Gruplar ilerlerken ordular neden geriler?

Taliban’ın ilerleyişini hiçbir şey durduramıyor. Halkın, özellikle de kadın ve çocukların artan acısı bu ilerleyişi durduramıyor

Fotoğraf: AA

Mezheplerden, aşiretlerden ve ırklardan oluşan gruplar ordusu, devletin ordusuna daima üstün geliyor. Bugün bu gerçeği 1992 ve 1996 yıllarında benzer sahneler sunan Afganistan’da görüyoruz. ABD tarafından 20 yıldır devam eden eğitime, silahlandırmaya ve finansmana rağmen Taliban, ABD’nin ve NATO’nun Afganistan’dan çekileceğini açıklar açıklamaz askeri olarak ilerlemeye ve toprakları ele geçirmeye başladı: Bugün Taliban, bir şehri işgal ederken yarın başka bir şehri işgal ediyor. Başkent Kabil ise sırasını bekliyor.

Taliban’ın ilerleyişini hiçbir şey durduramıyor. Halkın, özellikle de kadın ve çocukların artan acısı bu ilerleyişi durduramıyor. Dolayısıyla bu da başka bir ilerleyişin önünü açıyor. Halkın korkusu ve on binlerce insanın göçü, dünyanın bu mağara örgütünden korkusunun ve bu örgütü kınamasının Taliban’ın ilerleyişini durduğu kadar ancak durdurabiliyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bunun en büyük sebebi, gruplar ordusunun grup ordusu olması ancak devletin ordusunun devlet ordusu olmamasıdır. Devlet ordusundan geriye kalan tek şey folklordür: Semboller, işaretler, övgü, bağlılık ve orduya şarkılar söyleme. Tüm bunlar, savaş alanında ne ilerleme ne de gerileme sağlar. Örneğin Lübnanlılar, genellikle bu gerçeği bilir. Hatta onlar, kendilerini koruması gereken orduyu korumaları gerektiğini dile getiriyorlar.  

Ancak devlet ordusuna dönüşmeyen ulusal ordunun sorunu, devlete dönüşmeyen devletin kendi sorunudur. Bunun için devlet, vatandaşları gruba bağlılığın ötesine geçen devlete bağlılığa ikna etmeyi başaramıyor. Halka hizmet vermeyi engelleyen ekonomik zayıflığın ve yolsuzluğun yanı sıra devlet, grup ilişkilerinden ilham alan ve bu ilişkileri taklit eden kayırmacılık esasına göre inşa ediliyor. Başkentten uzakta oturan gizemli, meçhul ve güvenilmez vekil yerine aslonana yani halkımıza gidelim. Bu durumda devlete ve ülkeye bağlılık, genellikle aciz, kibirli ve egoist olan bir yabancıya bağlılığa dönüşüyor.

IŞİD, 2014 yılında Musul şehrini ele geçirdiği zaman Irak’ta bu tür bir şeye şahit olduk. O dönemde ordu hızlı bir şekilde parçalandı. DEAŞ’a karşı koyma görevini ise ABD ve İran gibi yabancı ülkelerin yanı sıra Haşdi Şabi ve Peşmerge gibi yerel milisler üstlendi.

Suriye’de ulusal ordu, rejimi savunamadı. Rejimi savunma görevini ise İran ve Rusya gibi ülkelerin yanı sıra Suriye, Lübnan, Irak ve Afganistan merkezli milisler üstlendi. Aynı ordu, militan eğilim tarafından ele geçirilip halkını öldürmekle meşgul olan yöntemlerle kontrol edildi.

Lübnan’da ulusal ordunun bölünmesi ise uzun süreden beri mevcut. İnsanlar gruplara ayrılıp birbiriyle savaştıkça orduda da bölünme meydana geldi. Bu durumda askerler, ele geçirdikleri silahları kendi gruplarına taşıyor. Devlet ordusunun çaresiz ve bölünmüş bir durumda olduğu 1982 işgalinden sonra Lübnan, kendisini iç kaostan kurtarması için Amerikan, Fransız, İngiliz ve İtalyan güçlerinden yardım aldı. Bu güçler de başarısız olup Lübnan’dan ayrıldılar.

TV kanallarına konuk olan Lübnan ordusunun emekli subayları, sürprizi doruk noktasına taşıyorlar. Zira askeri kurumda geçirdikleri onca yıl ve bu süre zarfında duydukları ulusal birlik konuşmaları -belki de kendileri de orduya ve ülkeye bağlılık konuşmaları yaptı- onları gruplara katılmaktan alıkoymadı.

Gruba göre ulusal ordunun acizliği daha güçlü. Zira grup, grup olarak güçlü. Devlet ve ordu ise devlet ve ordu olarak zayıf. İç savaş ya da iç savaşa hazırlık dönemleri, bu denklemi teyit etmek için tipik dönemlerdir. Örneğin 1990’ların başında Yugoslavya savaşında meydana gelen ilk olay, Hırvat güçlerinin Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’ne ve Sırp yönetime sahip Yugoslav Halk Ordusu’na karşı ayaklanmasıydı. Hatta yakın bir zamanda Addis Ababa, Tigray bölgesinin merkezi Mekelle şehrinin kontrol altına alındığından bahsederken Tigraylılar da Etiyopya ordusunun ırklara göre bölünme ihtimalinden ve Tigray halkının ordudan ayrılıp yerel güçlere katılmasından bahsediyordu. Daha geriye gidecek olursak 1945 ve 1999 yılları arasında dünyanın tanık olduğu 140 iç savaştan sadece yüzde 18’i, barışçıl bir çözümle sona erdi. Fakat barışçıl çözümlere rağmen bazı çekişmelerde şiddetin yeniden yaşanma ihtimali tamamen ortadan kalkmadı. Çünkü ya devleti elinde tutan en büyük ve en katı grup, çözüm esnasında verdiği vaatlerden geri adım atıyor ya da daha zayıf ve daha küçük grup, şiddet yoluyla daha iyi şartlar elde etme umuduyla çözümden vazgeçmeyi düşünüyordu.

Yıllar önce “ortaya çıkma sürecinde” olan uluslardan bahsedenler oldu. Yıllar sonra ise bu ulusların ortaya çıkmadığını ve parçalanmış ordularının durumlarının, zayıflığın en net göstergesi olduğunu söyleyen cesur insanlara ihtiyaç duyar olduk. Fakat sadece ülkelerin bütünlüğünün ve orduların gücünün, şiirlerden ve şarkılardan daha sağlam olduğu için değil, aynı zamanda bu gerçeği kabul etmenin, bizi varoluşsal bir soruyla yüzleştirip karşısında hiçbir şeye sahip olmadığımız bir ormanla karşı karşıya getireceğinden dolayı bu, itiraf etmek istediğimiz en son şeydir. Bugün biz de dahil birçok halk, ormanın ortasında oturmuş çaresizlik içinde bekliyor.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

DAHA FAZLA HABER OKU