Çingenelere neden Firavunoğulları denir?

Mehmed Mazlum Çelik Independent Türkçe için yazdı

Bilhassa Türk edebiyatında pek çok şiirde Çingenelere firavunoğulları denilmektedir.

Bu tanımlama Firavun tipolojisinden ötürü kötü bir anlam taşımaktaysa da sonda söyleyeceğimizi başta söyleyerek dosyamıza başlayalım.

Velev ki Mısır'daki Kıptilerden hareketle bu tanımlama şairlerimizin pelesenk olmuşsa da burada Çingenelerin utanacağı hiçbir durum söz konusu değildir.

Evet, Firavunların bir kısmı dini tarihimizde buğz edilmiş kişiler olsa da iddia edildiği gibi Çingeneler, Firavun soyundan geliyorsa tarihin en büyük medeniyetlerinden birisini kurmuş olmakla iftihar etmelidirler.

Bu ön kabulden hareketle yazı boyunca tavrımız tarihin en mazlum halkı olan Romanlardan yana olacak ve bilhassa Divan edebiyatındaki bu düşmanca Roman diskurunu okurumuzun dikkatine sunacağız.


Kendilerine neden "Roman" diyorlar?

Çingenelere dünyanın neredeyse her coğrafyasında farklı bir isim verilmiştir.

Hint dilinde musikişinas anlamına gelen "Toyeng" denilirken Türkiye'de "Karaçi, Koçer, Pıpırı, Kıpti" gibi isimler veriliyor. 

Yine farklı farklı coğrafyalarda insanlar, Çingenelere hayat şekilleri ve tenlerinden hareketle "Mustalöinen" (Kara), "Faraonepene" (Firavun kavminden olan) ve "Kalo" (kara) gibi isimler vermiştir.

Çingeneler ise kendilerini sadece ‘İnsan' anlamına gelen "Roman" olarak tanımlamayı tercih etmiştir.
 

 

Hermen Berger "Çingeneler Mitolojisi" isimli eserinde ise 3 temel gruba ayırdığı Çingenelerin kökeni hakkında şu bilgileri vermektedir;

Kaldera Çingeneleri: Rumence'de kazanın adı calderadır. Adlarından da anlaşıldığı gibi çoğu kazancılıkla uğraşmaktadır. Onlarda diğer bütün Çingene grupları gibi yalnız kendilerinin gerçek Çingeneler olduğunu söylerler. İlk olarak balkan yarım adasından çıkmışlar, Sonra Orta Avrupa'dan Fransa'ya geçip, Lovariler, Boybalar, Luliler, Çurariler, Turko Amerikalılar olmak üzere beş kola ayrılmışlardır.

Gitanolar: Dış görünüşleriyle Kalderalar'dan ayrıldıkları gibi, gelenekleri ve lehçeleriyle de farklılık gösterirler. Kendi içlerinde İspanyol ya da Endülüslüler ve Katalonyalılar diye ayrılırlar. Gitanolara her yerde rastlamak imkânsızdır. Sadece Portekiz, İspanya, Kuzey Afrika ve Güney Fransa da rastlamak mümkündür.

Manuşlar: kendilerine Sinti de denilmektedir. Bu isim onlara verilme sebebi İndus kıyılarından geldikleri içindir muhtemelen. Orta Avrupa da ki Çingenelerdir. Üç alt guruba ayrılırlar. Valsikanlar (Fransız Sintiler), Gayrikanlar (Alman Asıllı Sintiler), Piemontesiler (İtalyan Sintiler).


Çingeneler tarihleri boyunca büyük zulümlere maruz kalmışlardı; ama İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya'sı tarafından sistematik bir soykırıma maruz bırakıldılar.

1942 tarihinde Nazi Komutanlarından Hienrich Himmer tarafından yürütülen katliam planı çerçevesinde Avrupa kıtasında yarım milyon Çingene öldürüldü. 

Naziler kurdukları Özel Einsatzgruppe timleriyle büyük bir Çingene avı başlatmış; Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda gibi geniş bir coğrafyaya yayılan Çingeneleri tek tek toplayarak insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecek imha planını hayata geçirmişti. 

Çingenelerin katledilmesi kadar acı olan bir başka gelişme ise bir tek Nazi savaş suçlusunun Çingene katliamından ceza almamasıydı.

1962 yılına kadar süren savaş suçlarının yargılamalarının tamamı Yahudi Soykırımı çerçevesinde ele alınırken yarım milyon Çingenenin soykırımı dünya vicdanı tarafından görmezden gelindi. 
 

 

Osmanlı ve Çingeneler

Çingeneler tarih sahnesinde birçok coğrafyaya uğramışlardı. Bu duraklarından birisi de Mısır'dı.

Bu sebeple başta Osmanlı olmak üzere Çingeneler birçok yerde "Kıpti" olarak bilinirdi. 

Bir rüya üzerine dünyayı dolaşarak büyülü bir eser meydana getiren Seyyahımız Evliya Çelebi, Çingeneler için farklı tanımlamalar kullanmaktadır.

Evliya'nın Kavm-i Kababete olarak nitelediği Çingeneler için Firavun soyundan gelen bir toplum olduğu iddiasında bulunmaktadır.

Halil İnalcık'ın belirttiğine göre; özellikle Üsküdar civarında yaşayan çingenelerin ilk defa İstanbul'a Fatih Sultan Mehmet tarafından getirildiği ve 31 ailenin bu göçe iştirak ettiği tespit edilmiştir.

Efsaneye göre Nemrut'un emriyle Hazreti İbrahim'i ateşe atan Çin ve Gen kardeşlerin soyu da Çingenelere atfedilse de bu etimoloji büyük bir yalandan ibarettir.

Farsça çalgı anlamından gelen ‘Çeng' kelimesinden türetilen Çingene; raks edip dans eden anlamında kullanılır.

Osmanlı döneminde de Çingeneler daha çok eğlence hayatının asli unsuru olmuşlardı.


En önemli Çingene ulusu Karagöz'dü

Çingeneler Osmanlı'nın kuruluşundan itibaren eğlence hayatında yer almaya başlamışlardı.

Bunun en mücessem örneği Hacı Evhat, yani bilinen bir diğer ismiyle Karagöz'dü. 

Aslında Çingenelerin makûs talihini en iyi anlatan örnek de Hacı Evhat'ın hayatıdır.

Orhan Gazi döneminde Osmanlı tebaası içerisinde Müslüman olan Karagöz, arkadaşı Hacı İvaz (Hacivat) ile beraber halkı öylesine neşe ve eğlenceye sevk etmişti ki bu durum bir takım tutucu kimselerin tepkisine neden olmuştu.

Orhan Gazi, gelen eleştiriler sonucu Hacı Evhat'ı ve İvaz'ı boğdurmuş; ama sonrasında bu kararından pişmanlık duymuştu.

Mevlid'in yazarı Süleyman Çelebi, Karagöz'ün toplumda meydana getirdiği etki ve güçlü mirası için şu dizeleri yazacaktı;

Nakş-ı sun'un remzeder hüsnünde rü'yet perdesi 
Hâce-i hükm-i ezeldendir hakikat perdesi


Çingeneler, Karagöz örneğinde görüldüğü gibi halk tarafından çok sevilirken aynı güruhun nefretine de maruz kalabiliyordu. Bunun belki de en kötü kanıt deyim ve atasözlerimize yerleşen Çingene deyişleridir;

Çingene çoğaldıkça çeribaşı iftihar eder,
Çingenenin evi yanar kendi davul çalar,
Çingene çalar, Kürt oynar,
Çingene evinde musandıra,
Çingene borcu,
Çingenelik,
Çingeneleşmek…


Sayısını artırmanın mümkün olduğu bu sözler Çingenelere genel yaklaşımı ortaya koyar; oysa kötü bakan kötü görür.

Bir de Ahmet Haşim'in baktığı gibi görebilmek için evvela tüm insani donanım ve estetiğe sahip olmak gerekir:

Çingene, insan tabiatına en yakın kalan güzel bir cinsidir. Zannedilir ki bu tunç yüzlü ve fağfur dişli kır sakinleri, beşeri şekle istihale etmiş bir takım yeşil ağaçlardır. Çingene bizzat bahardır. Çocukluğumda gördüğüm baharlardan bugün hatırımda kalan hayal; kırmızı, yeşil, sarı şalvar giymiş şarkı söyleyen ve el çırpan bir alay genç ki içinde tahta zurna çalıp bu musikinin vahşi kahkahalarının ardından müşabih akisleriyle vadileri inim inleten gene bir Çingenedir.


Osmanlı'nın Çingenelerle tarihte iki önemli münasebeti olmuştu.

İlki Mısır'ın fethinden sonra çöle sürülen Çingenelerdir ki bunun en önemli sebebi kargaşa sonucu meydana gelen yağmanın önüne geçmekti.

Bir diğeri ise Endülüs'teki katliam sırasında Osmanlı tarafından kıyımdan kurtarılan topluluklardan birisi de Çingenelerdi.

Osmanlı'da önemli bir devlet görevi almayan Çingeneler, toplumun en önemli müessesi olan izdivaç kurumunu tek başına ayakta tuttukları gibi bohçacılık, demircilik ve seyislik gibi önemli mesleklerin de aranan erbaplarıydı.

Bunun yanında toplumun yapmaktan kaçındığı kürekçilik ve cellatlık gibi mesleklerin de çoğunlukla Çingeneler tarafından tercih edilmesi onların kötü bir şöhrete sahip olmasına neden olmuştu. 

Reşat Ekrem Koçu, Osmanlı Çingenelerinin birçok kriminal vakanın başaktörü olmalarına rağmen kendi aralarında "zina ve livata" gibi sapkınlıkların bulunmadığını ve haklarındaki iddiaların çoğunun asılsız olduğunu belirtmektedir. 

Ayrıca Osmanlı, Kıpti Çingenelerinin Müslüman olanlarının da Cizye vergisine tabi olmaları ise Şeriata aykırı bir durumdu.

Buna rağmen Çingenelerden cizye toplanması eleştirilen bir konu olarak değerlendirilmekteydi.

Çingenelere bu yaklaşımın temel sebebi Osmanlı'nın vergi politikası olarak gösterilse de Müslüman Çingenelerin Müslüman olmayan Çingenelerle bir arada yaşamaya devam etmesi de önemli bir gerekçe olarak sunulabilir.

Müslümanlar arasında Hazreti İbrahim'i ateşe atmak ve Firavunun soyundan olmakla itham edilen Çingeneler, Hıristiyanlar tarafından ise Hazreti İsa'yı çarmıha geren çivileri imal edip çakmakla suçlanıyordu.

Bu temelsiz iddialar neredeyse her din tarafından dışlanmalarına neden olmuştu.

Hatta bazı eserlerde Çingenelerin devlet kademelerinde görev almamasını sözde ataları Firavunun bir laneti olarak değerlendirerek Dördüncü Mehmet dönemindeki malum hikâye ile açıklamaktadır.


Firavun'un çocukları diskuru

Divan edebiyatımızda Çingenelere yönelik çok ağır ifadeler kullanılmış ve çoğunlukla Firavun soyu olmakla isnat edilmişlerdi. 

Milattan önce 3 binli yıllarda Kuzey Afrika, Mısır merkezli kurulan Antik Mısır Devleti tarihin en uzun ömürlü devletlerinden hatta medeniyetlerinden birisidir.

Dünya insanlarının hala önemli bir kısmı mağara ve obruklardı gizlenirken Mısırlılar uzay bilimini kullanarak hesaplamalar yapıyor ve Nil sularının yükselişine göre hayatlarını tanzim ediyorlardı.

Hiyeroglif denilen kendilerine has yazı sistemleri ve gelişmiş edebi kültürleri ile bilinen dünyanın merkeziydiler.
 

 

Ayrıca kendileri ile kıyas yapılabilecek Antik Yunan ve Hint medeniyetleri, Mısır'ın güneşi altında aydınlanmaktaydı.

Elbette her medeniyetin de bir ömrü vardı ve eceli yaklaştıkça zalimleşmekteydi.

Son dönem Firavunların giriştikleri siyasi tavır esasen dinle çizilmiş kendi muhkem sınırlarını korumaya yönelikti.

Kölelerin ve sıradan insanların önderi olan İslam peygamberi Hz. Musa gibi kişilerce otoritelerinin sarsılması karşısında tutundukları tavır, Allah tarafından lanetlenmiştir.

Oysa Allah son mukaddes kitabında suçun şahsiliğine atıf yapmakta ve bir kişiye/topluluğa olan kinin kişiyi adaletsizliğe sevk etmemesini tavsiye etmektedir.

Yani Allah, tüm Mısır'ı ya da Firavunoğullarını lanetlememekte "Firavunluğa" karşı bir tavır almaktadır.

Buna rağmen şairlerimiz gayri İslami bir tavır takınmaktan çekinmemişlerdir. Buyurun bazılarına yakından bakalım.


Tırsi'den

Mahmûr Beg eger meclise balgam bırakursa 
Fir'avn enigidür 
Karışma söze sus bire Çingane disünler 
İtmeñ sözin isgâ (Tırsi)


Tırsi burada şair mahmur halinde olan aşığın şarap meclisine balgam bırakma ihtimalinde onun bir Firavun eniği olduğunu söyler. Elbette buradaki Firavun köpeğinden kasıt Çingenelerdir.


Bolulu Hanif'ten

Arabuñ çingenesi oldıġına şüphem yoḳ  
Ṣûret u sîreti zîrâ ki budur hep anuñ

(Arap'ın çingenesi olduğuna şüphem yok. Zira onun görünüşü, ahlakı tamamen öyledir.)


Bir kadın şairimiz Leyla Hanım'dan;

Çingâne midür aslı rakîbiñ nedir âyâ 
Gördüm anı sûk içre bugün geçdi elekle

(Bugün rakibi pazarda elinde elekle geçerken gördüm yoksa onun aslı (nesebi, ırkı) Çingene midir?)


Hanyalı Nuri Osman'dan;

Çingânesin desem saña vardır mahalli kim

Kaysı-fürûş aks-i tabatını be-hey bırak  

(Behey kayısı satan (meyve satan), öfke tabiatını bırak, bu halinle sana çingene desem yeridir).


Nef'i işi ten ırkçılığına kadar götürür

Benzemez hîç birine yetmiş iki milletden  
Çingene derdüm eger olsa sarı Çingâne


Sünbülzâde Vehbî de bu ırkçı diskurdan kurtulamayan şairlerden birisi olarak karşımıza çıkar:

Çekmedi vak'a-i Kıbtî'de bu rütbe havfı 
Kavm-i Fir'avn'ıñ elinden dahi Mûsâ-yı Kelîm

Sayısız örnekle bahsi geçen ırkçılığın sayısını artırmak mümkün.

Divan edebiyatımızda vaziyet bu kadar bedbaht da modern romanımızda Çingenelere karşı tutum nasıl diye baktığımızda ahval hiç de iç açıcı değil.

İlerleyen dosyalarımızın birinde mutlaka bu konuyu da ele alacağız.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU