Deprem öncesi ve deprem sonrası…

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Gelinen noktada Türkiye toplumunun psikolojik/moral halini değerlendirirken şöyle bir ayrıma gitmek gerekiyor kanısındayım:

Deprem öncesi ve deprem sonrası…

Deprem öncesi denebilir ki toplum olmaktan çıkmış görüntüsü veriyordu.

Parçalanmışlık yaşanıyordu.

Ortak, gönüllü yaşamdan bahsetmek acı bir şaka gibiydi.

Sokaklarda insan görüntüsü altında adeta barut fıçıları dolaşıyordu.

Saçma sapan cinayetler hele de önünün açıldığı çok belli olan kadın cinayetleri, hissedilir yoğun silahlanma, bölünme örnekleri giderek artıyordu.

 Ekonomik, sosyal, siyasal, ekolojik krizin etkilerini yaşamın her alanında görmek, duymak, yaşamak mümkündü.

Enflasyon üzerinden yurttaşların parasına el koyma, kredi ödemesini yapamayan yüzbinlerce insanın evine, arabasına, işyerine icra gelmesi kanıksanır olmaya başlamıştı.

Elektriğe, doğalgaza, ekmeğe, suya, kısacası her türlü yiyeceğe, içeceğe, giyeceğe, barınmaya, ulaşıma vesaire günübirlik yapılan zamlar zulüm ve işkence halini almıştı...

Ağırlaşan yaşam koşulları, artan işsizlik, açlık, derinleşip yaygınlaşan yoksulluk, yoksunluk ve çaresizlik Türkiye’yi yaşanmazlık girdabına sürüklüyordu.

Binlerce sermaye sahibinin bile kendini güvende hissetmeyip yurt dışına kaçması rastlantı değildi.

Güvensizlik ve güvencesizlik hali vardı; büyük sermaye sahipleri yatırımlarının önemli bir kısmını yurt dışına kaydırmada arıyordu güvenceyi.

Gelinen noktada sorun sadece Kürt sorununun çözümsüzlüğü değildi.

Toplum ve halkın ortak yaşam ideali ve en temel yurttaşlık hakları adeta uğursuz bir el tarafından ortadan kaldırılıyordu.

Toplum toplum olmaktan, yurttaş yurttaş olmaktan çıkıyor, toplumsallık ve yurttaşlık halinin tasfiye olduğu bir süreç yaşanıyordu.

Öte yandan iktidar yandaşı çevreler yoksullaşmayı yaşayan yurttaşların ‘gözüne sokarcasına’ tüketim çılgınlığı yaşıyordu.   Sorun bu kadar hayati idi.

Türkiye toplumu sadece içeride birbirinden kopmuyordu, dışarıda da kopuyor ve kendi dar dünyasına “kapanma”ya mahkûm oluyordu.

Bunların hepsi derinlemesine ve bütün yıkıcı sonuçlarıyla yaşanıyordu.

 

Deprem sonrası

 

Depremle birlikte bütün bu kötücüllükler enkazın altında kaldı da bitti mi?

Bitmedi, sürüyor…  Hatta ölüm, yaralanma, hastalık, hijyenik ortamda barınabilme, yaşama tutunabilmenin zorlukları bakımından katlanarak sürüyor.

Fark şu: Ölüm kalım koşullarının dayatması altında, çoktandır unutulan ötekini duyma, ötekini hissetme, yaşama tutunma dayanışma çıktı ortaya…

Halk öğreniyor, İhtiyaçlar halka çabuk öğretiyor.

Buna karşın Tekçi iktidar öğrenmiyor, 31 Aralık Yerel Seçim sonuçlarından öğrenmedi…

Nefis mücadelesinden kopmuş yaşam tarzı ihtiyaçlar kavramını hafızalardan silmiş sanki…

Toplum hayatının her alanına ve sektörüne derinleşerek yayılan, ekonomik, sosyal, siyasal, ekolojik kriz, yani milli kriz ’den de öğrenmiyorsa, deprem felaketinden öğrenmeli diyeceğiz ama pek ışık görünmüyor...

Deprem felaketi ile birlikte yönetim katından kaynaklanan insanlık krizi’nden öğrenmeli artık.

Kızılay’ın bile çadır bir yana, halktan ihtiyaç sahiplerine yardım diye topladığı kanı satmasının bir açıklaması varsa bilelim…

Toplum, halk… Yani yönetilenler bu denli liyakatsiz, bu denli sorumsuz, bu denli çıkarcı yönetememe halini, kısacası yönetim krizini kaldıramıyor.

 

Halk bir çözüm, bir değişim istiyor

 

Kendisini duyan, hisseden, ülke kaynaklarını çalıp çırpmayan, depremin felaketini katmerli yaşayan yoksul halkın kanını bile üç kuruşa satan, bu aşağı değerlerin diplerinde debelenen zavallılardan bu halkı kurtulmalı.

Evet… bütün bu kötücüllüklerin temelinde kaynakların önemlice bir kısmını tüketen Kürt meselesi yatıyor, doğru… Ne var ki devlet maliyesiyle, toplumuyla ahlaki değer yargılarıyla ülke öyle bir çözülme ve çöküntü görüntüsü veriyor ki, mesele Kürt-Türk, Alevi-Sünni meselesini çoktan aştı…

Mesele insanlık ve insan olma meselesi.

Mesele insanlık krizinden kurtulma meselesi…

Mesele güvensizlik ve güvencesizlik krizi’nden kurtulma meselesi.

Öte yandan Türkiye seçim sath-ı mailine girdi.

Kanlı bazı olaylar ihtimali dilendiriliyor.

Siyasi ortam sertleşme eğilimi gösteriyor.

Bu vaat en azından siyasi ortamın yumuşaması eğiliminin ifadesi de olur, kanlı çıkışları caydırabilir.

 

Biz 78 kuşağıyız

 

Evet… Biz 78 kuşağıyız, sağıyla soluyla 1970’li yıllarda ateşi ve kanı 6-7 yıl yaşadık ve 5 bin can kardeşimizi toprağa bırakarak, işkencelerden, zindanlardan geçerek bugünlere geldik…

Türkiye hala bu beş bin gencin hesabını vermedi ki bu, kendi yurttaşlarına karşı millilik-milliyetçilik taslayan “sığ” güçlülerden hesap sorulabirliğinin caydırıcılığının olmadığı demektir, en iyi niyetli deyimle zayıf olduğu demektir.

Bu memlekette kanlı ihtimalleri hafife almak tehlikelidir!

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU