmenler takip edecek, Avustralya’nın keşfi ağır ve sessizce devam edecekti.
Silahla öldürülen ilk Avustralya devesi
Aynı zamanda dünyanın en büyük adası olarak da nitelendirilen Avustralya’nın kıyılardan iç bölgelere doğru işgal ve keşfi, uzun yıllara yayılan bir süreçte gerçekleşmişti.
Kıtanın yeni yerleşimcileri bu dönemde, en az yerli direnişçiler kadar kıtanın uçsuz bucaksız ve yer yer kurak olan coğrafi şartlarıyla da mücadele etmek zorunda kalmıştı.
1830'lu yılların sonlarında kıtanın bir ucundan, diğer ucuna hareket ederek iç bölgelere yapılacak seyahatleri zorlaştıran su sorunu ekseninde çözümler bulunmuş, hem susuzluğa dayanıklı hem de kurak bölgelerdeki uzun yolculuklar sırasında su kaynaklarını bulmak konusunda yetenekli olan develerden faydalanılmasına karar verilmişti.
Bu kararın alınmasında, kayıtlara göre Avustralya’ya taşınan “Harry” adlı ilk devenin 1840 yılında kıtaya götürüldükten sonra coğrafi şartlara kolaylıkla uyum sağlamış olması da etkili olmuştu.
İlginçtir ki, Avustralya’ya götürülen bu ilk deve de bir buçuk asrı geçkin bir süre sonra şimdilerde toplu olarak yok edilen develerle aynı kaderi yaşamış, - yanlışlıkla da olsa – kıtadaki ilk Avrupalı yerleşimcilerden biri olan sahibi tarafından vurularak öldürülmüştü.
Eş zamanlı olarak Avrupalı sömürgecilerin, dünyanın diğer coğrafyalarındaki keşif yolculuklarında da kullanılan ve atlardan daha dayanıklı ve özellikle yük taşıma konusunda daha güçlü oldukları için tercih edilmekte olan develerin, toplu olarak Avustralya’ya taşınmaları ilk olarak 1860 yılında gerçekleşmişti.
Başlangıçta yirmi dört deveden oluşan bir deve sürüsü, beraberlerinde hayvanların bakımını ve idare edilmesini sağlayacak olan çobanlarıyla birlikte Afganistan’dan taşınıp, gemilere yüklenerek Avustralya’ya götürülmüştü.
Bu ilk deve sürüsüyle birlikte Avustralya’ya götürülen Keşmirli Dost Mahomed ve arkadaşları Burke ve Wills şehirleri arasında "Royal Society of Victoria" şirketinin denetiminde seferler gerçekleştirirken Dost Mahomed ve Esan Khan, aynı zamanda kıtadaki Müslüman topluluğunun temelini atmışlardı.
Dost Mahomed'in vefatının ardından ikinci bir Afgan deve çobanı grubu, beraberlerindeki yüz yirmi deveyle 1866 yılında Avustralya'ya gelecek, sonraki yıllarda Afganistan ve Hindistan alt kıtasından getirilen binlerce deve ve beraberlerindeki deve çobanlarının Avustralya kıtasına göçleri devam edecekti.
Avustralya’ya yapılan deve sevkiyatının sonucunda Afganistan başta olmak üzere, Hindistan, Pakistan, İran, Mısır ve hatta Anadolu coğrafyasından taşınan develerin Avustralya’daki nüfusu yıllar içerisinde on binleri aşacaktı.
Asyalı develerin Avustralya sürgünü
"Sepoy" adı verilen ve başlangıçta Avustralya kıyılarından iç bölgelere doğru uzanan çeşitli yol güzergahlarını takip ederek yeni yerleşim alanlarına erzak götüren Afgan deve çobanları, kıtanın yeniden keşfi ve imarında önemli bir rol oynamıştı.
Beraberlerindeki develerin içgüdüsel yeteneklerinin de katkısıyla sulak alanları bulup buralarda kuyu açmak için kullanılan Sepoylar, tüm ülkeye yayılan demiryolu ve telgraf hattı inşaatlarında ve madenlerde çalıştırılmıştı.
Kıtanın güney ucundan, kuzeye doğru uzanan kervan yolları ve su kuyularının çevresine yerleşen Sepoylar, maden ocaklarının yaygın olduğu kasabalarda inşa ettikleri tenekeden barınakların bulunduğu mahalleler oluşturmuşlardı.
Afgan deve çobanları öznesinde Güney Asya kökenli gruplar ve kalabalık deve sürülerinin Avustralya'ya taşınması, kıtadaki dayanıklı binek hayvanı ve göçmen işçi ihtiyacının sürekli artıyor olması nedeniyle 19'ncu yüzyılın sonlarında giderek artan bir seyir izleyecekti.
1901 yılına gelindiğinde yerel hükümet, koyu renkli insanların Avustralya'ya göçlerini yasaklayarak mevcut yerleşimcilerin ülke içindeki hareket serbestliklerini kısıtlayan bir kanun (Immigration Restriction Act) çıkarıyordu.
Tam da bu dönemde, özellikle Afgan asıllı göçmenlere karşı başlatılan anti-propagandaların varlığı, söz konusu göçleri yavaşlatmaya başlamış, öte yandan kıtaya yerleşmiş olan Müslümanlar arasında geri dönüşler başlamıştı.
Sepoyların sahip olduğu deve sürüleri, henüz ulaşım alt yapısı olmayan kıtadaki çetin coğrafi koşulları aşarak yapılan kıta içi keşifler ve yüzlerce kilometrelik güzergahlarda yapılan taşımacılık hizmetlerinde kullanılmıştı.
Ulaşım ve taşımacılık dışında yerel milis güçler tarafından, polis devriyelerinin binek aracı olarak da kullanılan develer, özellikle 1895-1902 yılları arasında yaşanan büyük kuraklık sırasında binek araçlarının dayanıklılığına olan ihtiyaç anlamında hayati rol oynamışlardı.
Develerin uzun yolculuklara olan dayanıklılıklarının ve bu yolculukları idare eden insanlar için hayati olan molaları gerçekleştirmek için su kaynaklarını bulabilmelerini sağlayan fizyolojik yapılarının azami derecede kullanıldığı bu süreç, uzun vadede kıtanın iç bölgelerindeki hayat şartlarının olumlu yönde değişmesinde etkili olmuştu.
20’nci yüzyılın başlarında şehirlerarası ulaşım alt yapısı gelişmeye başlamış ve taşımacılık konusunda develere olan ihtiyacı asgariye inmiş olan Avustralya’daki teknik gelişmeler, onlarca yıldır kıtaya taşınmakta olan deve sürülerinin Avustralya’nın imarındaki hayati rolünü de yavaş yavaş ortadan kaldırmış durumdaydı.
Bir süre sonra çoğunlukla sadece çobanları tarafından küçük taşımacılık işlerinde ya da hayvancılık amacıyla beslenen ve turistik amaçlarla kullanılır hale gelen develer, zamanla tüm Avustralya kıtasına yayılan 1 milyonu aşkın bir popülasyona ulaşarak vahşi doğada kaderlerine terkedilmişti.
Dolayısıyla şu günlerde kıtanın ıssız sayılabilecek bir bölgesinde kuraklık açısından tehdit olarak görülmelerine sebep olan su kaynaklarını bulma konusundaki yetenekleri için bir zamanlar Asya’dan Avustralya’ya sürgün edilen develer, şimdilerde ironik bir şekilde yine aynı sebepten keskin nişancıların hedefi haline gelmiş durumda.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish