Yazar Jules Verne'nin satırlarında Türkler ve Osmanlı

Aya Seyahat, Denizler Altında Yirmi Bin Fersah, Seksen Günde Devr-i Âlem ve Dünyanın Merkezine Seyahat gibi eserlerle bilhassa çocukluğumuzda hoş sadalar bırakan Jules Verne "İnatçı Kareban" isimli eseriyle Türkleri de ele alır

Resim: Stephen Warde Anderson

Osmanlı Devleti her daim Batılı seyyah ve yazarların ilgi odağı olmuştur.

Haçlı Seferleri ile öfke temelli bu merak, Batılıları cezbetmiş ve Şarkiyatçılık olarak tanımlanan kendi başına devasa bir literatür oluşturmuştur.

Batı'nın öfkesi zamanla ilgiye dönüşmüş; Doğu-İslam alemini nesneleştiren bir sürece evirilmiştir.

Türklerin haremi, giyim kuşamı, günlük hayatı üzerine Batılı yazarlar gerçeklerden saparak çeşitli kanılar ve efsaneler geliştirirler.

Elbette bunların yanı sıra Doğu'nun hazineleri-zenginlikleri Batılı aydınların ilgi odağı olmuştur. 

Yalnızca 1800-1900 yılları arasında Batı'dan Doğu'ya gelip eser veren 60 bin seyahatnamenin varlığı bu durumu çıplak bir hakikat olarak önümüze koymaktadır. 

Doğu'dan da elbette seyyahlar, sefirler ve öğrenciler Batı'ya gitmişlerdi.

Onlardan bize kalan seyahatname, sefaretname ve diğer eserlerden anladığımız tek hakikat oraya giden her Doğulu ancak Batı'nın şahaneliğini ya da tırnak içinde şeytanlığını tasdik amaçlı bulunmuştu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Daha komiği hiç Batı'ya gitmeden yazılan eserlerin dahi bulunmasıydı ve onlar da gidenlerden çok farklı bir durum arz etmiyordu. 

Şarkiyatçılık olarak tanımlanan Batı ilgisi, Doğu'ya dair ön kabulü şu şekildedir, Müslümanlar-Türkler kendilerini yönetemeyecek uygarsız toplumlardır.

Batı'dan çok Doğu'nun Batı medeniyetine ihtiyacı vardır.

Diğer ön kabul ise Doğu nefretidir. Ne yazık ki en bilge Batılı yazar bile Doğu'ya dair bir kelam etmeden önce nefret ettiğini söylemeden geçememektedir. 

Saint-Marc Girardin 15 Mart l 862'de Revue des Deux Mondes 'da (İki Dünya Dergisi) şunları yazar:

Fransa'nın Şark'ta yapacağı çok şey var, çünkü Şark Fransa'dan çok şey bekliyor. Dahası Fransa'nın yapabileceğinden fazlasını istiyor ondan mümkün olsa, bütün geleceğini seve seve Fransa'nın ellerine bırakırdı.


Velhasılıkelam, Batı'nın gözüyle İslam-Osmanlı merkezli metinlerin tamamında yukarıda zikrettiğimiz olgular kaçınılmaz gerçekler olarak karşımıza çıkıyor.

Meşhur yazar Jules Verne'nin de Türklerin pek az bildiği ama Türkleri konu alan "İnatçı Kareban" isimli bir romanı bulunur. 

Zaten romanda Türklere dair yaptığı betimleme ve yorumlardan da kolaylıkla anlaşılacağı üzere eser, Şarkiyatçı literatürün mücessem örneklerinden birisi olarak karşımıza çıkıyor. 
 

 

"İnatçı Kereban" ve Verne'nin Doğu algısı

Verne, kendisinden önceki Şarkiyatçılar gibi doğuyu bir renk cümbüşü içerisinde betimler.

"Binbir Gece Masalları" misali bir girizgâh şüphesiz okuyucunun ilgisini cezbedecektir:

İlk anda dikkati çeken kıyafetlerin renk karmaşası olmadığında bile, Sultan Mahmut Camii'yle, onun fidan gibi minareleriyle, Çin mimari tarzındaki küçük çatısından şu anda mahrum bulunan Arap stili güzel çeşmesiyle, bin çeşit şerbet ve şekerlemenin satıldığı dükkânlarıyla, güzel koku ve tespih satıcılarının tezgâhlarıyla tezat oluşturan kabak, İzmir kavunu, Üsküdar üzümü dolu sergileriyle, kayıkçılarının ellerindeki çifte küreklerin Altın Boynuz'un ve Bogaz'ın mavi sularını dövmekten çok okşadığı, çiğ renklere boyanmış yüzlerce kayığın yanaştığı iskelesiyle bu meydan bir resim kadar güzeldir ve sanki göz zevki için yapılmıştır.

(İnatçı Kereban - İthaki Yayınları)


Bu veciz betimlemenin hemen ardından İstanbul'un envai çeşit millet cümbüşünü resmederek devam ediyor.

Verne, son derece akıllı bir şekilde klasik Şarkiyatçı anlayışa uygun bir tavırla eserine giriş yapıyor:

Fakat bu saatte, Tophane Meydanı'nın her zamanki insanları neredeydi? Başlarına şık astragan kalpaklarını geçirmiş şu İranlılar, bin plili fistanlarını zarifçe sallayan Rumlar, neredeyse her zaman askeri kıyafetli olan şu Çerkezler, kendi sınırlarının dışında bile elbiseleriyle Rus kalmış olan şu Gürcüler, nakışlı ceketlerinin yakalarından güneş yanığı tenleri görünen şu Arnavutlar ve nihayet şu Türkler, şu Osmanlılar, eski Bizans'ın ve yaşlı İstanbul'un çocukları şu Türkleri neredeydiler. (age)
 

Tütüncü Kareban.png
Tütüncü Kareban

 

Romanın başkahramanları Hollandalı tütün tüccarı Van Mitten ve kahyası Bruno son derece iyi Türkçe konuşuyor olmaları tesadüf değildir, çünkü Batı, Türkleri çok iyi bildiği kanısını ileri sürer. 

Bir ramazan ayı İstanbul'u arşınlayan iki yabancının öyküsünde Verne, elbette kaçınılmaz olarak Türklerin münafıklığına girmeden durmaz;

Ve, başını belaya sokma tehlikesine rağmen inancına ters düşmekten pek de rahatsız olmayan bu mümin bir sigara yaktı ve iki üç nefes çekti. 

'Dikkat et!' dedi arkadaşı, 'ulemadan tahammülsüz birkaçı geçerse görürsün!' 

'Tamam, hemen dumanımı yutarım ve hiçbir şey fark edilmez!' dedi öbürü. (age)

 

Hollandalı Tüccarlar.png
Hollandalı tüccarlar

 

Verne, Batılı bir yabancının gözünden hayal edilen İstanbul'u aktararak yaşanılan hayal kırıklığını dile getirir.

Bu minvalde eserinde Doğu'nun bilinmediğini düşündüğü yönlerini işlediğini öne sürerek Doğu'yu ne kadar iyi tanıdığı tezini güçlendirmiş olur:

Sabırlı ol Bruno, sabırlı ol! Daha biz geleli birkaç saat oldu! Bu arada itiraf edeyim, benim hayal ettiğim İstanbul da bu değildi! insan tam anlamıyla Doğu'da bulacağını sanıyor kendini, bir 'Binbir Gece' hülyasına dalacağını hayal ediyor, fakat kendini hapsedilmiş hissediyor... (age)


Verne, ilerleyen satırlarda Batılıların Doğu hakkındaki kanılarını da hicvederek kendi kanılarının ne denli güçlü olduğuna ikna etmiş olur:

Saray! diye bağırdı Bruno,

Ne yani, Sultan'ın seksen bin odalığıyla birlikte yaşadığı saray bu mu?

Seksen bin biraz fazla Bruno! Bence bir Türk için bile fazla! Sadece tek bir kadınla evlenilebilen Hollanda da bile aile hayatını sürdürmek bazen hiç de kolay olmuyor. (age)


Romanın Türk kahramanını tanımlarken Doğu'nun kendi içerisinde başlayan Batılılaşma sürecini ele alan Verne, teknoloji reddini Batı karşıtlığı ile beraber alır:

Gerçekten de Bruno, bu önemli tüccar, burada neler olup bittiğini bize açıklayacaktır. Bu adam tam bir Osmanlı'dır, eski kuşak Türklerdendir. Yeni fikirleri de kabul etmez, yeni alışkanlıkları da, modern sanayinin bütün icatlarını reddeder, demiryolu yerine posta arabasını, buharlı vapur yerine yelkenliyi tercih eder. 20 yıldan beri birlikte iş yapıyoruz, dostum Keraban'ın fikirlerinin zerre kadar değiştiğini görmedim. (age)


Verne, aslında Batının algısını dışa vurur. Gerçek bir Türk; yeni fikirlere kapalı, teknolojiden anlamayan ve eski kafalıdır; ancak Batılılaşan Doğulular medeniyetten pay alır, bu yüzden Batı'nın Doğu'ya duyduğu ihtiyaçtan fazla Türkler Batı'ya muhtaçtır.

Esasen Verne'nün haklı olduğu meseleler vardır. Türkler arasında eski-yeni arasında ciddi bir tartışma başlamıştır.

Bunun en somut örneği fes giyme meselesidir. Fes takmayı yozlaşma olarak gören birçok Türk hala sarık ve şalvarı Türk kimliğinin unsuru olarak görür ve reddetme gayesindedir ki Verne bu noktayı iyi yakalar:

Ben de öyle tahmin ediyorum, diye cevap verdi Van Mitten, 'Ona böyle bir sürpriz yapmak istedim. En azından, onun muhitine girdiğimizde gerçek Türkiye'de olacağız. Dostum Keraban asla, yeni nesil Türklerin şu mavi redingot ve kırmızı festen oluşan nizam kıyafetini giymeye razı olmayacaktır. (age)
 

 

İlerleyen sayfalarda kahramanımız Kareban bunu tasdik eden ifadeler kullanır:

Şu yeni Türk beylerine bak! dedi bağırdı Keraban Ağa, redingotlu ve kırmızı fesli birkaç İstanbullunun geçtiğini görünce. 'Eski geleneklerimizi yok etmeye çalışıyor, başımıza efendilik taslıyorsunuz ha! Tek başıma kalsam bile bunlara karşı çıkacağım!.. (age)


Ve elbette coğrafi bölünmeyi es geçmeyen Verne, Kareban'ın diliyle Türklerin doğal sınırını tayin eder:

Göreceksiniz, diye devam etti Keraban, 

Göreceksiniz, kendime çok güzel bir ev yaptırdım, Üsküdar tepesinin ortasında, serviler altında, Boğaz'a ve bütün İstanbul manzarasına hâkim! Gerçek Türkiye her zaman Asya tarafındadır. Burası Avrupa, ama orası Asya, bizim redingotlu ilericiler fikirlerini karşı tarafa geçiremezler! Bu fikirler Boğaz'ın sularında boğulur. İşte böyle, akşam yemeğini birlikte yiyoruz!


Esasen Verne bu sözlerle Türk olarak kalmak isteyenlerin Asya'nın ötesine geçmemesi gerektiğini tayin eder.

Sözün kısası; "Aya Seyahat", "Denizler Altında Yirmi Bin Fersah", "Seksen Günde Devr-i Âlem" ve "Dünyanın Merkezine Seyahat" gibi eserlerle bilhassa çocukluğumuzda hoş sadalar bırakan Jules Verne "İnatçı Kareban" isimli eseriyle Türkleri de ele alır.

Lakin Şarkiyatçı literatürün muhkem sınırları içerisinde Türklerin aşağılanması ve Batı'nın imgeleriyle ele alınması gerçeği eserin tamamına sirayet etmiştir.

Yine de Vern'ün satırları bir solukta okunup bitmekte…

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU