Zamana direnen zanaatkarlar (4): Diriye de ölüye de ağaç lazım

"Şimdi millet naylon oldu, modoren oldu, buna gerek kalmadı"

Kars'ta yaşayan Mehmet Can, 1938 yılında doğmuş. Babadan kalan mesleği sürdüren marangoz Mehmet Usta, akşam 8'de uyuyup sabah 4'te uyanıyor, 7-8 gibi de dükkânı açıyor.

Gözleri uzaklara kayan her insan mutlaka geçmişi gözlerinin önünden geçirir. O da buna uyuyor. Kars'ın arka sokaklarında kale kalıntılarının olduğu eski bir dükkânda hâlâ ağaç yontmaya devam ediyor.

Zamanın içinde kalmış bir anıt gibi. Bu anıt, titreyen gövdesine rağmen hayattan vazgeçmeyerek her gün aynı titizlikle yaşıyor.

Yaşamı sürdüren bir elin hareketiyle ayakta. Ama yaşamın bu kadar hırpalandığı bir çağda, eskiyi aramanın derdi olduğunu söylerken, içeriye birkaç kişi giriyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Yaşlılığın verdiği bir huysuzluk var üzerinde, konuşturmaya çalışıyorum. Fakat o sorulan her soruyu kısa kesiyor.

Hal böyle olunca, ben de fazla sıkmıyorum. O içinden geldiği gibi anlatırken, dükkânın duvarına dayalı tahtalar, yer sofraları, kapılar yan yana istiflenmiş.

Zemin bir yerde aşağı iniyor, oraya bir soba kurmuş. Yonttuğu ağaçlardan arta kalan talaşları sobaya doldurmuş. Sobanın üzerinde de küçük bir demlik var.

Hemen camekanın önünde oturmuş Mehmet Usta, bir yandan çayını yudumluyor. "Tam da yemek saatinde beni yakaladınız" diyor. Poşetten tasını çıkarıp yemeğini kaşıklamaya başlıyor.
 

 

Kars'ın sisli puslu havasının ortasında dükkânın önünden gelip geçenler selamlarını eksik etmiyor.

Mehmet Amca, yıllar önce özellikle yörede yaygın olan yayık için kısa bir mesele anlatıyor. Fakat sürekli bölünüyor. İçeriye girenler, çıkanlar ne ona ne de bize rahat veriyor.

Mehmet Usta'ya daha çok köylüler uğruyor, ya eski bir sandalyeyi ya bir yayık parçasını ya da ısmarladığı kapıyı, pencereyi soruyor.

Onları sorduklarını da kısa kesiyor. Yine yerine oturuyor. "Sen sor, ben yanıtlayayım" diyor. 

Marangoz mesleğinin neden artık kıymetli olmadığını soruyorum. "Şimdi millet naylon oldu, modoren oldu, buna gerek kalmadı" diyor.
 

 

Yılların huysuzluğu mu, günün ters saati mi bilemiyorum. Bir aksi, bir aksi sormayın gitsin. Yine de diretiyorum. "Soracağım" diyorum; "cevap alacağım ondan." .

Ama nafile. Konuşmuyor ağzı belki ama yüzü ve gözleri durmadan konuşuyor. Çıkarıp masaya koyduğu gözlüğü bile bir şeyler anlatıyor.

Anlatsa anlatsa sessizliği anlatır da bana cümleleri lazım. Kıyıdan köşeden bir şeyler çıkıyor. Bereket versin.

Mehmet Usta istiyor ki, hiç kimse ona bir şey sormasın, anlatmasın. Öylece durayım da işimi yapayım, ağacın kokusunu içime çekeyim, dercesine bakınıyor.

Sonra, "Ölüye de diriye de ağaca lazım, yaşantıya…" diyor. 
 

 

"Marangozluk senin için ne ifade ediyor" diye soruyorum. 

"Benim için veli nimettir, insanın en büyük sağlığıdır" deyip olayı başka yere çekiyor Mehmet Usta, "Şimdiki gençlerde sağlık yok. On, on beş, on sekiz yaşlarındaki çocukları gör sigarayı dumanlıyor. Sonra onlara dönüp, sen hastalığı mı, sağlığı mı, seviyorsun, diye soruyorum."

Ama hâlâ nereye konuyu getirebileceğini hesap edemiyorum, "Bu ağacın kokusu neden veli nimettir, biliyor musun? Çünkü ağacın kokusu sağlıktır" diyor. 

Mehmet Usta, aksi olduğu kadar sessizlikle de yaşamayı seviyor.

Yarından sonra ne olur bilinmez. Ama mesleklerin çoğu yok olmak üzere. Yalnızca anısı kalacak gibi. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU