Türkiye’de gerilim, çatışma ve akıl sorunu…

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Siyaset, iktisat ve çatışmayı birbirinden ayırmak mümkün değil.

‘Normal’ zamanlarda bunların tamamı birbirinden ayrıymış gibi görünse de, ‘anormal’ zamanlarda aradaki sınırlar belirsizleşiyor.

Türkiye’de bugün derinleşen siyasi gerginlik ve çatışma da kaynağını iktisadi krizin derinleşmesinden alıyor.

Tabiri caizse, bugün Türkiye’de çok ‘acayip’ bir süreç yaşanıyor.

AKP iktidarı iktisadi bir başarı tablosu çizmek isterken, muhalefet bazı basit rakamları açıklayıp bu tablonun üzerine istenmeyen çizikler atıveriyor.

Bu çiziklerin en önemlisi temel tüketim kalemlerinde halka yansıyan fiyat artışları ve döviz kuru üzerinden yaşanan mutlak yoksullaşma.

Borç anaforuna kapılmış bir ülke

Yılın başında CHP tarafından hazırlanan bir rapora göre, iyimser bir tahminle, bu yıl 178 milyar dolar dış finansman ihtiyacı var.

Bu ihtiyaca, artık salgın hastalık tarafından katlanan ekonomik durgunluğu ekleyerek konuşuyoruz üstelik.

İktidar dünyanın dört bir yanında bu finansman için görüşmeler sürdürüyor.

Türk lirası karşılığı dolar bulmak; yen, ruble ya da tahviller üzerinden borçlanmak gibi alternatifleri zorluyorlar.

Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri borçlanma maliyetlerinin çok yüksek olması.

İskambil kağıdından kule gibi bir risk görünümüne sahip ekonomik yapıya ancak yüksek faizle borç aranabiliyor.

“Aranabiliyor” diyorum zira bulunabiliyor mu, onu önümüzdeki aylarda göreceğiz.

Buradaki diğer bir kritik nokta, borçlanmanın bir derde deva olacak gibi durmaması.

Başka deyişle, Türkiye bir borç anaforuna kapılmış gidiyor.

Borçları azaltmaya, cari açığı tersine çevirmeye, Türkiye’yi gerçek bir üretim yapar hale getirmeye yönelik bir plan yok ortada.

Borçlar ancak günü kurtarabilir. Bu anlamıyla iktidarın kendi ömrünü uzatmaya güdülendiği vurgulanmalıdır.

Bir başka önemli konu, borç anaforunun tetiklediği iç ekonomik basınçlar:

Birincisi, vergiler artıyor.

İkincisi, düşük tutulan enflasyon verilerine göre belirlenen maaşlar vatandaşın alım gücünü dibe doğru çekiyor.

Üçüncüsü, kâr satışlarına bağlı olarak hafif dizginlenmiş gibi görünen ama tekrar yükselişe geçmesi beklenen döviz kurundaki artış mutlak bir yoksullaşmaya yol açıyor…

Muhalefetin basit bir biçimde bu gerçekleri dile getirmesi, yoksullaşmaya vurgu yapması ve yoksullaşmada iktidarın sorumluluğunu öne çıkarması siyasetteki gerilimi yükseltiyor.

Bu siyasi gerilimin toplumdaki karşılığı ise şimdiye dek eşine pek rastlanmayan bir yarılma olarak tezahür ediyor.

Yarılan toplum, gerilen atmosfer

Evet, siyasetteki gerilimin etkisi bütün topluma yayılıyor. Cumhuriyet tarihinde bir bütün olarak toplumun bu kadar yarıldığı bir dönem yaşamadık.

Ciddi bir kutuplaşmayla sürekli beslenen bu yarılma belki iktidara kısa vadede bir soluk kazandırabilir.

‘Taraftarlık’ her zaman işe yarar. Ancak kısa süreliğine.

Taraftar, ancak bir maç boyunca tezahürat yapabilir ve stattan çıkıp da eve gittiğinde acıkmış olan karnını doyurmak için dolabı açmak zorundadır.

İşte tezahüratla ayakta duran siyasetin bu noktada elini artırması gerekir.

Toplumsal yarılmanın, şu anda ipuçlarını gördüğümüz çatışma haline dönüşmesi genel bir toplumsal felaket anlamına gelecektir.

Çatışma, toplumlar tarihinde zaman zaman faydalı sonuçlar doğurabildi, evet.

Ne var ki, bugün öyle bir ‘fayda’yı, başka deyişle toplumsal sıçramayı açığa çıkarabilecek bir zemin olduğunu sanmıyorum.

Muhtemel bir sıçramanın kuvvetleri oluşmuş değil çünkü.

Bu koşullarda, derinleşen iktisadi bunalım üzerinden yaşadığımız siyasi gerilimlerin ve toplumsal çatışma ihtimalinin, kapıldığımız anaforda daha derinlere doğru çekilmemiz anlamına geleceği kesindir.

Bugün Türkiye’nin en çok ihtiyaç duyduğu bileşim, iktisadi, siyasi ve toplumsal akıldır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU