Azerbaycan-Ermenistan gerginliği: "Köklü bir paradigma değişimi olmadan milliyet eksenli karşıtlıklar sürecek"

İki ülke arasındaki çatışmalı sürece dair konuşan Serhat Halis, "Ulusal çıkarlar üzerine kurulu bir paradigmayla eğitilmiş sıradan birey, milliyetçiliğin doğası gereği sanal olarak yaratılan düşmanlarla mücadelenin gereğine inanıyor" dedi

Fotoğraf: AA

Azerbaycan ile Ermenistan...

Dağlık Karabağ bölgesine ilişkin yaşanan uzun süreli ihtilaf durumu iki ülke arasında zaman zaman çatışmalara sahne oluyor.

12 Temmuz Pazar günü ülkelerin kuzey sınırlarında başlayan çatışmalar ise 2016 yılındaki "Dört Gün Savaşı"ndan sonra öne çıkan en ciddi gelişme olarak karşımıza çıkıyor.

Çatışmaların başlangıcı için Azerbaycan ile Ermenistan karşılıklı olarak birbirlerini suçluyor. Şu an için çatışmalar dursa da ateşkes ihlalleri ara ara devam ediyor.

Yaşanan gelişmelerin iki ülke ve Türkiye basınındaki yansımaları ise ayrımcılık, ötekileştirme ve nefret söylemi noktasında benzerlikler gösteriyor. 


Hayatını kaybedenlerin sayısı üzerinden siyaset

Savaş ve çatışma dönemlerinin üç ülkenin medyasında ele alınış biçimlerine göz attığımızda birçok ortak nokta karşımıza çıkıyor.

Bu süreçte medya, hayatını kaybeden asker veya sivillerin sayısı üzerinden siyasilerin yürüttüğü psikolojik savaşın yeniden üretilmesine katkı sağlıyor.

Ölen askerlerin bir kısmı için "şehit" sıfatı kullanırken; diğerleri için "öldü, telef edildi, etkisiz hale getirildi"  gibi ifadeler kullanılıyor.  
 

1.jpg
Şekil 1: "Azerbaycanlılar Panik İçinde", Hetq  (3 Nisan 2016)


Bunun yanı sıra askeri mühimmat kaybına ilişkin sayısal veriler, yaşamını yitirmiş askerler ile birlikte verilerek, savaşın insani boyutu göz ardı ediliyor.

Medya böylelikle sayılar üzerinden gelişen siyasi çekişmelere aracılık ediyor. 

Bu tür söylemler ise militarist dili destekleyerek savaş dilini güçlendiriyor, toplumlar arası düşmanlığı körüklüyor. 


Birincil ve tek kaynak: Devlet-hükümet temsilcileri

Üç ülke medyası ayrıca birincil bilgi kaynağı olarak kendi devlet ve hükümet yetkililerini kabul ediyor. Diğer ülke sözcülerinin açıklamaları ise spekülatif, değersiz ve yalan olarak görülüyor. 

Azerbaycan ile Ermenistan arasında 20 yılı aşkın bir süredir devam eden ihtilaf çerçevesinde yaşananlar haberleştirilirken sorunun tarihsel geçmişine ilişkin bilgi notlarına ise çok az yer veriliyor. 
 

2.jpg
Şekil 2: Azadliq Radiosu (6 Nisan 2016)


Azeri, Ermeni veya Türk kimlikleri hedef alınıyor

Medyada doğrudan Azeri, Ermeni veya Türk kimliklerinin hedef alındığı, nefret söylemine varan yayınlar yapılıyor.

Devletlerin, hükümetlerin ya da askeri kuvvetlerin gerçekleştirdikleri eylemler eleştirilirken; "Azeri", "Ermeni", "Türk" gibi kimlik isimleri kullanılarak toplumlar arasındaki çatışma, düşmanlık ve gerilim derinleştiriliyor.

Nitekim son yaşanan çatışmaların ardından Rusya, Moldova, Almanya, ABD gibi ülkelerde yaşayan Ermeni ve Azeri topluluklar arasında şiddet olayları vuku buldu. İstanbul Kumkapı'da ise 3 Ermeni genç saldırıya uğradı.
 

3.jpg
Şekil 3: Sözcü (5 Nisan 2016)​​​​


"Milliyetçilikler kurguda türdeş, sosyal pratikte karşıttırlar"

İki ülke arasında yaşanan süreci, devlet-siyaset reflekslerini ve medyanın durumunu yazar Serhat Halis ile Independnet Türkçe için konuştuk.
 

image0.jpeg
Serhat Halis /& Fotoğraf: Independnet Türkçe


- Kimi çevreler, iki ülke liderinin içeride halklarını konsolide etmek için diyalogdan ziyade "hamasi söylemlere" başvurdukları değerlendirmesinde bulundu. Siz bu değerlendirmeye katılır mısınız? Siyasilerin bu gibi süreçlerde takındıkları tavır ile söylemleri hakkında neler söylersiniz?

Evet, iki ülke lideri de benzer bir politik refleks sergiledi. Bu refleks, diyalog ve barış düzlemini değil; milli hassasiyetler etrafında örülmüş, nefret ve kin sosuyla bezenmiş bir propagandayı ifade ediyor.

Kuşkusuz böyle bir propaganda iki ülke lideri için de kullanışlı bir enstrüman. Zira günümüzde ulus-devlet modeli üzerine bina edilmiş her organizmanın temel politik ya da diplomatik eğilimi; "kendisine düşman diğer ulusların varlığı" paradigması üzerinden şekilleniyor. 

Burada Azerbaycan ve Ermenistan devlet başkanlarının yaptığı açıklamalar da buna uygun bir örnek olarak karşımıza çıkıyor.

Üstelik böyle bir yaklaşım, mevcut ulus eksenli düşünce atmosferinde yeşermiş sıradan birey için, oldukça tatmin edici bir argümana dönüşüyor. 

Bu bağlamda, devletler arasında çatışmaların harlandığı dönemlerde, devlet yetkililerinin benzer milliyetçi açıklamalar yapmaları; sizin de belirttiğiniz gibi kendi halklarını konsolide etmek için de paha biçilmez bir alanı ifade ediyor.

Bu gibi durumlarda liderlerin ya da devlet yetkililerinin yaptığı açıklamaların içeriklerinin hemen aynı olduğu gerçeğiyle karşılaşırız. Bu aynılık esasında bir karşıtlığı ifade ediyor; zira milliyetçilikler kurguda türdeş, sosyal pratikte karşıttırlar.    


- Çatışmalı süreçlerde devletlerin-iktidarların ayrımcı-ırkçı söylemlerine o ülkenin medyası da aracı oluyor. Barış ve diyalog zemininden ziyade özellikle nefret söylemlerine varan yayınlar, haberler servis ediliyor. Bu dönem medya-siyaset ilişkileri için ne söylersiniz?

Kuşkusuz çatışmalı süreçlerde tarafların kendilerini meşru ve muzaffer gösterme gibi güçlü yönelim ve ihtiyaçları açığa çıkıyor.

Bu ihtiyaçları karşılamanın en iyi yolu ise propaganda aygıtlarını sistematik ve yoğun bir biçimde kullanmaktan geçiyor. Bu bağlamda çatışmalı süreçlerde, propaganda aygıtlarının aktif şekilde kullanıldığına da şahit oluruz. 

Kuşkusuz bu aygıtlar içinde en kullanışlı olanı medya. Kitlelere daha hızlı ve daha yoğun biçimde ulaşma olanağına sahip olan medya; bu gibi anlarda, hızlı biçimde devletlerin iddia ve hedeflerine göre şekil almış propaganda aygıtlarına dönüşüyor.  

Ancak medyanın bu rolü, sadece çatışmalı süreçler için değil, daha silik bir biçimde de olsa, devletin ve sistemin kendi varlığını korumaya ihtiyaç duyduğu hemen her dönem canlılığını korur. 


"Medya, politikanın kendisini icra ettiği alanların başında geliyor"

Ulus-devlet modeli içinde medyanın bu rolü, resmi tarih yazımıyla paralellikler barındırıyor. Bu paralelliğin, "milli çıkarlar" üzerine kurulmuş ortak bir ideolojik temele dayandığını söyleyebiliriz.

En nihayetinde resmi tarih kendisini; milli eğitim, medya-basın, sanat, "bilim", politika, akademi gibi alan ve aygıtlarla yeniden üretiyor. Burada medyanın, belirli ölçülerde daha etkin ve kullanışlı bir alan olarak karşımıza çıktığını görürüz.

Bu yönü itibarıyla medya, kitle bilincini şekillendirmek için, hükümetler ve politikacılar için vazgeçilmez bir misyona sahip. 
Yani modern toplumda medya, politikanın kendisini icra ettiği alanların başında geliyor.

Bu yüzden tüm dünyada medya gücünü elinde bulunduranların belirli dozajlarda politikayı belirlediği ya da politikayı belirleyenlerin belirli dozajlarda medya gücünü elinde bulundurdukları gerçeğiyle karşılaşıyoruz. 

Bu bağlamda ülkeler ya da uluslar arasında vuku bulduğunu gördüğümüz çatışmalarda da medya, politikanın önemli bir sacayağı olarak beliriyor.

Tabi "ulusal medyanın" buradaki işlevi, doğası gereği milliyetçi reflekslere göre şekillenmiş bir içerikle örülüyor. Azeriler ve Ermeniler arasında açığa çıktığını gördüğümüz karşılıklı iddia ve propagandalar da, bu milliyetçi içeriğin varyasyonları olarak karşımıza çıkıyor.


"Milliyetçi haykırış; kimi zaman toplumsal nazarda kendini var etme bir aracına dönüşüyor"

- Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev yaptığı bir açıklamada "Herkes savaş istiyor ama sadece 150 kişi gönüllü olarak başvurmuş" ifadelerini kullandı. Aliyev'in bu sözlerini siz nasıl değerlendirirsiniz?

Ben milliyetçi propagandanın ve böbürlenmenin özünde bir hamaset olduğunu düşünüyorum. Hamasetin olmadığı bir milliyetçi propaganda neredeyse yok gibidir.

Özellikle sokaktaki sıradan birey için milli hassasiyet ve milliyetçi haykırış; kimi zaman toplumsal nazarda kendini var etmenin bir aracı haline dönüşüyor.

Bunu benzer bir şekilde dini aktiviteler sergileyen sıradan bireyin davranış örüntülerinde de gözlemleyebiliriz. 

Kendisini ortak bir takımın parçası gibi göstermek ya da öyle hissetmek isteyen bireyin dini aktivitelerde görünme çabası ya da yoğun biçimde dini bir retorik kullanması olgusu bu gerçeğe işaret ediyor.

Örneğin ülkemizde "cuma namazına gidiyor" görüntüsü vermek ya da "ramazanda oruç tutuyor" görüntüsü vermek, bu bağlamda kimileri için hamasi bir muhtevaya sahip. 


"Neler yapmadık şu vatan için, kimimiz öldük, kimimiz nutuk attık"

Modern dönemin dini olan ulusçuluk içinde de benzer davranış örüntüleriyle karşılaşıyoruz. "Milliyetçi naralar" her zaman için, mevcut toplumsal ilişkiler ağı içerisinde, bireyi toplumsal nazarda var ediyor.

Zira mevcut toplum, "toplumsal olanın ulusal olduğu" iddiası üzerine bina edilmiştir. Bu toplumda var olmak isteyen sıradan bireyin fikri ise bu iddianın refakatinde kök saldığı için, savaşmak gibi yıkıcı etkilere sahip bir süreç karşısında "nutuk atmayı" yeğliyor, bir sonraki aşama için elini taşın altına koymuyor. 

Son çözümlemede ulus kurgusal bir yaratım olduğu için, politikası da hamasi oluyor ve kendisini bu hamasetin şiddetli akıntısına kaptıran 150 kişi savaşmak istiyor, akıntıdan daha az etkilenenler ise vatan için nutuk atma kısmıyla yetiniyor.

Burada aklımıza ilk elden Orhan Veli’nin; "Neler yapmadık şu vatan için, Kimimiz öldük; kimimiz nutuk attık" dizeleri geliyor. İronik ama şiddetli biçimde gerçek. Azerbaycan’daki durum da bu yönüyle ironik ama gerçek. 


"Düne kadar kardeş olan halklar, bugün boğazlaşmanın eşiğinde yaşıyor"

- Son günlerde dünyanın birçok yerinde yaşayan Ermeni ile Azeri toplumları arasında gerilimler ve şiddet olayları baş gösterdi. Gerilimlerin derinleşmesinde siyaset ve medyanın olumsuz etkisi gün gibi ortadayken; atılması gereken adımları siz nasıl sıralarsınız? 

Sovyetlerin çözülüşüne giden süreçte neo-liberalizm ve post modernizmin kimlik üzerine kurulu yoğun propaganda bombardımanının da etkisi oldu.

Bu propaganda başta etnik olmak üzere her türden kimliği merkezine alarak ilerleyen bir kartopu gibiydi. Yuvarlanarak büyüyor ve geçtiği her yerde boş bir iz bırakıyordu.

Gelinen aşamada, düne kadar kardeş olan halklar, bugün büyük kıyımların, katliamların ve boğazlaşmanın eşiğinde yaşıyor. 

Ermeni ve Azeriler arasında baş gösteren kıyım ve şiddet fırtınası da, bahsini ettiğimiz bu fenomenin bir parçası olarak karşımıza çıkıyor.

Son 30 yıldır "ulusal çıkarlar" üzerine kurulu bir paradigmayla eğitilmiş sıradan birey, milliyetçiliğin doğası gereği sanal olarak yaratılan düşmanlarla mücadelenin gereğine inanıyor.

Milliyetçilik düşman ya da düşmanlar yaratmadan varlığını devam ettiremiyor. Bu düşmanlar ise genellikle -teknik olarak da daha olası olduğu için- komşu halklar olarak karşımıza çıkıyor.


"Köklü bir paradigma değişimi olmadan milliyet eksenli karşıtlıklar sürecektir"

Tabi burada kışkırtıcı yayınlarıyla medya ve ulusal politikalar, halkların birbirlerine beslediği doğal ya da yapay düşmanlıkları kaşıyor.

Farkında olarak ya da olmayarak kendisini hayata milliyet bağı ile bağlamış her birey, basit bir kışkırtıcı medya yayını ile sokaklara dökülebiliyor.

Dünyanın neresinde olursa olsun, düşman olarak gördüğü halka ya da halklara karşı fiziki şiddetin de içinde yer aldığı çok farklı milliyetçi etkinlikler düzenliyor. 

Köklü bir paradigma değişimi olmadan, insanlar arasında milliyet eksenine göre hatları şekillenmiş karşıtlıklar süre gidecektir.

Bugün Azeriler ile Ermeniler arasında vuku bulan çatışma; yarın dünyanın başka bir yerinde parlayacaktır.

Yani ulus-devletin ve milliyetin kutsallığını ve doğallığını içermeyen yeni bir paradigma ile şekillenmemiş insan; bu çatışmaların bir parçası olacak ve milli hassasiyetler etrafında sürüklenen atıl bir unsur olacaktır.     

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU