Normalleşme, özgürlük ve demokrasi sorunları üzerine

Özgürlük ve demokrasi, normalleşmenin varlığı veya yokluğu ile hiçbir ilgisi olmayan nedenlerle yenildi

Fotoğraf: AA

Arap devrimlerinin, normalleşme ve İsrail ile barış konularını görece ikincil önemde sorunlar olarak ele alması pek de bilgesizce sayılmaz. Devrimler, Filistin halkının haklarına ve davasına bağlı kaldılar ama barış ve normalleşmenin kapılarını kapatmadıkları gibi açmadılar da. Ne normalleşmenin özgürlüğe ve demokrasiye açılan bir kapı olduğunu ne de özgürlük ve demokrasiyi katlettiğini söylemediler.

Her şeyden önce özgürlük talep ettiklerinden, devrimlerin öncelikleri farklı göründü. Bu farklılık, özgürlük ve demokrasi meselesini, ister olumsuz ister olumlu olarak bakılsın, normalleşmenin bulunduğu noktanın dışında bir noktaya yerleştirdi.

Başka bir deyişle baskı, normalleşme olsa da olmasa da uygulanabilir ve güçlü olabilir.

Özgürlük ve demokrasi, normalleşmenin varlığı veya yokluğu ile hiçbir ilgisi olmayan nedenlerle yenildi. Bu açıdan bakıldığında odaklanmayı hak eden önemli konular, toplumların oluşumu, akrabalığa dayalı rejimler, orduların, şehirlerin, burjuvazinin ve dış dünyanın konumlarıyla bağlantılıdır. Ancak, özgürlük ve demokrasinin kaderini biraz da olsa etkileme açısından normalleşme veya normalleşmeme, pratik olarak eşit olsalar da teoride eşit değiller. Normalleşmeme, doğruyu söylemek gerekirse, bizzat normalleşmenin sahip olmadığı bir avantaja sahip. Normalleşme temelde ve en iyi durumda özgürlüğü ikinci sıraya yerleştiriyor. Özgürlüğü erteliyor hatta önemsizleştirip “temel çelişki” ve ünlü “savaşın sesinden daha yüksek bir ses yoktur” ifadesine bağlıyor. Normalleşme karşıtlığında, militarizm ve direniş sivil olandan önce gelir. Bazılarının öne sürdüğü uzlaştırma girişimleri, gerçeklerle en ufak bir temasta aksayan fikir ve makalelerden ibarettir.

Bu anlamda normalleşme, kişinin hemfikir olabileceği veya olmayabileceği politik bir duruş ve hesaptır. Normalleşmeme ve uzantısı olan mücadele ile direniş, kurtarıcı ve kutsal bir tavırdır. Bundan vazgeçen herkes haindir. Bu sadece karşı çıkışla süslenmiş bir aldatmaca değil, gerçekten böyledir. Demokrasi ile olan anlaşmazlığı sözler ve arzularla çözülmez. Mesela, demokratik bir sistemde halk iradesi normalleşmeyi destekliyorsa, yani kurtarıcıyı ve kutsal olanı ihlal ediyorsa ne olacak?

Bunun için, en fanatik normalleşme karşıtlarının en coşkulu ordu destekçileri olmaları sebepsiz değil. Çünkü ordu, İsrail ile savaşın bir aracı, ama aynı zamanda halkı için de bir baskı aracıdır. Bu fanatikler 2003 yılında Irak ordusu feshedildiğinde dünyayı ayağa kaldırmışlardı. Ancak, ABD’nin çözümünün tam anlamıyla uygulanamadığı bu ordu, DEAŞ 2014 yılında Musul’u işgal ettiği zaman şehirden geri çekildiğinde söz konusu tarafların sesi çıkmadı. Bu radikallerin en çok destekledikleri ve övdükleri ordulardan biri de “cesur” Suriye ordusuydu. Suriye ordusu ise en büyük savaşını halkına karşı verdi. Her iki orduyu savunanların da birinci argümanı “İsrail’e karşı savaş” idi.

Normalleşme ve baskı arasındaki bağın zayıf olduğunu kanıtlayan argümanlar çok. Elbette bu, normalleşme destekçilerinin baskıcı ve otoriter olmadığı anlamına gelmiyor. Normalleşmeye karşı olmak ile baskı arasındaki bağın güçlü olduğunu kanıtlayan argümanlar da çok. İsrail ile ilişkileri normalleştiren Enver Sedat da otoriterdi, ama onun otoriterliği “direnişçi” Nasır dönemi otoriterliğine göre denizdeki su damlası gibiydi. Suriye rejimi, baskı konusunda en acımasız rejim olduğu kadar, normalleşmeye en düşman Arap rejimlerinden biridir de.

Öte yandan, Filistin örneğinde maalesef bu bağlantı dahi yok. Günümüze kadar Filistin davasını temsil eden liderlerin gündeminde demokrasi hiç yer almadı. Bu, Emin el-Hüseyni, Ahmed Hilmi, Ahmed Şukeyri ve Yaser Arafat gibi, George Habaş, Nayif Havatme, Ahmed Yasin, Halid Meşal, İsmail Heniyye ve Mahmud Abbas için de geçerli. İdeoloji, zaman ve deneyimlerdeki çeşitliliğe rağmen, bunun tek bir aksi örneği yok. Hiç kimsenin dini olması gerektiği gibi uygulayamadığını söyleyen inananlar gibi olduk. Filistin Kurtuluş Örgütü’nden diğer gruplara Filistin devrimi kurumları, özgürlük ve demokrasi arasındaki bu bağı destekleyecek bir model sunmadılar. Komşu ülkelerin sorunlarına yönelik tutumları, her zaman özgürlük ve demokrasiyi en az ifade eden seçenekleri seçmek oldu. Lübnan’da, geliştirilip reforme edilebilecek parlamenter hayatı baltalamaya katkıda bulunan doğrudan silah ve silahlanma seçeneğini seçtiler. Suriye’de halkına karşı Hafız Esed’i tercih ettiler. Irak’ta Saddam Hüseyin ve savaşlarını seçtiler. Filistin direnişinin Lübnan’daki son kollarını da ortadan kaldıran Hizbullah, yaptıklarına karşı affedilmekle kalmayıp, kalpler ve duygular onun etrafında birleşti. Tesadüfler öyle çok tekrarlandı ki yasaya dönüştüler.

Bu seçimler, Filistin davası ve tartışmasız hakları ile özgürlük ve demokrasi meseleleri arasındaki kopuşu pekiştirmekle kalmayıp, davayı ve yakın kapsamı dışında ve içinde yaşayan her şeyle bağlantısını zayıflattı. Filistin davası yavaş yavaş kendisini somutlaştıracak somut bedenleri olmayan bir ruh haline geldi. Bedeni olmayan ve her defasında somut fiziksel formlarda somutlaşmayı reddeden ruhlara karşı şüpheler ise her zaman güçlüdür.

Bütün bunlar göz önüne alındığında normalleşmenin ne faydası ne de zararı yok. Korkarız ki, bu başlığın (normalleşme) büyütülmesi, başlıkları değiştirmeye çalışan devrimlerin yenilmesinin bir sonucu.

Normalleşme karşıtlarının ayaklanıp normalleşmeyi yıkacaklarını söyledikleri “kitleler” ne büyük ve küçük ne de zengin ve yoksul ülkelerde bunu yapmadılar. Bunun üzerine karşıtların bir bölümü, kendilerinden umut kesilen “kitlelerin” yerine Joe Biden’ı geçirdiler. Bu gelişme de sürekli ısıtılıp önümüze sürülen iki kıt ifade dışına çıkmamızı, düşünmemizi ve gözden geçirmemizi sağlayamadı. Bu ifadelerden ilki, yoksul ülkeler için söylenen “Yöneticiler kitleleri yoksullukla tüketerek kendilerine boyun eğdirdiler.” İkincisi de zengin ülkeler için söylenen “Yöneticiler kitlelere rüşvet verdi, onlar da kabul ettiler” ifadeleridir. Konu artık üzerinde düşünülmeyi, gözden geçirilmeyi ve üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin kutsal kalan ezberlerle arasına biraz da olsa mesafe koyulmasını hak ediyor.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU