Bir cenaze namazı ve 'düşman kardeşler'

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

Çoklu organ yetmezliği nedeniyle tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybeden eski bakanlardan Şevket Kazan için 10 Mart 2020 Salı günü Hacı Bayram Veli Camisi'nde cenaze töreni düzenlendi / Fotoğraf: AA

Düğünler, cenaze törenleri ve taziyeler geleneğimizin çok önemli parçalarıdır.

Öteden beri cenaze törenleri ile cenaze sonrasındaki taziyeleri gazete ilanlarına kadar dikkatle takip ederim.

Ölen kimdir, aile kökleri, hısım akraba ve dostları kimlerdir incelerim.

Cenazeye kimlerin neden katıldığının yanında, katılması gerektiği halde kimlerin katılmadığını da gözlemler; katılmama nedenlerini merak ederim.

'Kimlerin katılıp, katılmadığı' ile ilgili en çarpıcı örneklerden biri Dengir Mir Mehmet Fırat ile Abdülmelik Fırat'ın cenazeleridir.

Mir Dengir Fırat aslen Adıyaman Kahtalı, A.Melik Fırat ise Erzurum Hınıslıdır. 

Dengir Fırat'ı, çoğu kimse Abdülmelik Fırat'ın amcası oğlu ve Şeyh Said'in torunu olarak bilir.

18 Haziran 2008 tarihli Vatan gazetesinde yayınlanan Reha Muhtar'ın bu konu ile ilgili yazısına, Dengir Fırat avukatı aracılığı ile tekzip gönderdi.

'Yalanlama' kararı aynı gazetenin 17 Eylül 2008 günkü nüshasında yayınlandı;

...Şeyh Said, İngiliz kışkırtmasıyla 1925'te Cumhuriyet'e karşı İslamcı-Kürtçü ayaklanmanın liderliğini yapan bir asidir...

Dengir Mir Mehmet Fırat'ın adı geçen kişi ile hiçbir soy bağı ve akrabalık ilişkisi bulunmamaktadır...

Dengir Mir Mehmet Fırat'ı da asilik ve vatan hainliği ile itham etmek ve yaftalamak haksız ve hukuka aykırı bir yaklaşımdır...

Dedesi Bedir Fırat (Hacı Bedir Ağa) Kurtuluş Savaşı'na katılmış ve Atatürk ile silah arkadaşlığı yapma bahtiyarlığına erişmiş, 3 dönem milletvekilliği yapmış ve İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiş bir gazidir...


Bu açık ilanla Dengir Fırat, 'İslamcılık',  'Kürtçülük', 'asilik' ve 'vatan hainliğinden' eskilerin tabiri ile açık ve net bir şekilde 'istinkaf' ve 'teberri' ediyor; kendince 'Aklanıp, paklanıyordu.'

Dengir Fırat'ın, hayatı boyunca 'İslamcılıkla' bir ilgisi olmadı. Dünya görüşü ve hayat tarzı tamamen farklıydı. Yaşantısını gizleme gereği de görmedi.

Süleyman Demirel hiçbir zaman onu milletvekili yapmadı, seçilebilecek bir sıraya koymadı.

Her ne hikmetse İslamcı Necmettin Erbakan ve sonrasında AK Parti onu 3 dönem milletvekili yaptılar. 

Bir dönem partide Tayyip Erdoğan'dan sonra ikinci adam bile oldu.

Gün geldi yolları ayrıldı ve tam karşı cephelerde yer aldılar.

Şeyh Said'e "İngiliz kışkırtmasıyla 1925'te Cumhuriyet'e karşı İslamcı-Kürtçü ayaklanmanın liderliğini yapan bir asidir" diyen;

Buradan hareketle Şeyh Said'in şahsında asilik ve vatan hainliğini birleştiren bir kişiyi AK Parti'den sonra; yine her ne hikmetse HDP milletvekili yaptı, yetmedi; Meclis Başkanlığı'na aday gösterdi.

"Tüm bunların cenaze töreni ile ne ilgisi var?" derseniz;

Dengir Fırat'ın cenaze töreninde, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay'dan, Hayati Yazıcı'ya; Abdülkadir Aksu, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu ve Faruk Çelik'ten; 

İhsan Arslan, Beşir Atalay, Ömer Çelik ve Numan Kurtulmuş'a kadar eski ve yeni AK Parti'liler ile tam kadro HDP'liler de oradaydı.

Eş Başkan Sezai Temelli, Mithat Sancar, Ahmet Türk ve Celal Doğan; eski Meclis Başkanı Hikmet Çetin ile birlikte en ön sırada saf tuttular.

Bu adı geçenlerin tek bir tanesi bile Abdülmelik Fırat'ın cenaze namazında yoktular.

Hayatı boyunca İslam ve Kürt hassasiyetini, dedesi Şeyh Said Efendi'nin çizgisini muhafaza etmeye çalışan Melik ağabeyin cenazesini, Diyarbekir'den Erzurum'a;  

Maden, Palu, Piran dağlarından, Bingöl yaylalarına kadar, dedesinin müritleri ve kendisinin sevenleri kaldırdı.

Cenaze namazını 'anlı şanlı' Diyanet İşleri Başkanları değil, amcazadesi ve halası oğlu merhum Şeyh Said Efendi açık havada ve otlar üzerinde kıldırdı. 

Tabutunun üzerinde Türklük, Kürtlük, ağalık, beylik, mevki makam... çağrıştıran hiçbir şey yoktu.

Vasiyeti üzerine sadece Kelime-i Tevhid yazılı bir örtü vardı.

Allah rahmet eylesin.

Cenaze töreninin ayrıntıları da önemli mesajlar taşır.

Cenazenin hangi camiden kaldırıldığının yanında, hangi mezarlığa gömüldüğü de önemlidir.

İstanbul'da Teşvikiye Camii ile Fatih Camii, Ankara'da Hacı Bayram ile Kocatepe Cami'si; 

Aynı şekilde İstanbul'da Eyüp Sultan ve Karacaahmet Mezarlıkları ile Aşiyan ve sonrasında Zincirlikuyu mezarlıkları arasında; 

Ankara'da ise Devlet Mezarlığı ve Cebeci Asri Mezarlıkları ile Abdülhakim Arvasi’nin de medfun olduğu Bağlum Mezarlığı arasında sessiz, uzun ve derin bir 'mesafe' vardır.

Turgut Özal ve Adnan Menderes'in Ankara'daki Devlet Mezarlığı'na değil de İstanbul'un fethedildiği Topkapı Surları'nın yanı başına, Necmettn Erbakan'ın ise yine aynı şekilde manevi bir önemi olan İstanbul Merkez Efendi Mezarlığı'na defin edilmeleri millete verilen çok önemli mesajlardır.

Cenazeler toprağa verilirken hangi ritüeller yerine getirilmiş, hangileri getirilmemiş onlara da dikkat ederim.

Üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen Atatürk'ten Ahmet Kaya'ya;

Medrese mezunu ünlü Kürt Şairi Cegerxwin'den, Talabani'nin kayınpederi İbrahim Ahmed'e...   kadar birçok ünlü şahsiyetin cenazelerinin yıkanıp, yıkanmadığı; kefenlenip, kefenlenmedikleri, cenaze namazlarının kılınıp, kılınmadığı, kılındı ise kimler tarafından nerede ve nasıl kılındığı; hala tartışılmakta, yazılıp, çizilmekte.

Bu konularda Murat Bardakçı, yeri geldikçe kıyıda köşede kalmış gerçekleri aydınlatıcı yazılar yazan, önemli bir kaynaktır.

10 Mart 2020 Salı günü Milli Selamet Partisi'nde Refah Partisi'ne kadar Milli Görüş partilerinde üst düzey yöneticilik, milletvekillik ve bakanlık yapmış Şevket Kazan'ın Ankara Hacı Bayram Camii'nde cenaze töreni vardı.

Rahmeti Rahman'a yürüyen Şevket Bey'le bir dönem ben de çalıştım.

Şevket Kazan'ın şahsı ile ilgili anılarıma ve cenaze töreni ile ilgili çok ayrıntılı analizlere girmeyeceğim. 

Bunlar başka bir yazının konusu, Allah fırsat verirse bir gün yazarım.

Bugün sizlerle paylaşmak istediğim Cahit Sıtkı hemşerimin nefis tasviri ile;

"Bir namazlık saltanatın olacak taht misali o musalla taşında" ki;

Kıbleye doğru yatırılmış cenazenin arkasında, cenaze namazı için saf tutan cemaat ile;

Bir zamanlar, aynı yolda birlikte ıslanan din kardeşi, can kardeşi, kader yoldaşları ile ilgili duygularım.

İlk gençlik yıllarından itibaren aynı okullarda okuyan, öğrenci evlerinde aynı odalarda yatan, yurtlarda aynı ranzaları paylaşan, aynı örgütlerde birlikte slogan atan, aynı tarikatta aynı şeyhlerin dizleri dibinde oturan;

Nimet yıllarında aynı hükümetlerde bakanlık, başbakanlık yapan;

Oğuzhan Asiltürk'ten Recai Kutan'a, Yasin Hatipoğlu'ndan, Lütfü Doğan'a, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e, Ahmet Davutoğlu'ndan, Bülent Arınç'a;

Temel Karamollaoğlu'ndan Melih Gökçek'e, Numan Kurtulmuş'tan Meclis Başkanı Mustafa Şentop'a... kadar aklınıza gelen hemen kim varsa cenaze namazında saf tutmuştu.

Cenazede aynı saftaydılar; ancak siyasette saflarını değiştireli yıllar olmuştu!

Bir çoğu yan yana durmalarına rağmen birbirlerine selam dahi vermediler, hele Melih Gökçek'in, önünden geçen Bülent Arınç'a bir bakışı vardı ki; düşman başına!

En büyük ibret olan ölüm bile onları barıştıramadı.

1973 seçimlerinde Diyarbakır'da, yazlık Yenişehir Sineması'nda; Antep, Urfa, Mardin mitinglerini yaptıktan sonra gelecek olan Erbakan'ı, sabaha karşı 1'e kadar beklediğimiz geceden, 

1979'da Metin Yüksel'in şehadeti üzerine yaptığımız Tatvan Mitingi'ne;  

12 Eylül'ün zulmüne karşı bir şahlanış olarak 1984'te kazandığımız Urfa, Batman ve Van Belediye Başkanlıkları seçimlerinden, 

Almanya başta olmak üzere Avrupa'nın dört bir yanında düzenlediğimiz coşkulu toplantılara... kadar yaşadıklarımız bir filim şeridi gibi gözlerimin önünden geçti.

Mütegallibe tarafından 'yok' sayılan, her kıpradığında başı ezilen, dini, dili, müziği, edebiyatı, topyekun kültürü ve geleneği aşağılanan,

Öküzünü, ineğini satarak evladını okutmaya çalışan gariban ve perişan ailelerin çocuklarına; 

Gün gelmiş, devran dönmüş, Cenab-ı Allah 'Devletin ve nimetin' tüm kapılarını sonuna kadar açmıştı.

Külfet ve mihnet yıllarında kardeş olanlar,

Devlet ve nimet yıllarında 'düşman' oldular.

Urfalı Nabi'nin;

Çok da mağrur olma kim meyhane-i ikbalde,
Biz hezaren mest-i mağrurun humarın görmüşüz


ikazını unuttular, 'mest-i mağrur' oldular!

İş öyle bir noktaya geldi ki, Erbakan Hoca 15 Temmuz 2007'de Saadet Partisi'nin İstanbul Çağlayan Meydanı'ndaki mitinginde;  

Aynı gün aynı saatlerde İstanbul Kazlıçeşme Meydanı'nda miting yapmakta olan AK Parti’lileri kastederek şöyle dedi; 

...Şu tepenin arkasında,  Kazlıçeşme'de;  Narkoz Meydanı'nda da toplananlar var.  

Kırık ampul hurdalığında toplananlar var.

Ne kadar manalı bir ayırım!

Oraya giden niye gidiyor, buraya gelen niye geliyor?

Hepimiz Bizans'ın çocuklarıyız diyor Fransız Cumhurbaşkanı, bunu da iltifat sayıyorlar. 

Bizans'ın çocuklarıymış, onun için orada toplanıyorlar.

'Biz Sultan Fatih'in, Kanuni'nin, Selim'in çocuklarıyız, Eba Eyyubul Ensari'nin askerleriyiz...


Erbakan'dan ayrılarak başka parti kuranlar da (AK Parti, Has Parti, Gelecek Partisi, Deva Partisi, Erkan Mumcu'nun Partisi, Yeniden Refah Partisi, A.Latif Şener'in Partisi) birbirlerine;

"Harun gibi geldiler, Karun gibi oldular, hain, alçak, hırsız, soysuz, vefasız..." gibi galiz sözlerle demediklerini bırakmadılar!

'Düşman' kardeşlerin, eski bir ağabeylerinin tabutu başında birbirlerine selam sabah vermeden; yan yana saf tutuşlarını ibretle izledik!

Peygamber efendimizin, "En büyük ibret ölümdür" düsturundan da ibret almadılar!

Bir diğer ibret de Erbakan Hoca'nın 'Şeyhülislam’ı Lütfü Doğan Hoca'nın önündeki tabut ve tabutun üzerindeki ay yıldızlı bayrağımız.

Bayrağımız tüm kardeşlerimiz gibi bizim de maneviyatımızın en önemli unsurlarından biri.

Lakin Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış, 90 yaşındaki koskoca Lütfü Hoca bilmez mi ki öldükten sonra vekillik, başbakanlık, cumhurbaşkanlığı; Türklük, Kürtlük, Araplık... bir şey ifade etmez ve tabut 'Ala Milleti İbrahim' ve 'Ala Ümmeti Resulullah' diyerek omuzlanır.

Tüm semboller, bayraklar ve sancaklar mazide kalır?

Allah'a yürürken Osmanlı Bayrağı da, Türk, Kürt, Afgan, Suudi Arabistan, İran, Fas, Sudan... bayrakları da geride kalır.

Mümin ve muvahhit bir kişinin tek bir örtüsü vardır; 

O da, üzerinde 'La İlahe İllallah, Muhammedun Resulullah' yazan örtüdür. 

Halkımızın tabiri ile 'Kabe örtüsü'

'İslamcı Türklerin önemli bir kesimi, kendilerini ümmetçi sanan, milliyetçilerdir' tespitine kızanlar Necip Fazıl Kısakürek'in;

'Son günüm olmasın dostum,
Çelengim top arabam,
Alıp beni götürsün, 
Tam dört inanmış adam'
vasiyetini unutmuş gözüküyorlar!

Kim bilir? Belki de hiç duymadılar, okumadılar!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU