ABD’de silah ve otorite

Demokrat aday Joe Biden’e seçimleri kazanır; ama Başkan Trump Beyaz Saray’ı terk etmeyi reddederse ne yapacağı sorulduğunda, bunun ordunun görevi olduğu yanıtını verdi

Fotoğraf: Reuters

ABD’ye ilk kez ayak bastığımda 29 Eylül 1977 Cumartesi günüydü. Üniversitedeki eğitim yılı başlamış ve ben 5 hafta gecikmiştim.

Ama aynı zamanda kendim için umut verici bir eğitim geleceği umut ediyor ve filmlerde çokça gördüğüm bu büyük ülkeyi tanımayı umuyordum.

Kahire Üniversitesi’nde siyasal bilimler bölümünde okumuş olduğum için ABD siyasi sistemi hakkında çok şey biliyordum.

Buna rağmen üniversitedeki hocam, 5 yıl yaşayacağım bu ülkenin siyasi sistemi hakkında bilgi edinmem için üniversitede yeni başlayanlara ayrılmış sınıfa -101- katılmamda ısrar etti.

ABD’ye gittiğimde Başkan Jimmy Carter başkanlığının ilk yılındaydı. Başkan olması bir tür devrimdi; çünkü 8 yıl süren Cumhuriyetçi başkanlar döneminden sonraki ilk Demokrat başkandı.

Keza devlet yönetimindeki temel sloganı, ABD içinde ve dışında insan haklarını savunmaktı. ABD kademeli olarak Vietnam Savaşı ve etkilerinden kurtulmaya başlamıştı.

Sovyetler Birliği ile arasındaki Soğuk Savaş bile o günlerde uzlaşı adı verilen bir hafifleme dönemine girmişti. O zamandan itibaren çeşitli akademik ve politik nedenlerle, ABD devleti hakkında bilmem gerekenleri öğrenmeye çalıştım.

Ülkenin Amerikan devriminin ardından kurulmasından 2016’daki son ABD başkanlık seçimlerine kadarki tarihini, bu süre içinde iç savaş dahil içeride yaşanan büyük hadiseleri, dışarıda katıldığı dünya savaşlarını, bakış açısına göre Sovyetler Birliği ile rekabet etmek veya küresel hakimiyet için diğer ülkelerin iç işlerine bulunduğu müdahaleleri hakkında bilgi sahibi olmaya çalıştım.

Bütün bunların sonucunda şu yargıya ulaştım: ABD’de ordu ve çevresindeki güvenlik kurumları bir yandan kamu bütçesinden en büyük payı alırken, ki bu bir etki ve güç kaynağıdır, diğer yandan siyasi arenada tamamen tarafsız bir konumda yer almaktadır.

ABD’de ordu, devletin sivil otoritesine tabidir ve anayasa tarafından belirlenen sınırlar dahilinde onun emirlerine uyar. Ordu ile siyasi otorite arasındaki ilişkiye gene olarak saygı hakimdir.

Devlet başkanı, silahlı kuvvetlerin farklı birimleri ile diğer güvenlik organlarını içeren bir ulusal güvenlik aygıtı aracılığıyla ulusal güvenlik politikalarını belirler. Güvenlik organları da bu politikaları uygular.

Yaygın olarak, iktidar veya muhalefette olsun siyasi seçkinler, en az diğer ülkelerde olduğu gibi ordudan büyük bir gururla bahsederler.

Öte yandan, ordudaki generaller de yaptıkları açıklamalara ve Beyaz Saray’daki en yüksek otoritenin ulusun ve anayasanın koruyucusu olduğunu vurgulamaya çok dikkat ederler.

Donald Trump adındaki aday, ABD siyaset arenasına çıkana kadar ABD’de silah ile siyasi otorite arasındaki ilişkinin genel tablosu bu şekildeydi.

Trump, seçim kampanyaları sırasında İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana hiçbir savaşta galip gelmediği için ABD ordusunu eleştirdi.

Bunun nedeni, orduya ayrılan bütçeyi azaltmak veya inziva ve sınırlarının içine çekilmek istemesi değildi.

Aksine, Demokrat ve liberal rakiplerinin ABD’yi kazanılması mümkün olmayan savaşlara sürüklediğini düşündüğü içindi.

Bu aday seçimleri kazanıp Beyaz Saray’a yerleştiğinde, ekibi içinde Colin Powell gibi sivil iktidar içinde görev alan Cumhuriyetçiler dahil seçkin bir general yoktu.

Daha sonra, General McMaster’ı ulusal güvenlik danışmanlığı, Mattis’i de savunma bakanlığı görevine getirse bile bu iki isim çok geçmeden başkanlık ekibinden ayrılarak sahayı generaller arasında daha az öneme sahip isimlere bıraktılar.

Genel olarak, Trump’ın ordu, CIA ve FBI gibi güvenlik organları arasındaki ilişkisi hiçbir zaman uyumlu olmadı. Bu ilişki oldukça gelgitliydi.

Bilhassa Rusya’nın başkan olan adayın hesabına ABD başkanlık seçimlerindeki müdahalelerinin ve Başkan’ın Demokrat rakibi Joe Biden’ı karalamak için Ukrayna hükümeti nezdindeki girişiminin ortaya çıkmasından sonra.

Trump yönetiminde ulusal güvenlik danışmanlığı yapan John Bolton da görevi bıraktıktan sonra yayınladığı anılarında, Başkan Trump’ın gelecek başkanlık seçimlerinde pozisyonunu güçlendirmesi için Çin Devlet Başkanı’ndan ABD’den tarım ürünleri satın alarak seçimlerde kendisine yardım etmesini talep ettiğinden bahsetti.

Ordu ile yüksek siyasi otorite arasındaki mesele, başkanın kendisi ve orduya karşı tutumunun yanı sıra ABD savunma politikalarının sarsılmaz sabitelerinin dışına çıkan politikalarından da kaynaklanıyordu.

Ordu, Başkan’ın ne NATO, Rusya ve Ortadoğu’dan çekilme konularındaki tutumundan ne de Kuzey Kore ile Çin’e yönelik politikalarından memnundu.

Buna ve bu anlaşmazlıklara karşın, meselelerin çözümünü tamamen ülkedeki anayasal kurumlara bıraktı.

Yine de ABD siyaset arenasındaki birçok taraf orduyu, ABD geleneklerine göre uzak olduğu alanlara çekmeye çalıştı.

İşleri değiştiren hadise, Minneapolis kentinde Afrika kökenli ABD vatandaşı George Floyd’un beyaz bir polis tarafından öldürülmesi üzerine patlak veren şiddetli gösteriler oldu.

Bu olay, siyah ABD’liler, beyaz liberaller ve farklı etniklerden ABD’li azınlık grupları arasında büyük bir öfke yarattı.

Protestolar haftalarca devam etti ve kendisine şiddet olayları, kamu ve özel kurumların yakılması eşlik etti.

Bunun üzerine Trump, yağma olayları yaşanırsa güvenlik güçlerinin ateş açacağını açıkladı. Bu ifade ile Trump, ABD ordusunu ABD’li kitlelerle karşı karşıya getirmeme geleneğinin dışına çıktı.

Trump ayrıca, yerel polis güçleri ile eyaletlerdeki ulusal muhafızları desteklemeleri için 10 bin ABD askerini seferber edebileceğini deklare ettiğinde birçok emekli general –Dempsey ve Powell- bunu kınadı.

Başkent Washington’da yerel polis güçleri, Beyaz Saray önünde bulunan LaFayette Park’taki oturma eylemini dağıtmak için ordudan yardım istediğinde ve daha sonra Trump, başkanlık seçimlerinde pozisyonunu güçlendirmek için aynı parkta elinde İncil ile fotoğraf çektirdiğinde orada hazır bulunan Genelkurmay Başkanı Mark Milley, bu görevi yerine getirdiği için ABD halkından özür diledi.

Bundan sonra eski savunma bakanları Gates, Powell ve Mattis’ten ardı ardına açıklamalar geldi. Mevcut Savunma Bakanı Esper ise ABD ordusunun ABD vatandaşlarına ateş açmayacağı açıklamasını yaptı.

Generaller ile siyasi otorite arasındaki bu söz düellosu ABD siyasetinde benzeri görülmemiş bir olaydı.

Benzeri görülmemiş bir diğer olay da Demokrat Parti tarafında yaşandı. Demokrat aday Joe Biden’e seçimleri kazanır; ama Başkan Trump Beyaz Saray’ı terk etmeyi reddederse ne yapacağı sorulduğunda, bunun ordunun görevi olduğu yanıtını verdi.

Bu sorun ve yanıtın arkasında, ABD tarihinde daha önce görülmemiş ve beklenmedik bir olasılığın (başkanın görevi bırakmayı reddetmesi) yarattığı tartışma bulunuyor.

Zira Trump, bir önceki ve şimdiki seçim kampanyasında sürekli bir şekilde seçimleri kaybetmesinin seçimlerin hileli olduğu anlamına geldiğini söylüyor.

Protestocular, sokakların isimlerinin, heykellerin ve bayrakların köleliği savunan bir dönemi yücelttiği düşüncesi ile ABD iç savaşında güney ordusunun generallerine ait heykelleri yıkmaya ve yine güneye ait konfederasyon bayraklarını yakmaya başladıklarında ise mesele, tarihin kendisine kadar uzandı.

Bu tablo, tanıdığım ve üniversite yıllarında incelediğim ABD değil.

Bekleyip tarihin sırlarının nasıl ortaya döktüğünü görelim.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU