Neden her zaman başkalarının özgürlüğüne karşılar?

Geçtiğimiz birkaç hafta içerisinde Hong Kong’daki protestolara karşıt bir Arap tutumu iyice belirginleşmeye başladı

Çin'in Sincan bölgesindeki toplama kamplarından biri / Fotoğraf: BBC

Bu tutum; Çin’deki tek parti yönetimine karşı bağımsızlığını az da olsa korumak isteyen adaya bunu çok görmektir.

Çin’in resmi teorisi ile buna karşı olan platformların benimsediği teori aynıydı. O da bu halk isyanının arkasında “emperyalist bir komplo” büyük olasılıkla da İngiltere’nin olduğu iddiasıydı.

Öfkeli bir genç, adanın meclisine İngiliz bayrağı asmak istediğinde ise herkes “işte bu” diye bağırdı. İşte adanın kendisi bu isyanın bir komplo olduğuna yönelik bütün şüpheleri doğru çıkarmıştı(!)

Sonuç olarak; Londra yönetimini ve meclisini Pekin yönetimi ve siyasi ofisine tercih edenlerin olduğu düşünülebilir mi?

Hong Kong’un boyun eğmeyi reddettiği Çin ile “Müslüman çocukları kasıtlı bir şekilde ailelerinden, kendilerine has din ve dil çevresinden uzaklaştırarak Şangay eyaletinde uzak bölgelere yerleştiren” Çin aynı Çin!

BBC’nin ayrıntılı bir haber ile trajedilerini ekrana getirdiği bu çocukların sayısının yüz binlere ulaştığı söylenmekte.

Hatta 1 milyon Müslüman Uygur çocuğunun “yeniden eğitim merkezleri”nde kilit altında tutulduklarını söyleyenler var. Nitekim BBC kanalı da bu rapor kapsamında bunun doğruluğunu onaylayan onlarca aile ile konuşmuş.

Çin, Müslüman çocuklarının kültüründe İslam’a dair hiçbir izin kalmamasını istiyor. Bunu da belki de vahşi İsrail’in ulaşmak için tam bir yüzyıl pratik yapması gereken bir vahşilik ile yapıyor.

Bir anlığına ABD ya da İngiltere’deki Müslümanların, Çin Müslümanların maruz kaldıkları ve kalmaya da devam ettikleri tehlikeli insani ve kültürel düşmanlığa maruz kaldıklarını varsayalım.

Böyle bir şey; ülkelerimizde Kızılderililerin topraklarından koparılmasından Naziliğin yeniden dirilip Batılı Müslümanları kırıp geçirdiğine kadar bir hakaret ve analizler (hakaretlerin kendisi de analizdir) dalgası başlatırdı. Kötülüğün onların değişmez doğası olduğunu  size tekrar tekrar söylemedik mi diyen sözler yükselirdi.

Ama burada tamamen farklı bir taraf ile karşı karşıyayız: O da Çin.

Çin en az 3 konuda mahir ve yardımseverdir:

Birincisi; ABD ile ilişkileri iyi değildir ve ABD’nin rakipleri tarafından onun alternatifi olarak gösterilmektedir. Hatta bazıları Çin’in çok yakında ABD’yi devireceğini söylemektedir.

İkincisi; Esad Suriye’si ile Hamaney İran’ı ile iyi ilişkileri vardır ya da en azından siyasi rejimleri birbirine benzemektedir.

Üçüncüsü; demokrasi ve özgürlüklere karşıdır ve bu yöndeki talepleri alçak dış komplolar olarak görmektedir. Çin bunu “hakkı” savunan ve bunun için hiç kimseden korkmuyormuş gibi görünen başarılı ve kendine güvenen bir tavırla yapmaktadır.

O halde; Çin’in şu anda kapitalist küreselliğin başını çekmesi gibi çirkin eylemlerini hoş görmeye yetecek kadar gerekçeler, ortak kökler ve beklentiler vardır.

Bu nedenle; Müslümanlar onun tarafından zulüm ve baskıya maruz kalmaları bu gruplar için görmezden gelinebilecek bir durumdur. Bu durumda onların bir tüy kadar bile ağırlıkları yoktur. Çünkü diğer taraf için zulüm ve baskı gören insanlar değil kendilerine bunu yapan taraf önemlidir. Onlar sadece İsrail’in baskı ve zulümleri, yaşanması halinde Batılı baskı ve zulümler konusunda uzmandırlar. Bunlar dışındaki tarafların baskı ve zulümleri ise uzmanlık alanlarının dışındadır. Bu durum; “milliyetçi” ve “solcu” karşıtlar açısından bir dereceye kadar anlaşılır olsa da dünyadaki diğer Müslümanlar ile aralarındaki din kardeşliği bağlantısının kendilerini harekete geçirmesi gereken karşıt İslamcılar açısından tam anlamıyla anlaşılması zordur. Ancak bozuk bir dini dayanışma ile bozuk bir insanlık dayanışması arasında bir fark yoktur. Çünkü ikisinde de bu bozukluk, duygu ve davranışlarının birinci kaynağını oluşturur. Çinli Müslümanların özgürlüklerine kavuşmalarını temenni etmeyenlerin Honk Kong ya da Tibet halkı için bunu temenni etmeleri de uzak bir ihtimaldir.

Her halükarda bunun yakın zamanda yaşanmış ciddi bir örneği de vardır ki o da Slobodan Miloseviç Sırbistan’ıdır. 

Laikleri ve dindarları ile sözkonusu siyasi çevreler; Bosnalı Müslümanların kurbanlarının başında yer aldığı (Bugünlerde en büyük katliamlarından biri olan Srebrenitsa katliamının 24’üncü yıldönümü anılmakta) Belgrad kasabı ile dayanışma içinde olmuşlardı.

Çünkü Miloseviç, ABD karşıtıydı ve aynı zamanda karşıtların kalbinde yatan komünizm- milliyetçilik karışımını benimseyen bir liderdi.

Bu çevrelerin nasıl da Sovyetler Birliği döneminde rejime karşı çıkan Rusları, Batı ve Siyonizm ajanı olarak suçlayan dünyadaki azınlığın içinde yer aldıklarını, Sosyalist Blok çöktüğünde bu büyük hapishane dağıldığı için hayıflanıp yas tuttanlardan olduklarını bir hatırlayalım.

Son savunma hatları ise Çin, Rusya, eski Yugoslavya ve diğer ülkelerdeki söz konusu özgürlük düşmanlarının “bizim davalarımızı” savunduğu iddiasıdır.

Peki eğer bizim davalarımız her zaman halkların özgürlükleri ile çatışıyorsa ise bunu, uykularımızı kaçırması ve bizleri yakıcı bir sorgulamaya itmesi gereken bir korku ve endişe olarak görmemiz  gerekmez mi?

Politikalarımıza değerlerden özellikle de özgürlük değerinden nasıl büyük bir doz verebiliriz?

Sadece onları sevdiğimiz için değil onların da bizim dertlerimizi paylaşmaları için nasıl diğer halkların dert ve sıkıntılarına ortak olabiliriz?

Bazı uzman ve yorumcular son zamanlarda; bütün farklılık ve çeşitliliğine rağmen çoğu zaman sorunlarımızın özeti olan Filistin sorunu ile ilgili bir paradoks olduğunu farketmişler.

Bu paradoksa göre; siyasi bir hayatın ve kamusal tartışmaların olduğu ama aynı zamanda bazı temsilcilerinin, ırkçılık ile mücadele, çeşitlilik ve özgürlüklerin savunulması gibi ilerici sorunlar ile ilgilendiği Batı’da Filistin davası gittikçe güçlenmekte.

Buna karşılık bizlerde ise zayıflamakta.

Çünkü bazı temsilcileri onun Sovyetler Birliği dönemi, terör ve iç savaş grupları ile göbek bağını koparmadan Suriye’de olduğu gibi özgürlük talepleri ile yüzleşmeye eklemlemekte.

Bu da genel olarak dikkatli düşünmeyi en azından dikkatli düşünmeyi gerektiren bir durum..

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

DAHA FAZLA HABER OKU