Yetim devletler ve küresel sisteme yönelik tehdit

Lenin ve Hitler'den Humeyni ve Ebu Bekir el-Bağdadi'ye kadar bir ideoloji tarafından yönlendirilen tüm hareketler, 'ilahi takdiri' tamamlamak için ideolojik insanı görünüşte 'biyolojik insanla' değiştirmeyi amaçlamaktadır

Fotoğraf: Anwar Amro/AFP

"11 Eylül'de ne olduğunu hatırlayın" ifadesini anımsıyor musunuz?

Bazılarının derin bir uykuda olan bir dünyadan uyanma çağrısı olarak gördüğü bu yaygın ifade, 'Tarihin Sonu' kitabında resmedilen duruma benziyor.

Bundan otuz yıl önce New York ve Washington'a yönelik terör saldırıları yeni dünya düzeni için bir tehdit teşkil ediyordu.

Uluslararası endişelerin başında, devletin kontrolü dışında olan gruplardan kaynaklı bu tehdit ile grupların terör ve savaş yoluyla ideolojik hedeflerini gerçekleştirmek için üs olarak kullanılacakları toprakları ele geçirmeleri vardı.

ABD'ye yönelik saldırı -yeni özelliklerine rağmen- ister küçük ister büyük ölçekte olsun, diğer ideolojik hareketler tarafından kullanılan bir modeli çağrıştırıyor.

Diğer bir deyişle hem Sovyetler Birliği hem de Nazi Almanyası ulus-devlet kavramını reddeden bir model üzerine inşa edildi.

Üçüncü Reich (Üçüncü Alman İmparatorluğu) ve Sovyetler Birliği 'güvenlik, ticaret, pazarlara erişim, kaynaklar ve kültürel alışveriş gibi devletlerin doğal çıkarlarına önem veren normal ulus-devletler' gibi hareket edemezlerdi.

Bu rejimlerin temel kaygısı, gerektiğinde savaş yoluyla da olsa ideolojik sloganını ihraç etmekti.

Sovyetler Birliği'nin kurucusu Lenin, Rusya'yı yalnızca 'proleter devrim için bir üs' olarak görüyordu. Öyle ki Petrograd ve Moskova'da edindiği üssü güvence altına almak için Brest-Litovsk Antlaşması'yla Avrupa'daki varlığını kaybetmeye hazırdı.

Lenin "Devlet ve Devrim" adlı kitabında, devletin, proletarya adına bir devrim aracı olmanın dışında anlamsız olduğunu savundu.

Hitler için de Almanya bir gerçeklik olmaktan çok soyut bir kavramdı ve dünyayı 'saf ırk' sloganıyla fethetmenin üssüydü.


11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren grup da aynı doğrultuda hareket etti. Amaç toprakları ele geçirmek değil, ideolojik sloganını yaymaktı.

Saldırıları planlayan bu grubun merkezi başlangıçta Afganistan'dı. Afganistan'dan ayrılmak zorunda kaldı ve yıllarca memnuniyetle karşılandığı Sudan'a taşındı. Sudan'dan çıkarıldıktan sonra ise Afganistan'a geri döndü.

Her iki durumda da iki ülke topraklarını, ideolojik ticari sloganını ihraç etmek için kullandı. Bir toprak parçasının ideolojik bir temel olarak kullanılması, dünya üzerindeki birçok ulus ötesi grup için model olmuştur.

Bunun en önemli örneklerinden biri, İslam Fedaileri'nin 1979'da İran'da kazandığı zaferdir. Devrimin lideri Ayetullah Humeyni, onlarca konuşmasında ulusal sınırlara bağlı olmadığını açıkça belirtti.

İran'ı devrimi için istiyordu, başka bir şey için değil. Ondan haleflerine miras kalan şey ise 'ideolojik sloganını yaymak amacıyla İslam ülkelerinden başlayarak tüm dünyayı fethetmek' oldu.


Lenin devrimini ihraç etmek amacıyla uluslararası komünizm anlamına gelen Komintern'i kurdu.

Hitler, 1930'larda Avrupa, Güney Amerika ve hatta İran gibi onlarca ülkedeki faşist partilerin koordinasyonunu sağlama rolünü üstlenmişti.

Humeyni, Hüccetülislam Hadi Hüsrevşahi liderliğinde devrimi ihraç etmek için bir ofis kurdu.

Hüccetülislam Hadi Gaffari ise Lübnan, Irak ve Yemen başta olmak üzere 17 ülkede şubeleri bulunan Hizbullah'ı kurdu.


Bu ideoloji, Latin Amerika ve Afrika'daki Marksist gerilla gruplarının 1960'lar ile geçen yüzyılın sonu arasındaki deneyimlerinden de anlaşılacağı üzere, benzer grupların çoğu için ana faktördür.

Son yirmi yılda bu model, çoğunlukla İslam dinini bir ideoloji olarak kötüye kullanan gruplarca benimsendi.

Taliban'ın unsurları, Afganistan'dan sürüldükten sonra Pakistan ve doğu İran'a taşındı. Benzer şekilde el-Kaide de Afganistan'dan kovulmasının ardından Irak'ta şubeler kurdu.

El Kaide, Irak ve Suriye topraklarının bir kısmında İslam Devleti kurmayı başardı. Örgüt bundan sonra kendisi için önemli olan şeyin toprak değil, ideoloji olduğunu kanıtlamak için Kuzey ve Batı Afrika'da şubeler kurdu.

'Boko Haram' olarak bilinen örgüt de benzer bir yolu takip etti. Nijerya'da başladı ancak yarım düzine Batı Afrika ülkesine yayıldı. Örgütün Çad ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde bile kolları var.


Lenin ve Hitler'den Humeyni ve Ebu Bekir el-Bağdadi'ye kadar bir ideoloji tarafından yönlendirilen tüm hareketler -inanç sistemi ile söylem arasındaki farklarından bağımsız olarak- 'ilahi takdiri' tamamlamak için ideolojik insanı görünüşte 'biyolojik insanla' değiştirmeyi amaçlamaktadır.

Humeyni, Molla Ömer ve Usame bin Ladin gelmeden çok önce, Somali'de Molla Hasan ve Peştunistan'da Swat Akhund (Saidu Baba) liderliğindeki İslam devrimi, toprağın ideoloji için bir rampa olarak kullanılması fikri kapsamında modeller sundu.

İran Cumhuriyeti'ndeki resmi medyanın Lübnan'daki mevcut krizi "Humeyni devrimci sloganı ile ABD'nin önderliğinde 'kendini beğenmiş' güçler koalisyonu arasındaki bir mücadele" olarak sunması şaşırtıcı değil.

Tahran'daki üst düzey karar vericilerin görüşlerini yansıtan Kayhan gazetesi hem dinin hem de devletin rolünün çarpıtılmasını temsil eden Hizbullah'ın yerel kolunun varlığıyla birlikte Lübnan'ı, Humeyni devrimi için bir 'cephe hattı siperi' olarak tanımlıyor.


Lübnan'ın ideolojik fetihler için başlangıç ​​noktası olarak kullanılan toprak parçası olmadığı bir gerçek. Lübnan, delilerin eline düşen diğer ülkelerle birtakım ayrıcalıkları paylaşıyor.

Lenin, Çarlık devletinin çöküşüyle ​​yetim kalan bir Rus devletinde iktidarı ele geçirdi. Hitler, başarısız Weimar Cumhuriyeti'nin yerine geçen bir devleti miras aldı.

Humeyni, Şah'ın İran'ı yetim bir ülke olarak terk etmesiyle iktidara geldi. Komünist rejimin düşüşünün ardından Afganistan, Saddam Hüseyin'den sonra Irak ve Muammer Kaddafi'den sonra Libya, ideolojik terör grupları tarafından doldurulan boşluklar yaratan yetim ülkelerine örnektirler.


Lübnan'ı da ilk bakışta benzer bir akıbetin tehdit ettiği düşünülebilir. İtibarını kaybetmiş olan seçkinlerin yönettiği ülke, çöküşün eşiğinde görünüyor.

Taliban'ın Pakistan'ın desteğiyle Afganistan'da yaptığı gibi, İran destekli silahlı bir grup burada kontrolü ele geçirmek için hazırlanıyor. Neyse ki Lübnan için henüz seçenekler ortadan kalkmadı.

Burada -bana göre pratik olmayan bir seçenek olarak- Fransa'nın önderlik ettiği uluslararası bir 'vesayetten' söz ediliyor.

Ayrıca bir İran egemenliğinden de bahsediliyor. Kendi sorunları içinde debelenen Tahran'ın buna kalkışması akılsızlık olur.

Üçüncü seçenek, egemenliği Lübnan halkına geri vermektir. Bu, yetim bir ailenin kendi kaderini tayin etmesine yardım etmek anlamına gelir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Adem İpekyüz

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU