Küresel sistem: Geleceğe dönüş

17, 18, 19 ve 20. yüzyıllarda oluşan 21. yüzyılın sorunlarıyla ilgilenmeye çalışan bu kadar çok oyuncu varken, yakın bir zamanda ve tabii ki önümüzdeki haftanın diplomatik bahisleri ile yeni bir dünyanın zuhur ettiğine tanıklık etmemiz pek olası değil

Fotoğraf: Reuters

ABD, Rusya ve Avrupa liderleri, neler olup bittiğini ve ne yapılması gerektiğini bildikleri intibasını uyandırmaya çalışırlarken, önümüzdeki birkaç gün içinde Cenevre ve Brüksel üzerinden uzanan büyük bir diplomatik tartışma dalgasına tanık olacağız.

Diplomatik maratonun 9 Ocak'ta ABD-Rusya zirvesiyle başlaması planlanıyor. Bu, büyük bir olay olarak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'e haftalardan beri daha da fazla güç kazandırdı.

ABD-Rusya zirvesini, yaklaşık 30 yıl önce başlayan ve son 10 yıldır durmuş olan bir süreci yeniden canlandırmak için 12 Ocak'ta Rusya ile Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) arasındaki bir toplantı izleyecek.

Bunun ardından Helsinki Anlaşmaları olarak bilinen 'sevgi şöleninin' anılarıyla birlikte Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın (AGİT) tüm üye devletlerinin katılacağı bir konferansı içeren son paket geliyor.

Burada merak edilen soru şu:

Katılımcıların hepsi acil ve çok telaşlı olan ve net bir gündemi olmayan bir eylemden ne elde etmeyi umuyorlar?

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ruslar, ne anlama gelirse gelsin 'güvenlik garantileri' elde etmeye çalıştıklarını söylüyorlar.

ABD ve Avrupalılar Putin'in Ukrayna'yı işgal etmeyi istemediğini ve bunu yapamayacağını bilirlerken 'Putin'i bu ülkeyi işgal etmeme hususunda ikna etmekten' söz ediyorlar.

Putin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) beş daimi üyesinin oluşturduğu (ABD, Büyük Britanya, Fransa, Sovyetler Birliği ve komünizm öncesi Çin) 'Big Five' grubunun zirvelerinin ilk başladığı 20'nci yüzyılda kurulan güç oyununa geri dönmek istiyor.

Bu 'Big Five' grubu Çin'in uzaklaşmasıyla 'Big Four'a dönüştü. Daha sonra General de Gaulle liderliğindeki Fransa 'tam yola' yani hedefe doğru dönmeye karar verdiğinde 'Big Three' oldu.

Ardından, imparatorluğun düşmesi ve ekonomik çöküşün ardından Büyük Britanya bir kenara itildi. Bu durum ABD ve Sovyetler Birliği'ni iki 'büyük güç' haline getirdi.

İşte Putin yine 'ikili' olmaya geri dönmeyi umut ediyor.


Putin, bir taraftan zaman zaman sıkıntıya neden olabilecek orta hacimli bir güç olarak Rusya'nın nüfuzunu azaltmayı uman ABD Başkanı Joe Biden ile bir zirvede "küresel öneme sahip sorunları gündeme getirmek"ten söz ediyor.

Ancak küresel liderlikte büyük bir ortaklık hiçbir şekilde mümkün değil.


Moskova'da Putin'in birtakım vaatlerle Biden'ı kendine çekmeye çalışacağına dair fısıltılar dönüyor.

Bu vaatlerin içerisinde İran'ı, Obama'nın imzaladığı ve Donald Trump'ın bir aldatma olarak kınadığı nükleer anlaşmaya yeniden tamamen uymaya ikna etmek de var.

Tahran'ın ABD tarafından sunulan anlaşmanın yeni şeklini kabul etmesi, Biden'a ilk diplomatik zaferini kazandıracak.


Putin, Tahran mollaları üzerindeki etkisini abartıyor olabilir ancak kesinlikle onları düşmanca davranışlarının seviyesini azaltmaya ikna edebilecek bir pozisyonda.

Bu, mollaların vuku bulan karışıklıklarda vekilleri aracılığıyla önemli bir rol oynadığı Irak, Lübnan ve Yemen'deki tansiyonu düşürmeye yardımcı olabilir.

Bunun ardından Putin, Ortadoğu'da istikrarı yeniden sağlamaya yönelik daha geniş bir planın parçası olarak Suriye'de de işbirliği teklifinde bulunacak.

Putin'in verebileceği diğer vaatlerin arasında Belarus Cumhurbaşkanı Lukaşenko'yu yatıştırmak ve Ukrayna'daki çatışmanın şiddetini hafifletmek de yer alıyor.

Bu vaatler karşılığında Putin yaptırımların kaldırılmasını, NATO'nun şemsiyesinin Ukrayna'ya kadar uzanmayacağına dair taahhüt verilmesini ve Kırım, Güney Osetya'nın ilhakının, Abhazya'nın fiili olarak işgalinin, geri dönüşü olmayan bir emrivaki olarak Rusya'nın Kafkasya'nın ötesindeki askeri varlığının kabul edilmesini istiyor.

Sorun, Putin'in eski duruma yani artık gerçekte var olmayan bir güç dengesine dönme umutlarında yatıyor.

Bu artık ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki uzlaşının uluslararası krizler üzerinde doğrudan etkisi olabildiği iki kutuplu bir sistem olmadığı için ciddi bir stratejiden çok hayal gibi görünüyor.


ABD'nin Birleşik Krallık, Fransa ve İsrail'i birkaç telefon görüşmesiyle Süveyş Krizi'ni sonlandırmaya nasıl ikna ettiğini biliyoruz.

Soğuk Savaş sırasında birden fazla rol oynayan önde gelen bir Sovyet politikacısı olan Yevgeni Primakov anılarında 1967 yılının Haziran ayında Mısır lideri Cemal Abdunnasır'a İsrail ile ateşkes yapmayı kabul etmesini söylemek için Kahire'ye nasıl uçtuğundan bahsediyor.

Nasır bir asker olarak, hiç şüphesiz bir savaşın fiili olarak ancak bir tarafın yenilgiyi kabul etmesiyle kazanılacağını bilmesine rağmen, Primakov'un talebini hemen yerine getirmişti.
 


Eski dünyada ABD'yi canlandırmayı umut eden Putin, Avrupalı, Japon ve diğer müttefiklerin neredeyse koşulsuz desteğine güvenebilirdi. Ancak artık işler değişti.

Araplar ve diğer Asyalı müttefikler bir yana, küçük Avrupalı ​​güçler bile kendi siyasi tercihlerini duruma göre şekillendirmeye çalışıyorlar.

Bu hala bir NATO üyesi olan Türkiye'nin çeşitli yönlerde değişken davranmasına yol açarken, Almanya da dahil olmak üzere bir avuç AB ülkesi Moskova ile ilişkilerde kayıtsız kalma çağrısında bulunuyor.

Eski dünyada Sovyetler Birliği komünist Çin'de nüfuz iddiaları ile kandırabilirdi. Artık bu da değişti. Çin'in gelecek haftaki diplomatik maratonda olacağı yerler, en öne çıkan sıkıntılı ve çalkantılı dosyalar.


Putin'in geleceğe dönüş hamlesi geçen yüzyılı canlandırmayı amaçlarken, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, küresel gücü göstermek için bir model olarak 19'uncu yüzyıl emperyalizmini benimsemiş durumda.

İmparatorluk inşasının zirvesindeki İngiliz milliyetçilik akımını anımsatan yeni bir milliyetçi anlatı oluşturarak Şi, son teknoloji ile donatılmış nükleer bir cephaneliğin yanı sıra bir donanmaya sahip olmaktan ve ardından İngilizlerin imparatorlukları için dünyanın dört bir yanında inşa ettikleri 'kömür santrallerine' benzer bir üs ağı kurmaktan bahsediyor.

Geçen hafta, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, Cibuti'de bu üslerden ilkini ziyaret etti ve Eritre ve Komorlar'da başka üslerin alınması için tekliflerin yapılmasına teşvik etti.

Aynı zamanda Pekin, Güney Çin Denizi adalarında bazı 'platformlar' kurdu ve Pasifik Okyanusu'ndaki Solomon Adaları'nda bir üs temin etmeye çalışıyor.

Umarız Şi, tarihteki en büyük nükleer cephaneliğin Sovyetler Birliği'ni çöküşten kurtarmadığı gibi bütün 'kömür santrallerinin' ve çok sayıda üssün Britanya İmparatorluğu'nu da kurtarmadığını oturup bir düşünür.

Öte yandan Avrupalılar, Avrupa Birliği'nin (AB) birliğine sözlü olarak bağlı kalmalarına rağmen, 17'nci yüzyıla ve 'herkes kendi işini görür' vurgusu ile Vestfalya Antlaşması'na geri dönüyorlar.

Bazı durumlarda şovenizm düşünce yapısı birçok Avrupa toplumunda görülüyor, ki bu en çok İngiltere'nin AB'den çıkışında (Brexit) görülüyor.


Peki ya ABD'de durum ne?

Bazılarının iddia ettiği gibi şu anki izolasyon hali yoğunsa, o zaman ABD, Monroe Doktrini'nin kendisini başkalarının neden olduğu sıkıntılara karşı koruduğu kadim çağlara geri dönmeye çalışıyor.

Belki de Rönesans Felsefesi'nin önemli bir düşünürü olan Fransız Michel de Montaigne'nin 'aldatma' dediği ya da karşıt ilerleme dediği şeye tanık oluyoruz veya birini bile çözmeden bütün sorunları ele alma davranışına şahit oluyoruz.


17, 18, 19 ve 20'nci yüzyıllarda oluşan 21'inci yüzyılın sorunlarıyla ilgilenmeye çalışan bu kadar çok oyuncu varken, yakın bir zamanda ve tabii ki önümüzdeki haftanın diplomatik bahisleri ile yeni bir dünyanın zuhur ettiğine tanıklık etmemiz pek olası değil.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU