Fransa: Bilinmeyene doğru sıçramak?

Fransız seçmenleri, sevmedikleri bir cumhurbaşkanı ile çoğunluk tarafından istenmeyen bir kişi olan rakibi arasında tercih yapmak zorundalar

Fotoğraf: Reuters

Çoğu siyasi analist yalnızca iki hafta öncesine kadar Fransa'yı Avrupa Birliği'nin (AB) şu anki lideri olarak görürken, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin neden olduğu krizle mücadelede AB'nin lideri olarak hareket etti.

Macron'un Vladimir Putin ile yaptığı neredeyse günlük telefon görüşmeleri ve çeşitli Avrupa başkentlerine yaptığı geziler bu analizin güvenilirliğini artırıyor.

Seçimlerin ikinci turu yaklaşırken, bir kampanya sürecine girmeyi reddeden Macron, kendi ifadesiyle 'her oyu' almak için Fransa'yı dolaşıyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Seçimlerin ilk turunda rakibi aşırı sağcı aday Marine Le Pen karşısında sadece yüzde 4'lük bir farkla kazanan Macron, -tıpkı beş yıl önce olduğu gibi- zafere giden yolu bulabileceğinden artık emin değil.

Bugün en iyimser anketler bile Macron'un az bir farkla kazanacağını gösterirken, son dakikada yaşanabilecek sürpriz bir gelişmeyle bu bile gerçekleşmeyebilir. Nitekim son beş yıl içerisinde çok şey yaşandı.


Öncelikle Macron zamanının çoğunu, Fransa'yı AB'nin lideri ve uluslararası sahnedeki önemli bir oyuncu olarak göstermeye harcadı.

Oysa birçok Fransızın gözünde Macron, bundan uzak ve içinde büyük bir kibir taşıyor gibi görünüyordu ki bu nedenle ona "Jüpiter" lakabı takıldı.

Bu bağlamda herkesin Fransa'nın dünyanın en büyük ulusu olduğuna inandığı bir ülkede, kibir yüklü bir "Jüpiter" olarak görünmek, popülerliği kaybetmenin kesin yoludur.

Aynı dönemde Le Pen, bir halkla ilişkiler şirketinin yardımıyla imajını ırkçılıktan uzaklaştırarak ülkenin tüm fertlerine karşı şefkat ve anlayış sahibi bir anne figürü olarak görünmeyi başardı.

Fakat Le Pen, göçmenleri ülkelerine göndermekten, Fransız medeniyetini Müslümanların "barbarlıklarından" korumaktan ve "gerçek Fransızların" bazı sosyal çıkarlarını muhafaza etmekten bahsetmeye de devam ediyor.


Le Pen seçim kampanyasında, yaşam maliyetiyle ilgili şikayetlere ve emeklilik yaşını AB'deki en düşük seviye olan 62'de tutma vaadine odaklandı.

Yorumcular, tıpkı Medici ailesinin hapları şekerle kaplaması gibi Le Pen'in de imajını "seyrelttiğini" düşünüyorlar.

Bununla birlikte, sağcı Le Pen ve radikal solcu Jean-Luc Mélenchon'un Fransız seçmeninin büyük bir bölümünü temsil ettiğine şüphe yok (birlikte oyların yüzde 40'ından fazlasını aldılar).

Öte yandan Macron, Paris seçkinlerinin şu an kahramanı gibi görünüyor.


Le Pen ve Mélenchon'un onayladığı bazı kalelere yönelik planlanan yakın tarihli bir tur -büyük ölçüde kuzeydoğu ve güney Fransa'nın sanayi dışı bölgeleriyle sınırlı- çoğu büyük şehirde refah içinde olan Fransa ile orta ve küçük şehirlerdeki sıradan yaşam tarzı arasında gözle görülür bir uçurumun bulunduğunu ortaya çıkardı.

Gerçekten de Le Pen ve Melenchon'un onlarca yıldır sosyalist ve komünist partileri destekleyen seçim bölgelerinden çok sayıda oy alması bir tesadüf değil.

İki aday da sol ve sağdaki klasik merkez partilerin gerilemesinden yararlandı. Rakamlara bakarsak, seçimlerin ilk turunda Macron'a karşı oy kullananların oranının yüzde 72, Le Pen'e karşı oy kullananların oranının ise yüzde 77 olduğunu görürüz.

Son tura kalan iki aday oyların yarısından biraz fazlasını aldı. Putin'in yanlısı üç aday Le Pen, Melenchon ve Eric Zemmour'un birlikte oyların yüzde 53'ünü alması da dikkat çekicidir.


Bu, iki önemli soruyu gündeme getirmektedir:

Öncelikle az bir farkla seçilen bir cumhurbaşkanı, Fransa'nın ihtiyaç duyduğu radikal reformları başlatmak ve AB'de liderlik iddiasında bulunmak için gerekli siyasi meşruiyete sahip olur mu?

İkincisi, Le Pen seçilirse, Zemmour'un destekçileri onun kampına katılsa bile güvenilir bir hükümet kurabilecek mi?

Le Pen, bir "ulusal birlik" hükümeti kurmaktan bahsediyor. Fransa'nın çoğu bölgesinde gerçek bir oluşumdan yoksun olan partisinin parlamento seçimlerinde çoğunluğu kazanması pek olası değil ve şu anda hiçbir parti Le Pen'in yönetebileceği bir hükümete katkıda bulunmaya hazır görünmüyor.


Le Pen cumhurbaşkanlığı yolunda başka engellerle karşılaşabilir. Örneğin Le Pen, Fransa'yı Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün (NATO) ortak askeri komutanlığından çıkarmak istiyor.

Bu, ABD ve AB'nin diğer birçok üyesi ile ilişkilerde gerilim yaratacak bir hamledir. Öte yandan Le Pen eurodan çekilmek istememesine rağmen, Fransa'nın AB projelerine katkılarını azaltma vaadinde bulunmaktadır.

Le Pen, mevcut seçim kampanyasında Putin'e olan kalıcı hayranlığını, "Fransa'nın ihtiyaç duyduğu türden güçlü bir lider" diyerek ifade etti.

Bununla birlikte Kırım'ın Rusya tarafından ilhakını desteklediğini de söyledi. Daha da önemlisi, Avrupa'nın Rusya'dan gaz ithalatını tamamen yasaklama planlarına şiddetle karşı olduğunu ve böylece Putin'e düzenli bir gelir kaynağı sağlayacağını dile getirmiş oldu.


Burada Le Pen'in kalbinin hala Putin'den yana olduğuna dair başka belirtiler de var. En azından onu "Ulusal Cephe'yi" ve Rus bankalarından düşük faizli krediler yoluyla da "Ulusal Birlik"in finansörü olan bir baba olarak görüyor.

Ayrıca Le Pen, partisinin Washington'a yönelik derin düşmanlığını kamufle etmeye de çalışıyor. Bu, babası Jean-Marie Le Pen'in İran'daki Humeyni rejimine duyduğu hayranlığında kendini gösteriyor.

Şu anda 90'lı yaşlarında olan Jean-Marie, çeyrek asırdan fazla bir süredir Paris'te İslam Cumhuriyeti Büyükelçiliği'ndeki İslam Devrimi kutlamalarına katılıyor.
 


Le Pen'in Amerikan karşıtlığı, seçim kampanyasında, "Joe Biden'in erkek yardımcısı Macron" gibi sloganlarında kendini gösteriyor.

Öte yandan, dikkatleri iç meselelerden başka yöne çekmek için umutsuz bir girişimde bulunan Macron, mevcut seçimleri Avrupa Birliği'ne ilişkin bir referandum olarak göstermeye çalışıyor.

Macron, yine de Valéry Giscard d'Estaing'den beri Fransa'nın en AB yanlısı cumhurbaşkanı olmasına rağmen Avrupa'ya ilişkin seçim şarkılarında ve danslarında yapmacık görünüyor.

Macaristan Başbakanı Viktor Orban'a yönelik saldırısı ve -ulusal egemenlik meselesinin Avrupa genelinde ön planda olduğu bir zamanda- Polonya hükümetinin ulusal egemenlik iddiasını eleştirmesi hiç de makul görünmüyor.

Daha da kötüsü, AB'nin artık Fransa'da on yıl önce olduğu gibi popüler olmadığı düşünülürse, AB'den ayrılma konusunda bir referandumdan bahsetmek pek çok risk barındırıyor.


Macron'un kaybı, Fransa'nın AB üyeliği gibi çetrefilli bir meselenin önünü açacak mı?

Ayrıca zayıf bir zafer kazanması, azınlığı teşkil eden Brexit yanlıları için -ülkeyi bir bilinmeyene doğru sürükleme riskiyle birlikte- bu meseleyi ulusal gündemin en üstüne taşımaları için teşvik unsuru olacak mı?

Fransız seçmenleri, sevmedikleri bir cumhurbaşkanı ile çoğunluk tarafından istenmeyen bir kişi olan rakibi arasında tercih yapmak zorundalar.

Son haftalarda pek çok seçmen, insanın aklı ve gönlüyle seçim yapabileceği "gerçek seçimler" hayal ettiklerini dile getirdi.

Ancak bu sefer gönül denklemin dışında kaldı ve seçmenin makul bir şekilde hareket etmesi gerekiyor. Macron ikinci dönemini bu denklem içerisinde kazanabilir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU