Yaklaşan fırtına

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Twitter

Seçimler yaklaşıyor ve siyasi durum, ittifaklar, ittifaklar içinde yaşananlar üzerine birkaç bölümlük bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Bu vesileyle, son derece nazik böylesi bir dönemde sol içinde çıkarılan kimi dedikoduları da aydınlığa kavuşturmaya çalışacağım...
 


Ülkemiz siyaseti açısından çok zorlu bir dönem yaşıyoruz.

Yaklaşan seçimleri pek çok yurttaş adeta yaklaşan bir felaket gibi bekliyor.

Zira hiç normal olmayan bir süreç yaşıyoruz. Yaşamın her alanında durum böyle.

Her yerde silahlar patlıyor, mafya hesaplaşmaları iktidarın her iki ortağıyla iç içe geçen bir muhteva kazanıyor, yine her iki ortaktan hukuku artık tamamen hiçe sayan açıklamalar geliyor, azıcık muhakeme yeteneği olan her yurttaş yaklaşan seçimleri, "Acaba daha nasıl felaketler yaşayacağız" kaygısıyla birlikte düşünüyor...

Bunları ileride ayrıntılandıracağız...

Önce birkaç tespitte bulunalım...

İktidarın göz boyama maksatlı bir takım ekonomik adımları en fazla üç gün işe yarıyor. Emekli ve memur maaşlarına yapılan zam, daha zamlı maaş hesaba yatmadan önce eridi gitti, hatta reel olarak geçen aydan daha yoksul hale geldik.

Ve bir taraftan da, iktidarın ekonomik desteklerinin esas olarak yine sermayeyi ferahlatmaya yönelik olduğunu herkes idrak ediyor.

Patronlara verilen 400 liralık asgari ücret pirim desteği mesela... Bu destek kimin cebinden çıkıyor?

Elbette vergilerden ve yine vergisini peşin peşin veren emekçilerden...

Neyse...

Son tahlilde, iktidarın seçim öncesi süreçte halkı ekonomik olarak rahatlatıp oy oranını artırabilmesi mümkün görünmüyor.

Açılışlar yapmaları, her parçası dışarıdan gelen ve Türkiye'de montajlanan sözde 'yerli' otomobil, 'yerli' uçak ya da "Uzaya çıkıyoruz" palavraları da beklenen oy desteğini sağlamayacak, bu açık.

O halde AKP ve küçük ortağı MHP ne yapacak?

Birincisi, halkı korkutmayı, ortalığa dehşet salmayı sürdürecekler.

Zaten artık ortalıkta iyice boy göstermeye başlamış olan mafyatik bağlarıyla, paramiliter unsurlarıyla, en ufak eleştiriyi karakol-mahkeme yollarına düşüren hukuksuz uygulamalarıyla, muhalif belediyelere dönük saldırılarıyla, her gün teşhir olan trol ordularıyla, daha bir sürü mide bulandıran girişimleriyle...

Bunlar sürecek, hepimiz görüyoruz.

İkinci ve esas planları ise alışıldık ve basit: Muhalif bloklar içinde husumet yaratma, mümkünse bölme, her türden provokasyonla bağları zayıflatma çabaları...

Bilmiyorum, belki yanılıyorumdur ama halkın muhalif kesimlerinin önemli bir bölümü iktidar bloğundan gelen tehditlere, korku ve dehşet salma girişimlerine artık boyun eğmiyor.

Muhalefet partileri de, ayrımsız söylüyorum, bu konuda iyi tutum alıyor.

Tabii saldırılara direnme şampiyonu HDP'dir, haklarını vermek lazım. Binlerce yöneticisi hapiste, tüm belediyelerine kayyum geldi, parti kapatılma tehdidi altında, Hazine yardımına el kondu, onlar umursamadan yollarına devam ediyor.

Selahattin Demirtaş tutsak tutulduğu hapishaneden iktidarla dalga geçiyor. Seçim şarkısı yazıp besteliyor!..

Türkiye İşçi Partisi'nin dört milletvekili gösterdikleri müthiş performansla takdir topluyor. Parti üye sayısını ve etkisini neredeyse her gün katlayarak artırıyor.

Öte yandan, AKP'den kopanlar da dahil 'Altılı Masa', CHP, İyi Parti, tehditleri iyi karşılıyor. Bunu da eklemeliyim.

Cüret ve cesaret bulaşıcıdır. Korkup sinme eğilimine giren yurttaşlar da birilerinin hiç de kendileri gibi davranmadığını gördüğünde sindikleri yerlerden tekrar doğruluyor.

Bu yüzden, seçim öncesi korkutma operasyonlarının tutacağını sanmıyorum.

O halde, muhalefetin esas dikkat etmesi gereken, Tayyip Erdoğan'ın bugüne dek en iyi becerdiği iştir: Muhalefeti bölmek...

Bazı mevzuları açık açık konuşmak lazım: İktidarın İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve başkan Ekrem İmamoğlu'na yönelik saldırısı, "Belediyede teröristler var" tertipleri, evet, seçim öncesi İstanbul'da belediyenin imkanlarını ele geçirme maksadı taşıyor olabilir ama bana kalırsa 'altılı masa'nın cumhurbaşkanı adaylığı etrafında dağıtılmasını da hedefliyordu.

Adı bir dönem adaylık tartışmalarında haddinden fazla telaffuz edilen İmamoğlu'nun bu konuda çok hevesli olduğu biliniyor. Hatta Türkiye turuna çıkmaya bile yeltenmişti.

O tur girişimi tabiri caizse başlamadan bitti.

Pek bir prensibi olduğunu zannetmediğim Ekrem İmamoğlu, tur otobüsüne 'gazeteci' diye Nagehan Alçı'yı alınca prensipler konusundaki zafiyeti açığa çıktı, kitlesel bir tepkiyle karşılaştı ve kendi fikrini oluşturabilen muhalif kesimler nezdinde herhangi bir ciddiyeti kalmadı.

Ne var ki, mahkemenin hakkında verdiği cezanın ardından Meral Akşener'in de desteğiyle kürsüye çıkıp, "Hâlâ gençliğimiz var" diye seslendiğini ve defteri yeniden açtığını gördük.

Bu hem CHP içinde, hem Altılı Masa'da kısa süreli bir krize yol açtı ama İmamoğlu sonunda kendi sınırlarına çekilmek durumunda kaldı.

Peki Meral Akşener?

Öyle görünüyor ki, partisinde Kılıçdaroğlu'nun adaylığına duyulan tepkiyi kontrol altında tutmak için İmamoğlu'nu bir teselli mankeni olarak afişlerinde kullanmayı tercih ediyor.

Bakacağız, göreceğiz...

Şöyle özetleyeyim: Halkın önemli bir kısmı, iktidardaki AKP-MHP bloğunu "kurtulmak gereken bir musibet" olarak görüyor.

Dindar ya da milliyetçi tabir edebileceğimiz ve geleneksel olarak iktidar bloğundaki partileri desteklemesi beklenen kesimlerde de bu his yaygınlaşıyor.

Akıl ve izan sahibi herkes bu ortak noktada birleşiyor.

Evet, iktidar imkanlarını kullanarak kurumsal bir hukuksuzluk tesis eden bu bloğun yenilmesi, ülkenin sürüklendiği felaketten kurtulması için esastır.

Ve ısrarla vurgulamak istiyorum: Bu şu ya da bu ittifakın değil, tüm muhalefetin sorumluluğudur. Tüm muhalefet kendi üzerine düşen sorumluluğun farkında olmalıdır.

İrili ufaklı bütün muhalefet partileri, çevreleri kendi içinde sağduyulu davranmalıdır. İktidarın böl-yönet siyasetine kimse çanak tutmamalıdır. Cumhurbaşkanlığı adaylığı ve/veya önemsiz parti çıkarları için büyük mevziler dağıtılmamalıdır.

Ve, "Sokaktan uzak dur, sandığı bekle" söylemini artık herkes terk etsin lütfen. Kimse emekçileri, halkı seyirci konumuna itmesin.

Hakkını aramak, gösteri yapmak, örgütlenmek anayasal bir haktır, bunu kimse unutturmaya kalkmasın.

İktidardan gelen hukuksuzluk hangi muhalif kesime yönelirse yönelsin karşısında durmak ve mesela Ekrem İmamoğlu örneğinde olduğu gibi sokakta halkın tepkisini göstermek son derece önemlidir.

Ve açıkça söyleyelim, hukuksuzluk seçimlere sirayet ederse, ki bu ihtimal hiç de göz ardı edilecek cinsten bir ihtimal değil, sonucu yine sokak belirleyecektir.

Öte yandan, AKP-MHP bloğunun aynı zamanda kırılgan bir bileşim haline geldiğini tespit edebiliyoruz. Her taraftan fışkıran yolsuzluk belgeleri bir vaka ama esas İçişleri Bakanı Süleyman Soylu iktidar bloğunun yumuşak karnı haline geldi.

AKP-MHP harcı Soylu üzerinden çatlıyor.

Muhalefet bunu tespit etti ve yükleniyor.

Başka deyişle, Tayyip Erdoğan'ın karşı safları bölme taktiği artık kendisine karşı işliyor.

Sedat Peker'in iddialarından pek çok suçluyla çekilmiş fotoğraflarına, İçişleri trollerine kadar Süleyman Soylu'yu köşeye sıkıştıran türlü malzeme var.

Ve kanaatimce Soylu zengin imkanlar sunmaya devam edecek...

Biz de önümüzdeki birkaç bölümde ittifakları, adaylık tartışmalarını, ittifaklar etrafında çıkarılan dedikoduları daha ayrıntılı biçimde ele almaya devam edeceğiz...

Şimdilik hoşçakalın...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU