Eskiden sokaklarda, arsalarda oynanan futbol topu, artık sahalardan çok, borsaya, siyasete, medyaya, bilgisayar oyunlarına ve bahislere girerken, bu topun dokunduğu her şeyin para etmesi gerekti.
Öyle ki bu topla oynayan kulüplerin paraya çeviremedikleri her yıl, hanelerine işletme zararı olarak yazıldı.
Kulüplerin kuruluşları, dönemin ruhuna ve zorluklarına göre hep bir hikayeye ve romantizme dayanır.
Bu hikayeler; liman işçileri, maden işçileri, demiryolu işçileri, silah fabrikası işçileri ile başlarken, bazı kulüpler de baskıcı rejimlere karşı futbol oynayarak nefes aldı.
Roma-Lazio’nin siyasi karşıtlığında, Atalanta’nın kurulduğu Bergamo’da işçilerin ve Livorno’nun Musolini’ye karşı mücadelesinde, İkinci Dünya Savaşı'nda Nazilere karşı Dinamo Kiev’li futbolcuların ölüm maçında hep futbol topu vardı.
Fakat yıllar sonra artık bu top para etmeliydi, hem Lazio hem de Roma kazanmalıydı.
Çünkü maçlar artık, mavi ile kırmızının, Nike ile Adidas’ın, Messi ile Ronaldo’nın Kloop ile Guardiola’nın arasında oynanmaya başladı.
Bu kulüpler hangi amaçla kurulursa kurulsun, şu anda hepsi aynı amaç doğrultusunda, endüstriyel futbolun kurallarına uymak zorundalar.
Bu yüzden rekabet içinde oldukları rakiplerinin güçsüzleşmesine değil, ortak değer üretmeye odaklandılar.
Değer paylaşımı yaratarak rakiplerinin de büyümesiyle gelirlerinin artacağını fark ettiler.
Türk futbolu, yayın gelirlerinden 25 yılda 2,25 milyar euro kazandı
Türk futbolunda ise rekabet, değer yaratma üzerinden değil, rakibinin kaybetmesi üzerinden işledi.
Bu işleyişle gelen sistem daha çok parayı emerken arkasında milyonlarca euro borç bıraktı.
Türk futbolu, 1994 yılından itibaren yaklaşık 2,25 milyar euroluk bir yayın geliri elde ederken, bu para direkt taraftarın cebinden çıktı.
Bu harcanan paranın yanında 2,1 milyar euro üzerinde borç yapan Türk futbolunun yayın gelirleri dışında ticari gelirlerini de eklediğimizde, devasa büyüklükte paranın karşılığında bir başarı gelmedi.
Deloitte’nun raporuna göre; sadece 2017-2018 sezonunda Türk futboluna giren nakit paranın 731 milyon euro olduğunu belirtmek gerekir.
Harcanan bu kadar para ve bu kadar yüksek gelirlere rağmen yüksek borç yükü Türkiye’de futbol sisteminin kötü yönetildiğini gösteriyor.
Kontrolsüz harcama, kötü finansal yönetim, başarısız altyapı organizasyonları ithalata ve menajerlere dayalı transfer politikaları ve yerel başarı hedefi Türkiye’deki futbolun Avrupa’nın gerisinde kalmasının en büyük sebeplerinden bazıları.
Kaynak sorunu olmayan Türk futbolunda kulüp başkanların, göreve başlarken ve görevden ayrılırken bilanço açıklamamaları, şeffaflıktan ve denetimden uzak olmaları, kulüplerin kurumsal yönetimden uzaklaşmasına sebep oldu.
Sokakta akademilere, ofiste Futbol Denetleme Kuruluna ihtiyaç var
Sportif açıdan; altyapısız, üretmeyen sportif faaliyetler, işletme zararları, futbol sistemine giren kaynakların hoyratça tüketilmesi Türk futbolunu hastalıklı bir yapıya dönüştürdü.
Futbolu bıraktıktan sonra teknik direktörlüğe geçen ve bir eğitime tabi olmayan teknik direktörler, eğiticilerin eğitimsizliği ve yerel tartışmalar ile sürekli kaybeden bir futbol sistemi oluştu.
Futbolun yarattığı bu bataklık kurutulabilir. Öncelikle karar vericilerin futboldan, sağlıktan ve pedagojiden anlayan eğitmenler, teknik direktörler yetiştirmesi gerekiyor.
Sisteme giren milyarlarca euronun küçük bir kısmının altyapıda, mahalle takımları ile akademiler ve çocuklara yatırılması bile genç işsiz sayısının oldukça fazla olduğu ülkede istihdam yaratabilir.
Almanya’da 2002-2012 arasında altyapı yatırımları 700 milyon euro civarında.
Bununla beraber kulüplerin artık şirket gibi yönetilmesi ve yöneticilerin hesap verebilir olması gerekiyor.
Daha önce gündeme gelen, fakat tartışılmayan BDDK, EPDK, SPK gibi Futbol Denetleme Kurulunun hayata geçmesi gerekiyor.
Zira kulüpleri zarara uğratanlar, gelecek nesillere koca bir enkaz bırakıyorlar.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish