Güvenden geriye kalanı kurtarmak 2022 ABD'sinde acil ihtiyaç mı?

ABD şu anda siyasi, güvenlik ve ekonomik olarak artan bir şekilde tehlikeli dış zorluklarla karşı karşıya iken, içeride tüm köprüleri atmak ve tabuları yıkmak ihtiyacı olacak son şeydir

Eski ABD Başkanı Donald Trump'ın Florida'daki evi, 8 Ağustos Pazartesi günü FBI ajanları tarafından basıldı / Fotoğraf: AP

FBI'ın, eski ABD başkanı Donald Trump'ın malikanesini araması her ölçütte istisnai bir olay, zira (ABD gibi) büyük bir ülkenin liderinin evine her gün baskın yapılmıyor.

Hele de bu liderin partisinin halen parlamento, medya ve ekonomide önemli bir varlığa sahip olduğu göz önüne alındığında.

Destekçilerinin şimdiden başkanlığa dönüşüne hazırlandığını ise söylemeye gerek yok.

ABD Adalet Bakanlığı'nın bu kararı almış olması bile büyük boyutlar taşıyor ve operasyonun doğrudan sonuçları ne olursa olsun tehlikeli olasılıklara kapı aralıyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Her şeyden önce, uzun zamandır bilmediğimiz bir bölünmenin egemen olduğu bir Amerikan sahnesiyle karşı karşıyayız.

İkinci Dünya Savaşı'nın bitimini izleyen "McCarth dönemi" bile Amerikalılar arasındaki uzlaşı köprülerini yıkmamıştı.

Aynı şekilde başkanlık yarışının iki yüzü, ılımlı Cumhuriyetçi General Dwight Eisenhower ile rakibi ılımlı Demokrat Adlai Stevenson arasındaki karşıtlık derin -ya da varoluşsal- değildi.

Cumhuriyetçi ve Demokrat partiler ülke genelinde bir ideolojik uyuşmazlık içinde değillerdi.


1950'lerde, sonrasında 1960'lar ile 1970'lerde birçok eyalet valisi ve Kongre'nin her iki kanadının liderleri, bugünkü meslektaşlarından daha açık, iş birlikçi, anlayışlı ve hoşgörülüydü.

Eski New York valisi ve başkan yardımcısı Nelson Rockefeller ile Senatörler Jacob Javich ve Charles Percy gibi "büyük" kuzey ve kuzeydoğu eyaletlerinin Cumhuriyetçi senatörlerinin çoğu, muhafazakar güney ve merkez kırsal eyaletlerin muhafazakar Demokrat liderlerinden çok daha liberaldiler.

Sonuç olarak, iki partinin ideolojik kimliğinin "liberal-muhafazakar" temelinde kristalleşmesinin ardından, Cumhuriyetçi liberaller ya Demokrat Parti'ye geçtiler ya da siyasetten emekli oldular.

Öte yandan, eski başkan Ronald Reagan, Mike Pence (Trump'ın yardımcısı), Senatörler Strom Thurmond, Jesse Helms, Trent Lott ve Phil Gramm dahil olmak üzere çok sayıda muhafazakar Demokrat da Cumhuriyetçi Parti'ye geçiş yaptı.


Bugün siyasi sokaktaki kutuplaşma daha da keskinleşti. Kendilerini muhafazakar ya da liberal olarak tanımlayanlar arasındaki ortak noktalar ürkütücü bir hızla azaldı.

Daha da kötüsü, bu kutuplaşma Cumhuriyetçilerin sağ kanadı ile Demokratların sol kanadında yakın zamana kadar marjinal olan radikal aşırılıkçı akımların sayısını artırdı.

Bazı durumlarda, bu akımlar iki partinin, özellikle de Cumhuriyetçi Parti'nin kararlarında etkili olmayı başardı.

Giderek daha güçlü ve etkili olan bu akımların -dogmatizmleri ve kendilerinden farklı olanlara hoşgörüsüzlükleri nedeniyle- demokrasiye, iktidar devir teslimine, yargının bağımsızlığına ve ulusal güvenliğe saygıları zayıf. 

Ne var ki iki partinin 2016'daki ön adaylık seçimlerinde, Donald Trump ve Senatör Bernie Sanders aracılığıyla, Amerikalıları şaşırtan bir güçle varlıklarını kanıtlamayı başardılar.

Sanders'ın 2016'da rakibi Hillary Clinton'a karşı adaylık yarışında oylarının yüzde 40'ından fazlasını almasına rağmen, Sanders'ın "solcuları" o sırada Demokrat Parti'ye adaylarını dayatmakta başarısız oldular.

Buna karşılık Trump'ın "sağcıları" onu sadece başkan adayı olarak değil, aynı zamanda başkan olarak da kabul ettirmeyi başardılar.

Ardından partinin "mekanizmasına" egemen oldular, Trump'ın muhaliflerini tecrit ettiler ve tereddütsüz onun siyasi "ajandasını" dayattılar.

Birçok liberal ve muhafazakar kanaat önderine göre Trump'ın dört yıllık başkanlık dönemi, modern Amerikan tarihinde belirleyici bir dönem.

Dahası bu kişiler şu iki kanaate de sahipler; birincisi, bu dönem henüz bitmedi, çünkü onu üreten "siyasi kültür" hala mevcut ve aktif.

İkincisi, hoşgörüsüz popülist "politik kültürler" çelişkilerden beslenir ve onları beslerler, ardından da "kurumlar devleti" kavramlarını, mekanizmalarını, uygulamalarını ve kanaatlerini yok ederler.


Birkaç gün önce Şarkul Avsat, "Medya Eki"nde Amerikan medyası ve sokağın kendisine bakış açısı hakkında bir haber dosyası yayımladı.

Başkan Trump'ın Mar-a-Lago'daki malikanesine yapılan baskın öncesinde hazırlanan bu dosya, Yasama Komitesi'nin Washington'daki Capitol binasına yönelik "6 Ocak saldırısına" ilişkin soruşturmalarının yanı sıra, saygın kamuoyu yoklama kurumları tarafından yürütülen gözlemsel saha araştırmalarına dayanıyordu.

Haber dosyasına göre, 1977 yılında Gallup Enstitüsü tarafından Amerikalıların medyaya karşı tutumları konusunda yapılan kamuoyu araştırmasında Amerikalıların yüzde 72'sinin haber kanallarına "büyük bir güven" ya da "makul bir güven" duyduğu ortaya çıkmıştı.

Ancak, bugün ile karşılaştırıldığında durum farklı. Aynı Enstitü tarafından yapılan yeni bir kamuoyu araştırması, yetişkinlerin yalnızca yüzde 16'sının gazetelere "büyük güven" duyduğunu ve yalnızca yüzde 11'inin televizyon kanallarına güvendiğini ortaya koydu.

Öte yandan, araştırma, güvendeki bu çöküşün ideolojik bölünme çizgilerinden etkilendiğini ve özellikle sağda bunun belirgin olduğunu da gösterdi. Demokratların yüzde 35'ine kıyasla Cumhuriyetçilerin sadece yüzde 5'i gazetelere güvendiklerini söyledi.

Yine Demokratların yüzde 20'sine kıyasla Cumhuriyetçilerin sadece yüzde 8'i televizyon kanallarına güveniyor.


Bu noktada haber, "komplo teorilerinin" gelişmesi ile medyanın nesnelliğine, güvenilirliğine veya tarafsızlığına olan güvenin çöküşünü birbirine bağlıyor.

Amerikalılar arasında "medyanın daha taraflı hale geldiğine" dair artan bir farkındalık olduğunu belirtiyor.

Bunun yanı sıra, Amerikalılar onun (yani medyanın) "inandıkları şeylere önem vermediğine" de inanıyorlar.

Buradaki " inandıkları şeyler…" ibaresi en önemli nokta.


Amerikan toplumu gibi özgür, çoğulcu, demokratik ve kurumsal bir toplumda insanların medyaya olan güveninin çökmesi, ancak adalet ve güvenliğe olan güvenin çöküşüyle ​​eşdeğer, çok endişe verici bir gelişme ve kaçınılmaz olarak şu soruları gündeme getiriyor:

Özgür medyanın alternatifi nedir?

Kanunları yapan ve Yüksek Mahkeme'ye yargıç atayan yasama kurumları içinde asgari düzeyde bir güvenin olmadığı bir ortamda gerçeği kim belirleyecek?

Dahası, yargı içindeki tarafsızlık köprüleri yıkılarak siyasi hatta ideolojik bir tarafa dönüştürülürken, güven nasıl güçlendirilebilir ve gerçek nasıl korunabilir?

Son birkaç gündür, diğerleri gibi, "Mar-a-Lago malikanesi baskınının" iki şeyden biriyle sona ereceğini duyuyorum:

Ya Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesi ya da hapse atılması. Fakat özellikle ABD'deki yönetici seçkinler arasında sağduyu ve istikrarın değerini bilenler, sokak popülizmini ve kışkırtmaları dizginlemenin önemini takdir edenler bulunduğu için, bunun bir abartı olduğunu savunuyorum.


Ayrıca, ABD şu anda siyasi, güvenlik ve ekonomik olarak artan bir şekilde tehlikeli dış zorluklarla karşı karşıya iken, içeride tüm köprüleri atmak ve tabuları yıkmak ihtiyacı olacak son şeydir.

Buradaki sorun, devlete olan güvenin çöküşünün çoğu zaman devletin kendisinin de çöküşüne yol açmasıdır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU