Devasa sunaklar istihbaratçı arkeologlarca çalınırken de kavga ediyorduk

Osmanlı ülkesinden birçok önemli eserin yasa dışı yollarla düvel-i muazzama memleketlerin başkentlerine çeşitli yollarla çıkarılması hadisesi tüm çabalara rağmen engellenemiyordu

Zeus Sunağı / Fotoğraf: Staatliche Museen zu Berlin

Türkiye'nin doğal ve tarihi zenginlikleri son dönemde meydana gelen bazı talihsiz olaylar sebebiyle Türk kamuoyunu meşgul ediyor.

Restorasyon sırasında istenmeyen görüntüler ve yüzlerce yıllık tarihi değere sahip eserleri yurda geri getirme çabası bu tartışmaların başında geliyor.

Ata mirasını koruma konusunda ise geçmişten günümüze iyi bir sınav verebilmiş değiliz. 

Osmanlı döneminde 'âsâr-ı atîka' olarak isimlendirilen tarihi ve doğal miras; Fransa, Almanya ve İngiltere tarafından acımasızca yağmalanmıştır.

Bu eserler şu anda British Museum, Louvre Museum ve Berlin Museum'da en nadide eserler olarak sergilenmektedir. 

Çoğu âsâr-ı atîka; tüccar, seyyah ve arkeolog kılığında gelen yabancılar tarafından Osmanlı topraklarından çalındı. Bazı eserler çok küçük bedeller ve rüşvetlerle yurt dışına çıkartıldı.

Osmanlı'nın tarihi değerini geç de olsa anladığı eserleri koruma teşebbüsü ise büyük devletlerin siyasi baskısı karşısında çoğu zaman Osmanlı'nın geri adım atmasıyla neticelendi.

Osmanlı topraklarında âsâr-ı atîka araştırması yapan arkeolog ve tarihçilerin bir süre sonra kendi ülkelerinde hükümet ve istihbarat ofislerinde görev almaları da bu yağmada izlenen devlet stratejisini ortaya koyuyordu.

İngiliz cephesinde David George Hogarth, Henry Layard, Gertrude Bell, Thomas Edward Lawrence; Almanya tarafından ise Human/Hofman gibi isimler ilk akla gelenlerdir.
 

gertrude belin çektiği arkeloji fotosu.jpg
Gertrude Bell arkeloji fotoğrafı / Gertrude Bell Arşivi


Bugün hükümet ve muhalefetin tavır almak noktasında aynı çizgide buluşmak zorunda olduğu âsâr-ı atîka politikası toplumsal bir bilinç için beka meselesidir.

Geçmişte yaşanan tartışmalar ve fikir ayrılıkları sebebiyle devasa boyuttaki sunaklar dahi çantalar ve sandıklar içerisinde yurt dışına kaçırıldı.


Asâr-ı atîka bilincinin oluşması ve nizamnameler

Avrupa'nın, Rönesans olarak isimlendirdiği dönemle birlikte Avrupalılık bilinci açısından tarihi mirasın önemi fark edildi.

Sonraki yıllarda özellikle Atina'da yapılan kazılarda birçok tarihi eser ve mabet keşfedildi; kısa bir süre sonra birçok önemli eserin aslında Küçük Asya'da yani Osmanlı Anadolu'sunda olduğu anlaşıldı.

Osmanlı'nın eski eser ve yapılara bakışı tahrip etmek değildi, bu eserler ihtiyaç halinde yeni yapıların inşasında kullanılıyordu. Nitekim İstanbul'da Süleymaniye Cami, Anadolu'da ise Alâeddin Keykubat Camisi'nin yapımında tarihi eserlerin sütun ve mermerlerinden yararlanılmıştı.

Daha küçük tarihi eserlerin içerisinde ise özellikle silah teknolojisi Osmanlı'nın dikkatini çekmiş ve bu silahlar Aya İrini Kilisesi'nde toplanmıştı.

1726 senesinde bu silahlar Darülesliha ismi verilen yerde koruma altına alınmıştı; fakat modern müze denebilecek ilk teşebbüs Tophane-i Âmire Müşiri Fethi Ahmet Paşa tarafından gerçekleştirilmişti.

Mecma-i Âsâr-ı Atîka olarak isimlendirilen bu müze birçok önemli eserin dikkatli bir şekilde depolanmasından ibaretti. Bugünkü müzecilik anlayışında olduğu gibi kataloglama ya da tasnif söz konusu değildi.

Osmanlı'da modern müzecilik Galatasaray Lisesi tarih öğretmenlerinden E. Goold'un 1869 yılında kurulan müzeye müdür olarak atanmasıyla başladı.

Oysa Goold da Osmanlı mirasını yağmalayan kötü şöhretli isimlerden birisiydi. Semavi Eyice bu stratejik hatayı şöyle nakletmişti:

Sadrazam Âli Paşa tarafından 1869'da İngiliz Elçiliği'nin tavsiye ettiği ve İstanbul'da çok karanlık bir şöhreti olan Mr. Goold adında biri müzenin başına getirilmiştir. Buna karşılık İstanbul'da Fransızca bir dergi yayımlayan Alfred de Caston ise, 1868'de Paris'te basılan ‘Constantinople en 1869 - Historie des Hommes et des Choses' başlıklı kitabında Galatasaray Sultanisi'nin ders nazırı M. Goold'un İstanbul'da yaşayan Avrupalıların en ilgi çekicilerinden olduğunu yazdıktan sonra, O'nun İngiltere'nin en eski ve en yüksek soylularından ve Büyük Britanya'nın en büyük adlarıyla akraba bir aileden geldiğini, Avusturya ordusunda yüksek bir rütbeyle subaylık yaptığını ve bu saygıdeğer kişinin engin bilgisiyle sarsılmaz hoşgörülülüğünü, geleceğin vatandaşlarını yetiştirmeye ve onlara yol göstermeye harcamaktadır.


Osmanlı Devleti ilk müzenin kurulmasından sonra ülkedeki yağmanın önüne geçebilmek adına 'Âsâr-ı Atîka Nizamnamesi' yayımlandı.

Bu kanunnameye göre değerli maden ve mermerin yurt dışına çıkartılması yasaklandı; bulunan eserlerin devlet tarafından satın alınacağı ilan edildi.

Bu nizamname yayımlandıktan sonra uygulanmaya çalışılmışsa da yabancı devletler elçilikleri vasıtasıyla siyasi baskı yaparak uygulamayı engelledi. 

Maarif Nazırı Münif Paşa'ya vezaret verilmesi âsâr-ı atîka politikasında önemli adımların atılmasını sağladı.

Münif Paşa'nın en büyük icraatı Osmanlı müzecilik tarihine adını altın harflerle yazdıran Osman Hamdi'yi müze müdürü olarak göreve getirmesi oldu.
 

osman hamdi bey 1.jpg
Osman Hamdi Bey / Fotoğraf: Arkeoloji Sanat


Büyük bir aşkla görevini icra etmeye başlayan Osman Hamdi, yalnızca müzecilik yapmamış, Osmanlı topraklarında birçok önemli arkeolojik keşfin de mimarı olmuştu.

Sayda Lahitleri'ni bularak İstanbul'a getiren Osman Hamdi Bey, Osmanlı müzecilik tarihinde adeta bir devrim meydana getirdi.
 

osman hamdi bey çalışmları.jpg
Osman Hamdi Bey çalışmaları / Fotoğraf: osmanhamdibey.gov.tr


Abdülhamid'in konuğu olarak İstanbul'a gelen Alman İmparatoru II. Wilhelm Müze-i Hümȃyûn'da gördüğü İskender Lahdi ve diğer eserlerini Osmanlı'nın bakamayacağını düşünerek Sultan Abdülhamid'den hediye etmesini istedi.

Bu ricayı Osman Hamdi'ye soran Sultan, şu cevabı almıştı:

Lahdi ancak benim vücudumun üzerinden geçirerek götürebilirsiniz.


Sultan Abdülhamid bu cevaptan hoşlanmış ve eserlerin İstanbul'da kalması gerektiğine karar vermişti. 

Osman Hamdi tarafından hazırlanan Âsâr-ı Atîka Nizamnamesi ise tarihi eserlerin korunması açısından dönüm noktası oldu.

Tarihi eserlerin yurt dışına kaçırılmasını tamamen yasaklayan bu nizamname Cumhuriyet döneminde de uzun süre dokunulmadan yürürlükte tutulmuş ve önemli başarı elde etmişti. 
 

osman hamdi bey.jpg
Osman Hamdi ​​​​​​​Bey / Fotoğraf: osmanhamdibey.gov.tr​​​​​​​


Önemli eserlerin çalınması: Zeus Sunağı örneği

Osmanlı ülkesinden birçok önemli eserin yasa dışı yollarla düvel-i muazzama memleketlerin başkentlerine çeşitli yollarla çıkarılması hadisesi tüm çabalara rağmen engellenemiyordu.

Büyük devletler, arkeologların çalışmalarını sürdürmesi için gerekirse Osmanlı'ya siyasi zorbalık yapmaktan da çekinmiyordu. 
 

zeus sunağı.jpg
Zeus Sunağı / Fotoğraf: Staatliche Museen zu Berlin


Bergama'dan çalınan Zeus Sunağı bu politik zorbalığın en mücessem örneğiydi. En acısı bu devasa yapının 10 sene boyunca sandıklar içerisinde Berlin'e götürülmesi oldu.

Alman Büyükelçileri ve siyasiler İstanbul hükümetinin bu tahliyeye karışmaması için satın alma, rüşvet ve siyasi baskı dâhil olmak üzere her yolu kullanmıştı. 
 

bergama berlin müzesi.jpg
Bergama Berlin Müzesi / Fotoğraf: Staatliche Museen zu Berlin


Osman Hamdi Bey, Almanların Bergama'daki son eserleri de sandıklar içerisinde taşıması hadisesini İstanbul'a şöyle bildirecekti:

…Almanyaluların mukaddemâ istihsal etmiş oldukları [önceden aldıkları] ruhsat mucebince Berlin'e nakletmiş oldukları asârın [Pergamon Sunağı'nın parçalar hâlinde taşınmasının] enkaz ve eczası olarak muahharan[eserden geriye kalan yıkıntı ve parçaların son defa olarak] bulup yetmiş[70] sandık derununa [içine]vaz' etmiş oldukları [koydukları] bin dokuz yüz on yedi [1917] parçanın dahi Berlin'e irsali [ulaştırılması] iltimasında bulunmuşlardır.

İltimas olunmuş, ve eğer çi [eğer ki] evvelce verilen mezuniyetin [önceden verilen kazı araştırması izninin] müddet-i münkaziye olması hasebiyle [sürenin sona ermiş olması nedeniyle]ecza-yı mezkûrenin [kazıda elde edilen söz konusu parçaların] nakline selâhiyetleri yok ise de [yetkileri bulunmamakla birlikte], bunların Almanya müzesince ehemmiyeti hâiz olduğu ve Müze-yi Hümâyûnca işe yarar şeyler bulunmadığı [Sadrazamın ve bürokratlarının görüşüne göre, Osmanlı müzesince önemi yok muydu acaba?!]…

 

zeus sunağından geriye kalanlar.jpg
Zeus Sunağı'ndan geriye kalanlar / Fotoğraf: Wikipedia


Osmanlı topraklarındaki tarihi eserler acımasızca yağmalanırken Halil Edhem, Osmanlı'daki birçok kişinin konuya bakışını ve kavgasını şöyle betimleyecekti:

Evvela şunu söyleyeyim ki, Avrupa'da bazı kimseler vardır ki, müzelerin göreceği vazife ve hizmet bitmiş olduğundan artık onlara lüzum olmadığını iddia ederler. Hatta müze kelimesini bile artık işitmeğe tahammül edemezler.

Bizde ise bu akılda adamlar maalesef el'an az değildir. ‘Bu kırık taşları bu kadar masrafla toplamakta ne mana vardır. Bunlar hükümete büyük yük oluyor. Bunları satıp başımızdan def etmeliyiz' diyerek, acizlerine[bana] bu işlerin başında olduğum sırada hitap edenler çok olmuştur.

Hattâ Balkan Harbi'nde, müzemizin en kıymetli parçaları bir ecnebi hükümdara bir milyon liraya resmen terhin edilmek [rehin verilmek] tehlikesine bile girmişti.


Zeus Sunağı'nın yalnızca 2 bin mark gibi komik denilecek bir rakamla Osmanlı'dan Berlin'e taşınmasına İstanbul Hükümeti tarafından izin verilmişti.

Bu işleme direnen bazı devlet adamları olsa da çoğu cahil bürokratın telkini ve Almanların siyasi ağırlığı bu satışın gerçekleşmesine neden oldu. 

Kamil Paşa'nın Zeus Sunağı'nın kaçırılmasına müsaade eden şu emirnamesi ise tarihin utanç vesikalarından birisi olarak kayıtlara geçti;

Maarif Nezaret-i Celilesi'nin Meclis-i Mahsus-ı Vükelâda [Bakanlar Kurulunun konuyla ilgili özel oturumunda]mütalâ olunup melfufatıyla maan [ekleriyle birlikte] arz ve takdim kılınan tezkeresi mealinden müsteban olduğu [özetinden anlaşıldığı] veçhile [üzere], Almanluların [Alman devletinin] mukaddema istihsal etmiş oldukları ruhsat mucebince [önceden aldıkları izin gereğince], Berlin'e nakl eyledikleri asâr-ı atîkanın [eski eserlerin], enkaz ve eczası olarak [eserlere ait parçaları] muahharan [daha sonra] bulup yetmiş sanduk derununa vaz' eyledikleri [70 sandık içine yerleştirdikleri] bin dokuz yüz on yedi [1917] parçanın dahi Berlin'e iysali [ulaştırılması] Bergama'da bulunan Berlin Müzesi Müdürü tarafından talep ve iltimas olunmuş, ve eğer çi [eğer ki] evvelce verilen mezuniyetin [önceden verilen kazı araştırması izninin] müddet-i münkaziye olması hasebiyle [sürenin sona ermiş olması nedeniyle]ecza-yı mezkûrenin [kazıda elde edilen söz konusu parçaların] nakline selâhiyetleri yok ise de [yetkileri bulunmamakla birlikte], bunların Almanya müzesince ehemmiyeti hâiz olduğu ve Müzeyi Hümâyûnca işe yarar şeyler bulunmadığı[Sadrazamın ve bürokratlarının görüşüne göre, Osmanlı müzesince önemi yok muydu acaba?!] cihetle ecza-yı mezburenin [sözü edilen arkeolojik parçaların] jigantomaş [Yunanca Gigantomaghi] tabir olunub elyevm Berlin Müzesi'nde bulunan cesim parlifin alçıdan mamûl modeli Müze-yi Hümayûn'a gönderilmek üzere Almanyalulara terk olunması müdir-i mumaileyh ile [Konze ile] kararlaşdırılmış olduğundan bahisle, icra-yı icabı istifsar olunmasına ve vakıâ ecza-yı merkûmenin asılları Berlin Müzesi'nde olmak hasebiyle,bunlar Müze-yi Hümâyûn'a bittabi işe yaramayacağı[?!] gibi işbu icraya mukabil [bu uygulamaya karşılık] olmak üzere salifül beyan parlifin bir kıta modeli dahi gönderileceği beyan kılınmasına nazaran ecza-yı mezkûrenin Almanyalulara terk olunması meclis-i mezkûrca [Bakanlar Kurulu'nca] dahi tensip olundu [uygun görüldü] ise de olbabda irade-yi seniyye-yi cenab-ı padişahi ne veçhile şeref sünuh ve südur buyurulur ise[padişahın konuyla ilgili irade koymasına göre] merzuk- münifi infaz olunacağı beyanıyla tezkere-yi senaveri terkim kılındı efendim. Fi 20 Muharrem sene 304, fi 7 Teşrin-i evvel sene 302.

Sadrazam Kâmil.


Cumhuriyet döneminde ise Hatay'ı elinde bulunduran Fransızlar, Türkiye'nin güney sınırlarını bir kaçakçılık merkezi haline getirmişti.

Birçok Türk vatandaşı bir şekilde ele geçirdiği tarihi eserleri Fransızlara satabilmek için adeta birbiriyle yarışıyordu.

Dönemin Başbakanı İsmet İnönü, bu haydutluğun önüne geçebilmek için şu tedbiri önerecekti; 

Şark vilayetlerimizde başlıca iktisadi, idari ve askeri irtibatımızı teşkil eden çöl şimendiferi bütün rolünü bize taalluku (ilgi, ilinti) itibari ile kaybetmek üzeredir. Urfa, Antep, Malatya, şimendiferi bir taraftan Urfa, Viranşehir, Mardin mıntıkası ile Diyarbakır hattı, diğer taraftan yollarla bağlanırsa bizim mıntıkamızın Fransız mıntıkasına irtibat bakımından muhtaçlığı esasından kalkmış olacaktır.


Mustafa Kemal Atatürk de tarih bilinci oluşturmanın gerekliliğine inanarak Türk Tarih Kurumu gibi önemli müesseseler açarak Anadolu zenginliğinin toplum tarafından anlaşılması adına büyük gayretler gösterdi.

Bugün yağmalanan Anadolu eserleri, Avrupa'nın büyük başkentlerinde müzelerin en nadide eserleri olarak sergilenmektedir.

Elde mevcut eserlerin korunması ve kaçırılan eserlerin tekrar yurda kazandırılabilmesi için ciddi bir kültür politikasına ve birlikteliğine ihtiyaç duyulmaktadır.

 

 

*Daha ayrıntılı bir okuma için “Osmanlı Belgeleri Işığında Bergama Zeus Sunağı'nın Berlin'e Götürülüşü Hakkında Bazı Düşünceler (Bayram Bayrakdar, Irmak Karabulut, Murat Özal, Bülent Kucak, İzzet Ege) ve “19.Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu'nda Eski Eser Anlayışının Doğuşu ve Bu Alanda Uygulanan Politikalar” (Fatma Şimşek ve Güven Dinç) Çalışmaları incelenebilir.


*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU