Ağırdan ağır bir taşı yerinden oynatma girişimi: Yine ve yeniden...

Mayis Alizade, Independent Türkçe için Elhan Mehdiyev, Prof. Dr. Guram Marhulia ve Ümit Yardım ile konuştu

Fotoğraf: AA

Ermenistan silahlı kuvvetlerinin 2 Nisan 1993'de Azerbaycan'ın Karabağ bölgesi dışındaki Kelbecer (sınırdaki) kentinin işgaline tepki olarak Demirel hükümetinin sınırı kapatma kararını Devlet bakanı ve hükümet sözcüsü Akın Gönen açıkladığında oradaydım.

Aynı gün Türk Cumhuriyetleri gezisine çıkan Cumhurbaşkanı Turgut Özal, "Sınırda tatbikat yapacağız, öbür tarafa birkaç mermi düşerse ne olacak?" derken oradaydım.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, kendi inisiyatifiyle başlattığı "futbol diplomasisi" çerçevesinde 6 Eylül 2008'de Erivan'a günübirlik gidiş-dönüşünden iki gün sonra beni kabul etmiş, bir saat konuşmuştuk. 'futbol diplomasisi'nin ikinci evresine Ermenistan devlet başkanı Serj Sarkisyan Bursa'ya geldiğinde yine oradaydım...

İşte 'normalleşme' sürecinin belki en gerçekçi veya tersine, en romantik adımının atıldığı dönemi izlemeye çalışıyor ve Independent Türkçe adına ilk sorularımızı da Karabağ sorununu 1980'lerin sonlarından adım adım, karış karış değil, santim santim izlemiş uluslararası ilişkiler ve askeri çatışmalar uzmanı Elhan Mehdiyev'e soruyoruz.

Mehdiyev'in değerlendirmesi şu şekilde:

"Türkiye-Ermenistan sınırı Nisan 1993'e açık olmuş ve ticari ilişkilerin kurulmasının yansıra Ermenistan'a yiyecek yardımları da yapılmıştı. Ermenistan'ın, Azerbaycan topraklarını işgal ederek Karabağ'ın Hocalı kasabasında soykırım yapmasından sonra yardımlara karşı Azerbaycan'dan yükselen seslere dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'in 'Biz zor durumdaki Bosna halkına da yardımda bulunuyoruz' şeklinde yaptığı açıklamanın öfkeleri artırmasına rağmen Ermenistan'ın 2 Nisan 1993'de Karabağ dışında kalan Azerbaycan-Ermenistan sınırındaki Kelbecer bölgesini işgal etmesi üzerine aynı Demirel hükümetinin 8 Nisan 1993'de sınırı kapatması memnuniyetle karşılanmıştı.

Sınırın kapanmasıyla Türk mallarının Ermenistan'a, Gürcistan üzerinden sevk edilmesinin yanı sıra zaman zaman İstanbul-Erivan charter uçakları uçmuş, Türkiye'nin liberal entelijensiyası iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi adına çoğu Ermenistan'da olmak üzerine düzenlenen toplantılara önayak olmuştur.

Türkiye-Ermenistan sınırının açılması daha 1990'ların sonlarından gündeme gelmesine rağmen özellikle Ermenistan'da Azerbaycan topraklarının işgali süreçlerinde Karabağ'daki ayrılıkçı ve soykırımcı güçlere komutanlık yapmış Robert Koçaryan'ın iktidara gelmesiyle Türkiye karşıtlığının en üst düzeye çıkması Ankara'yı daim temkinli davranmaya sevk etmiştir. Türkiye'ye karşı yöneltilen 'soykırım' iftiralarının doksanıncı yılı olan 2005 yılının 13 Nisanı'nda TBMM'de temsil edilen partilerin bu iftiralara karşı ortak mücadele kararı alması Türkiye'yi savunma pozisyonundan çıkarmıştır.

Başta ABD ve Fransa olmakla Batılı fonların desteklediği Türkiye karşıtı hareketler Erivan'ın ekmeğine yağ sürdüğü için sınırın açılması ve ilişkilerin normalleşmesi konusu Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, 'futbol diplomasisi'  çerçevesinde 6 Eylül 2008'de Erivan'ı ziyaretiyle ufak  bir  kıpırdama dönemi  yaşamıştır. Ekim 2009'da Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanmış Zürih Protokolleri ve 14 Ekim'de yine 'futbol diplomasisi' çerçevesinde Azerbaycan topraklarının işgalinde önemli role sahip olmuş devlet başkanı Sarkisyan'ın  Bursa'ya gelmesi  Azerbaycan'ın sert  tepkisine neden olmuş  ve ilişkilerin normalleşmesi  konusundan  tamamen uzaklaşılmıştır."
 

Elhan Mehdiyev.jpg
Elhan Mehdiyev

 

"Türkiye 'soykırım'  iftiralarının 00.yılı olan 2015'e giden yolda gücünü bu iftiralara karşı mücadeleye konsolide etmiştir. 27 Eylül-10 Kasım 2020 arasında kendi topraklarını Ermenistan işgalinden kurtarmak için Azerbaycan'ın yürüttüğü operasyonun sonucu farklı bir durum ortaya çıkardığı için Ankara da bu durumu kullanmak isteyerek Ermenistan'la yeni bir normalleşme sürecini gündeme taşımıştır.

Bu defa işi farklı kılan iki ana hususun birincisi-sürecin Azerbaycan ile koordineli şekilde yürütülmesi, ikincisi ise bu kez Türkiye ile Ermenistan arasındaki normalleşme yönündeki adımların hızla atılmasıdır. Bundan önceki dönemlerde Ermenistan galip ülke pozisyonunda kendinden emin hareket etmeye çalışıyorduysa şimdiki durumda ise Azerbaycan'ın zaferinin yarattığı farklı bir durum söz konusudur.

Mevcut Ermenistan yönetimi Türkiye'yle ilişkilerin normalleştirilmesine önem vermektedir. Bu yeni dönemde çok şey Ermenistan'ın davranışlarına ve getireceği önerilerle ilintili olacak. İlk buluşmanın Moskova'da gerçekleşmesi sembolik bir durum olup Ermenistan burada her şeyden önce Moskova'nın hayır duasını almaya çalışmıştır. Sürecin yükselen bir çizgide ilerleyeceğini düşünüyorum.

Görüşmeleri baltalayacak beklenmedik olay Ermenistan'ın yeniden Azerbaycan'a yeniden saldırması olabilir. Ancak halihazırda böyle bir ihtimalin mevcut olabileceği inandırıcı değil. Öte yandan Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin giderek güçleneceği olgusuyla doğrudan ilintili olup Ermenistan'ın yeniden bir şeylere yelteneceğinizi düşünmemek gerekir. Burada başka birçok önemli nokta Ermenistan'ın bugüne kadar işlediği soykırım, bölücülük suçlarından dolayı cezalandırılmaması olup Türkiye-Ermenistan normalleşme sürecinin bu olguyu unutturmaması gerektiğini düşünüyorum. Bana göre sınırların açılması durumunda bile ne Türkiye'nin ne de Azerbaycan'ın daha uzun süre Ermenistan'a güvenemeyeceğini düşünmek gerekir."


Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi   konusu   her  iki  ülkeye  komşu Gürcistan'da  da her  zaman  yakından  takip edilmiştir.

Örneğin daha önce Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından gündeme getirilen 3+3 geçtiğimiz Ekim ayı başlarında Gürcistan Başbakanı Iraklı Garibaşvili'nin aldığı inisiyatifle geliştirilmek istendi.

Türkiye-Ermenistan normalleşme girişimlerini Independent Türkçe'ye değerlendiren Kafkasya Uluslararası Jeotarih ve Jeopolitik Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof. Dr. Guram Marhulia daha önceki girişimlerdeki başarısızlıkların nedenlerini irdelerken bu defaki süreçte Ermenistan'ın sorumluluk içinde atacağı adımların önemine dikkat çekiyor:

"Karabağ çatışması Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin de tamamen durmasına neden olmuştu. İşte ne zamansa mevcut  olmuş çevre  bölgelerdeki  entegrasyon ve dezentegrasyon süreçlerinin Karabağ  sorunu üzerinden Türkiye-Ermenistan  ilişkilerine yeni bir ivme kazandırma kabiliyetine sahip  olduğunu  görmekteyiz.

Bağımsızlığını kazanmasından sonra Ermenistan kendi dış kesin ilkeler üzerine oturtarak jeopolitik alanda kendi yerini bulamadı. Kendi politikacıları bunu Ermenilerin dünyadaki en eski uygarlıklardan birini yaratmalarıyla izah etmeye çalışırken öte yandan Ermenilerin, Hristiyanlığı ilk devlet dini haline getiren millet olmasıyla böbürlendiler. Asırlar boyunca Ermeni halkı kendi kurduğu devletleri kaybederek ardından bölgesel ve uluslararası konjonktür müsait olunca yeni devlet kurmuştur.

Son Ermeni devleti ise tamamen farklı bir jeopolitik alanda kurulmuş olup ilerleyen dönemlerde münakaşa ve savaşların, insan göçlerinin kaynağına dönüşmüştür. Tüm bunlar Ermeni halkının feci kaderinde yeni sayfalar açmıştır.
Soykırım politikası, daha dakik söylersek, soykırımın tanınması siyaseti Ermenistan dış politikasının temel unsurunu teşkil etmiştir. Böyle bir durumda ikili ilişkilerin normalleşmesi zorlaşmıştır. Ermenistan'ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülkelerden biri olmasına rağmen Türkiye diplomatik ilişkilerin kurulmasında acele etmemiş, özellikle soykırım iddialarının tanınması ve mahkemelerde hesap vermesi talebini ve Karabağ'daki Ermeni  'self-determinasyon'  haklarını kabulü reddetmiştir."
 

Prof. Dr. Guram Marhulia.jpg
Prof. Dr. Guram Marhulia

 

"Ermenistan ise ilişkilerin normalleşmesinin hiçbir önkoşul ileri sürmeden gerçekleşmesini istemiştir. Dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı  Abdullah Gül'ün inisiyatifinde başlatılan  'futbol diplomasisi'    sürecine dönemin Ermenistan Devlet  Başkanı Serj Sarkisyan'ın da destek vermesiyle Eylül  2008  ile Ekim 2009 yıllarını kapsayan bir  sürecin sonunda -19  Ekim 2009'da Zürih Protokolleri   imzalanmıştır. Ancak Türkiye için Karabağ sorununun çözümünde Azerbaycan'ı desteklemek daha önemli  olduğu  için Zürih Protokolleri Mecliste  onaylanmamıştır.

Ermenistan dış politikasının gündeminde paradigmatik bir öneme sahip soykırımın tanınması ve tazminatların ödenmesi konusu Vatan-Diaspora bütünlüğünün fonksiyonelliğini de besleyen ana faktör olup kendi halkının soykırıma maruz kalması propagandalarının da toplum üzerinde olumsuz izler bırakmaya devam edeceğinden kuşku  duyulmamalıdır.

Erivan'da resmen açıklanmamasına rağmen Nikol Paşinyan'ın iktidara gelmesi Karabağ konusuna bakış açısının değiştiğini gördük. Kırk dört günlük savaş sonrasında Azerbaycan kendi topraklarının büyük kısmını kurtarabildi. Kuşkusuz, şimdi Ermenistan yönetiminin esas gayelerinden biri de Türkiye ile ilişkilerin normalleştirilmesi olacaktır.

Kendisi 'uslu çocuk' olarak göstermesi durumunda Ermenistan'ın bir dizi önemli projelere katılması da söz konusu olacak ve emeksever Ermeni halkı nihayet, yeni, barışçı bir Ermenistan kurmaya başlayacak. Komşularıyla barış ortamında yaşaması Ermenistan devletinin güvenliğinin de esas teminatı olacak."


Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi girişimlerini gerek Dışişleri Kafkasya ve Orta Asya Genel müdür yardımcılığı sırasında ve gerekse Türkiye'nin Tahran ve Moskova Büyükelçiliği dönemlerde yakından izlemiş emekli Büyükelçi, Gelecek Partisi Uluslararası İlişkilerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ümit Yardım, son gelişmeleri birçok farklı noktadan değerlendirmenin taraftarıdır.

Şimdiye kadar atılmamış radikal nitelikteki adımlarla başlayan yeni süreci Independent Türkçe'ye değerlendiren Türkiye'nin en deneyimli diplomatlarından biri Ümit Yardım, Ermenistan'ın ve Batı'daki Ermeni diasporasının yapıcı adımlar atmaması durumunda bu girişimin de 'hayaller ile gerçeklerin arasına sıkışacağına vurgu yapıyor:

"Son dönemlerin, belki de on yılların en  önemli  gelişmesi, şüphesiz  ki,44  günlük  savaş   neticesinde Karabağ sorunun çözümü konusunda Azerbaycan'ın çok  stratejik  kazanımlar sağlaması, işgal altındaki topraklarının da (maalesef  tamamı  değil) büyük  bir  bölümünü kurtarmasıdır. Böylece son 30 yıldır bölgede Ermenistan lehine olan dengelerin siyasi, askeri, moral  üstünlüğü bakımından Azerbaycan'ın eline  geçmesi olmuştur.

Tabiatıyla bugün itibarıyla bakıldığında Rusya'nın bölgeye yerleşmesi ve Dağlık Karabağ'ın halen Rusya silahlı kuvvetlerinin desteklediği Ermeni ayrılıkçıların kontrolü altında bulunması bölgenin geleceği bakımından ciddi soru işareti olarak önümüzde duruyor. Bunların da en kısa zamanda çözümü samimi dileğimiz olup aksi durumda Karabağ meselesinin tam anlamıyla çözüme kavuştuğunu söylemek mümkün olmayacaktır.

Bu süreç gelişirken, aslında beklendiği ve şaşırtıcı olmaması gerektiği gibi gündeme Türkiye-Ermenistan ilişkileri ve (bence bazı yönlerden tuhaf bir şekilde) 'normalleşme'  olarak tanımlanan meşhur dosya bir kez  daha gündeme  geldi. Daha doğrusu getirildi. Her şeyden önce  'normalleşme'  tanımı nedir? Bunun iyi belirlenmesi ve çerçevesinin tespiti gerekir. Bu meyanda mesela ilk ilginç soru 'Sınırları kapalı, ilişkileri soğuk olan bütün ülkelerin durumu anormal midir?' oluyor. Tabii ki hayır. Bunun sayısız örnekleri bulunuyor ancak nedense bunların içinde Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin durumu dikkatleri daha çok çekmektedir. Yine de bu yönde atılacak adımları ilk bakışta olumlu, bölgeye katkı sağlayacak bir gelişme olarak değerlendirmekteyiz.

Bununla birlikte, mevcut siyasi tablonun gerçekçi şekilde değerlendirilmesinin gerekli olduğunu, aksi takdirde sağlıklı bir süreçten bahsedilmeyeceğini, hatta hayal kırıklıklarının yaşana bileneceğini de düşünüyoruz. Öncelikle, bu dönemlerde, ABD'nin geçtiğimiz 24 Nisan'da 'soykırım' açıklaması yaptığının, 44 günlük savaşıyla bölgede Rusya'nın en önemli aktör haline dönüştüğünün, Batı ile Rusya arasında bilhassa Rusya üzerinden süren gerginliklerin, Türkiye-Rusya ilişkilerinin mevcut durumunun NATO, ABD ve AB dahil Batıda şiddetle sorgulanmakta olduğunun ve diğer birçok  hususun da dikkatle okunması gerekir."
 

Ümit Yardım.jpg
Ümit Yardım

 

"Ermenistan'da Paşinyan'ın siyasi durumu da keza ilginçtir. Zira savaşı kaybetmiş bir liderdir ve her ne kadar son seçimleri kazanmış olsa  bile güç tabanını, örneğin Parlamento'daki  sandalye  sayısını, askeri kesimlerdeki  etkisini  epeyce   yitirmiş durumdadır. Dolayısıyla normalleşme sürecinin lehinde verdiği   ılımlı  mesajları  abartmamak  gerekir. Bu süreci başlatırken Moskova ile  istişare  içinde  bulunduğunun da  dikkate alınması gerekir. Zira  Moskova'nın konumu önemlidir.

Dolayısıyla  geminin kaptanı  Rusya'dır. Bu aşamada öyle de gözüküyor. Öyleyse  bunun anlamı   ne olmaktadır? Ermeni tarafı arabuluculuk için başka  aktörlerin de devreye girdiğini, ancak  Moskova'yı   tercih   ettiklerini  söylemiştir. Rusya da zaten çeşitli vesilelerle konuya ilgi duyduğunu açıklamıştır. Hâlihazırda siyasi, askeri, ekonomik vd. bütün alanlarda kontrol ettiği Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü'nün de üyesi Ermenistan ile Türkiye  arasındaki bu hassas süreç  için Moskova'nın arabuluculuğunun ne  ölçüde  uygun olduğu  gerçek  bir soru işaretidir.

Şartlar  böyle gelişmiş olsa  bile uzun  vadede  bunun  bir  takım sorunları  da beraberinde  getirebileceği  muhakkaktır. Mesela bu konulara  bilhassa  romantik (!) ilgi  duyan  herkese, öncelikle Rusya'nın 1915 konulu açıklamalarına bir  kez  daha  bakmalarını  tavsiye ederiz.

Lobilerin  konumun  ve  gelişmelere  bakışı  da önemlidir  ve   sürecin   gidişatında  etkili  olacaktır. Nitekim  bu  lobiler  ve aşırı  kanat  Ermeni   gruplar hemen karşı  adımlar  atmaya  başlamışlardır. Örneğin ABD   Ermeni  Milli Komitesi  14   Aralık  2021  tarihli   çağrısında gerek   Azerbaycan'a  askeri  yardımların  durdurulmasını  ve gerekse  Cumhurbaşkanı  Aliyev'e yaptırımlar  uygulanmasını  istemekle  birlikte Türkiye  tarafından gündeme  getirilen  ve  Dağlık  Karabağ'ın  'bağımsızlığını'  engelleyecek  'normalleşme' girişimlerine karşı   çıkılması  gerektiğine  vurgu   yapmıştır."

"Taşnaklar ise  Paşinyan'ın  bu  süreci yürütme meşruiyetinin kaybettiğini, görüşmelerde  sadece kendine  biçilen rolü  oynayacağını  ve  teslim olacağını ileri  sürdü. Fransa'da  önümüzdeki Nisan  ayında  yapılacak seçim  öncesinde Ermeni cemaatlerinden oy almak  isteyen  politikacılar Dağlık  Karabağ  bölgesini  ziyaret  etmektedirler. Dolayışıyla bu  süreci değerlendirirken iyi niyetli beklentiler  bir tarafa, çeşitli  sorunlara  da gerçekçi  ve  kapsamlı  cevaplar  aranması  gerekecektir" diyen Ümit Yardım onlardan bazılarını  şu şekilde paylaştı:

a) Ermenistan'ın Bağımsızlık  Bildirisi'nde Türkiye'yi  açıkça hedef  alan  maddelerin durumu ne olacaktır. Hangi  ülke kendine saldırmayı  temel varoluş  nedeni gören bir ülkeyle ilişkilerini normalleştirebilir?

b) Ermenistan için 'soykırım'ın tanınmasının ulusal bir  hedef  olduğu hatırlandığında  bu    konu normalleşme süreci için  nasıl bir  yer bulacaktır? Daha geçtiğimiz yıl, Biden'ın 24  Nisan açıklaması sonrasında Erivan'ın, "Bunun  daha bir başlangıç  olduğu, mücadelenin süreceği, Türkiye'nin de bunun sonuçlarına katlanacağına" ilişkin açıklamaları keza hatırlanmalıdır;

c) Bugüne kadar  30'dan fazla  ülkenin (Rusya  Federasyonu, ABD, Fransa  dahil) Türkiye aleyhine 1915 konusunda aldığı  kararlar ne olacaktır, Parlamentolardan geri mi çekilecektir? 

Özetle: Bu  mahiyette bir süreç önemlidir. Desteklenebilir. Ancak 14 Ocak 2022 günü Moskova'da başlayacak ve normalleşme olarak tanımlanan yeni  sürecin   nereye  gideceği/gidemeyeceği, hangi  aşamalarda tıkanacağı ve belki  de bir  başka  sefere  denenmek üzere kapatılacağı zaman içinde görülecektir.

Şimdiden öngörüde  bulunmak  zordur. Ortada  birçok  etkili  aktör  bulunmakta ve  süreci   etkilemeye çalışmaktadır. Evet, Türkiye ile Ermenistan bir kez  daha kritik  bir  yolculuğa  çıkılıyor. Teşvik de edilebilir. Moskova'da bir araya gelecek S. Kılıç  ve R. Rubinyan öncelikle birbirlerini ve görüşmelerin zeminini  yoklayacaklar. Ancak bu yolculuğun gerçeklerle hayaller  arasında  yönünü ne tarafa çevireceği, bütün zorluklara rağmen, başta Erivan olmakla  taraflara kaldığı, aksi takdirde (şayet mevcutsa!) hedeflerine ulaşmasının mümkün olmayacağı şimdiden bellidir."


Süreci  sadece Türkiye'den değil  aynı  zamanda  Ermenice yayın yapan kitle iletişim araçları vasıtasıyla Ermenistan'ın içinden de izleyen Erciyes Üniversitesi öğretim görevlisi, 'Ermeni meselesi' konusunda önemli uzman Prof. Dr. Gafar Mehdiyev Independent Türkçe'ye yeni bir 'normalleşme' hamlesini şu sözlerle değerlendiriyor:

"Ermenistan, Rusya'dan bağımsız  bir  diyaloğa üstünlük   vermeyi  ve Batılı kimi  ülkeleri  de bu diyalog sürecine dahil etmeyi yeğlemekteydi. Erivan'daki bazı Ermeni siyasiler hâlihazırken süreçte  Rusya'nın, Türkiye  telkin  ve etkileri altında adımlar attığını öne sürmektedirler. Orada sık sık  1920'lerin başları  dile getirilerek Sosyalist  Rusya ile  Ankara Hükümeti  arasında  varılan anlaşmaların Ermenistan'a  zarar  verdiği  iddia  ediliyor ve Rusya ile Türkiye'nin günümüzdeki  çıkarları  kıyaslanıyor. Görüşmelerin önkoşullarla başlayacağı  kuşkusuzdur.

10  Ekim  2009'da imzalanmış Zürih  Protokolleri  de Ermenistan'ın bahaneleri  yüzünden kadük  durumuna  düşmüştü. Ermenistan Anayasa  Mahkemesi, Zürih  Protokolleri'ni  ülkenin Bağımsızlık  Bildirisi'nin 'lafzına aykırı' bularak iptal emişti. Bu koşullarda  Türkiye'nın, Ermenistan'ı  anayasa  değişikliğine zorlayabileceği de söz konusudur. Erivan'da anayasa değişikliği komisyonunun kurulmasına rağmen bunun gerçekleşmesi bir hayli zaman alacaktır. Çünkü Ermenistan'ın kendi anayasasını ve Bağımsızlık bildirisi'ni  değiştirip Türkiye aleyhindeki maddeleri çöpe atmadan sürecin her an tıkanabilme  durumu gündeme gelecektir.

Bu durum Ermenistan'da siyasi krize neden olabileceği gibi normalleşmeyi istemeyen güçler hemen faalleşecektir. Türkiye'nin ise bundan hiçbir zararı olmayacak. Yeni bir 'normalleşme' hamlesinin koşullarının bir kısmı Ermenistan-Azerbaycan ilişkilerinin düzelmesiyle ilintili olup burada Ermenistan'ın, Hankendi bölgesi başta olmak üzere, Azerbaycan'ın toprak bütünlüğünü tanıyan bir  anlaşmaya imza  atması, sınırların yeniden belirlenmesi ve iki ülke arasında nihai bir barış anlaşmasının imzalanması  gerekmektedir. Bunların olmaması durumunda yeni sürecin başarıya ulaşma ihtimalini de yüksek görülmemesi gerekmektedir."


Evet, Türkiye 8 Nisan 1993'de sınır kapısını kapattıktan sonra Ermenistan'la ilişkilerini normalleştirme amacıyla ikinci radikal adımını 14 Ocak  2022 Cuma günü atıyor.

Rusya Federasyonu'nun arabuluculuğunda başlayacak ilk görüşme öncesinde konunun uzmanları 'temkin' kelimesinin altını çiziyorlar.

Diplomaside 'temkin'in her zaman en doğru yaklaşım olduğunun altını çizerek biz de sürecin hemen başında sorumuzu 'temkinle' sormaktan kendimizi alıkoymayalım:

Acaba bu yeni gelişmenin ismini 'Lavrov süreci' koymanın bir sakıncası olur mu?

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU