Bir saldırının hikâyesi ve Elazığ provokasyonunun düşündürdükleri

Dr. Onur Alp Yılmaz Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Yıl 1975… 12 Ekim 1975'te yapılacak senato yenileme seçimleri için CHP lideri Ecevit de tıpkı diğer liderler gibi sahada.

Ecevit'in seçim çalışması için meydanda olduğu günlerde, bütün 1970'ler boyunca olduğu gibi, yine kendisinin ve partisinin başına gelmeyen kalmaz. 

İşin tesadüfi yanı, Ecevit'in seçim startını verdiği yerin Elazığ olması ve Ecevit'in konuşmaya başlamasıyla eşgüdümlü olarak bir kitlenin "Kahrolsun komünistler" sloganlarıyla CHP'lilere taşlı-sopalı saldırılarda bulunmasıdır.
 

 

Tesadüfler bununla da sınırlı değildir. Türkiye'nin kan gölüne döndüğü bu süreçte, Türkiye'de bugünün iktidar blokunu oluşturan iki parti geleneğinin öncül partileri de (MSP ve MHP) Milliyetçi Cephe'nin ortağıdır.

Öyle ki, bu saldırının yaşandığı gün Ankara'da da ilginç bir toplantı vardır. MHP lideri Türkeş'in TBMM'deki makamında yapılan toplantıya dönemin MİT Müsteşarının yanı sıra, bazı generaller ve İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk de katılmıştır.

Ecevit, toplantının hazirûnu ve yaşanan olay arasında bir bağlantı kurarak bu toplantının paralel bir ordu ve paralel bir MGK kurulduğu anlamına geldiğini vurgulamıştır. 

Ecevit'in efsaneleştiği bugünlerde, hiçbir koşulda bir araya gelemeyen ve birbirlerinin boş bıraktığı hamasi sahaları doldurma iddiasıyla kurulan sağ partiler, Aydınlar Ocağı'nın yürüttüğü lobiciliğin de yardımıyla, olası bir erken seçimde Ecevit'in oyları silip süpüreceği endişesiyle kurdukları Milliyetçi Cephe hükümeti ile bir araya gelmişlerdi.
 

Milliyetçi Cephe hükümeti.jpg
Milliyetçi Cephe hükümeti

 

Ancak bu da yetmemiş, bu yıllarda birbirini izleyen senato, TBMM, senato yenileme ve TBMM ara seçimlerinde CHP'ye cehennemi yaşatmışlardır.

Ecevit'in müesses nizam, onun siyasi alandaki temsilcileri ve kontrgerillada yarattığı bu rahatsızlığın temel nedeni, onun toplumu barıştırma iddiasıydı. 

Çünkü o, "tarihi yanılgı" teziyle din ve laikliği karşı karşıya koyan ve ilericilik-gericilik yorumlarını bunun üzerinden yapan sağdaki ve soldaki anlayışları bertaraf ederek topluma asıl çelişkiyi, yani iktisadi alanda yaşanan çelişkiyi gösterip toplumsal barışı sağlamaya adanmıştı.

Bu yolla o, toplumu bu yolla manipüle edip zenginleşenler ve onun siyasi temsilcilerinin elinden en önemli kozunu alırken, aynı zamanda CHP tabanının tek parti döneminden kalan katı laiklik politikasını da ehlileştirmesinin önünü açacaktı.

Nitekim o, bu düşünceler ışığında 1974'te MSP'yle koalisyon da kurmuştur. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Aradan yıllar geçti ve Türkiye değil toplumsal barışını sağlamak, travmalarına travmalar ekledi.

12 Eylül, Diyarbakır Cezaevi, 1990'larda Güneydoğu'da yaşananlar, 28 Şubat ve faili meçhuller, Ergenekon, Roboski, Gezi Şehitleri… 

Yaşanan her travma toplumu daha da böldü ve herkes kendi acısını biricik sayarak karşısındakine bu acının arkasından hınçla yöneldi.

Günün sonunda acı yarıştırmanın kendisi bir acı hâline geldi ve toplumsal barış boğuldu.

İşte bu boğulmadan çıkan kutuplaşma hem iktidarı 20 yıldır iktidarda tuttu hem de yalnızca bir avuç zengin iktisadi nimetlerden her gün daha fazla faydalanırken, toplumun geri kalanı bilinçli bir tercihle, muazzam bir servet transferiyle günden güne yoksullaştırıldı. 


İşte bu noktada CHP lideri Kılıçdaroğlu ortaya çıkarak Ecevit'in mirasına sahip çıktı ve hedefine iktidarın günden güne daha da zenginleştirdiği bir avuç zengini beş müteahhit nezdinde kategorize ederek "beşli çete" ifadesini kullandı.

Bunun karşısına iktidarın iktisadi tercihlerinden mustarip olan halkı "sevgili halkım" söylemiyle koyan Kılıçdaroğlu, asıl, yani iktisadi sahadaki çelişkiyi gözler önüne serebilmek için iktidarın kutuplaştırma kozunu elinden alması gerektiğini de idrak etti.

Bu anlayıştan ortaya çıkan kavram da "helalleşme" oldu. 
 


Kılıçdaroğlu'nun bu çağrısı hem kutuplaşmayı can suyu olarak gören iktidar blokunda hem iktidar gitse de müesses nizamın devamını isteyen kadrolarda hem de sermaye gruplarında büyük bir rahatsızlık yarattı.

Bu da Kılıçdaroğlu'nun yer yer kendisinden görmeye alışık olmadığımız sert çıkışlar yapmasına yol açan yoğun bir saldırıya maruz kalmasına sebep oldu.

Önceki gün Elazığ'da yaşanan provokasyon da bu saldırıların bir uzantısıydı.

Ancak Kılıçdaroğlu, son derece akıllıca bir hamleyle hedefin kendisi değil, toplumsal barış çabası olduğunu ifade eden sosyal medya paylaşımları yaptı ve olayı iktidarın istediğinin aksine kişiselleştirmek yerine toplumsallaştırdı.

Dolayısıyla şunu hatırlatmak gerekir ki, Kılıçdaroğlu'na dönük sözlü ya da fiziki saldırılar ile itibar suikastlarının amacı şahsi olmaktan çok, toplumsaldır.

Bu anlayışla hareket edenler, kişisel ikballerini toplumsal barışa önceleyenlerdir.

Bu tür olaylarda Kılıçdaroğlu'na omuz vermek, onunla kurduğumuz duygusal ilişkiden bağımsız şekilde toplumsal barışa duyduğumuz özlemle ilişkilidir.

Eğer bu kriz anlarında onunla dayanışmazsak, iktidarın yaratabileceği olası kaos senaryolarına da davetiye çıkarmış oluruz. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU